Mehmet İkbal ATAK
Mustazaf-Der Kapatıldı: KAHROLSUN AMERİKA!
Mustazaf-Der’i kapatma kararının resmen tebliğ edildiği günlerde Başbakan’ın danışmanlarından Yalçın Akdoğan’ın Yasin Doğan mahlasıyla “Güneydoğu’da vakıf ve cemaatlerin misyonu...” başlığıyla 10 Mayıs günü Y.Şafak’ta yayınlanan makalesi, güvenlik politikalarının geçici önlemler olduğu, sürecin devlet kurumlarıyla beraber vakıf ve İslami cemaatlerin katkısıyla kalıcı hale getirilebileceği üzerine kuruluydu. Akdoğan yazısının bir bölümünde şöyle diyordu:
“Güvenlik politikalarının sağladığı zeminin daha iyi değerlendirilmesi için Diyanet İşlerinin, Gençlik ve Spor’un, Milli Eğitimin, Kadın ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, Kültür Bakanlığı’nın ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün daha koordineli bir şekilde hareket etmesi, yerel yönetimlerin, vakıf ve cemaatlerin de katkısıyla bölgede başlatılan çalışmalara hız vermesi gerekiyor.”
Başbakan’ın “dindar nesil” söylemiyle de bütünleşen ‘G.Doğuya cemaatsel çözüm’ perspektifi, dinin laik devlet politikalarının kolaylaştırıcı bir unsuru olarak kullanılması mülahazalarının MGK’dan tescillenerek pratiğe dökülmesi anlamını taşımaktaydı.
Devletin sorunlu bölgelerde, bilinen baskıcı politikalar yerine sosyal politikalar üreterek meselelere yaklaşması elbette yadırganacak bir durum değildi. Ancak konjonktürün dayattığı şartlar çerçevesinde, iflas eden Kemalist devlet felsefesinin onarım malzemesi olarak İslam, amele olarak da müstafi mücahidlerin kullanılması, zulüm mabedinin yeni bekçilerinin de “Müslüman” etiketli olmasını kaçınılmaz kılıyordu.
Bu bağlamda özellikle klasik/güvenlikçi/yasakçı devlet refleksinin tiksinti uyandırdığı bölgede halen geçerli tek akçe olan İslami şiarlardan yararlanarak tiksinti çatlaklarının üzerinin kapatılması girişimlerinin ciddi samimiyet testine gereksinimi vardı. Nitekim Mustazaf-Der’i kapatan devlet(ötesi) aklı, bölgede çokça önemsediği İslami çalışmalar bağlamında samimiyetini net bir şekilde ortaya koymuş oldu.
Bir devlet projesi olarak “toplumun ıslahına” yönelik bölgeye cemaat ihracının son yıllarda tavan yaptığı, çeşitli sübvansiyonların uygulanıp örtülü-örtüsüz ödeneklerin peşkeş çekildiği bir ortamda yaşıyoruz. Tüm çabalara rağmen halkın nazarında “Cemaat Monşerleri” statüsünden öteye geçemeyen fiili duruma karşın Mustazaflar adıyla anılan camianın toplumun kılcal damarlarına kadar inme başarısı göstermesi, belki devlet aklının, belki de devleti de aşan ve Kürtlere bölgesel bazda rota çizdiği anlaşılan emperyal odakları uzun zamandır çözüm arayışlarına sevk ediyordu.
Evvela belirtelim, üç beş kişinin bir araya gelerek dernek kurabildiği bir ortamda dernek kapatmanın ne kadar düşük bir zeka seviyesine tekabül ettiğini biliyoruz. Belki sadece bir tabela değişikliği, belki de daha etkin ve dernek ötesi bir adım atılarak toplumsal talebin karşılanmasına dönük bir hamle ile düşük zeka sahiplerinin öngörülerini boşa çıkarmak mümkündür. Ancak meselenin, sadece yargıçlık oligarşisinin “Yüce Türk milleti adına” aldığı salt bir yargı kararının ötesinde bir vakıadan oluştuğunu da unutmamak gerekmektedir.
Tıpkı Mustazaf-Der’in çok kısa bir zaman dilimine sığdırmayı başardığı devasa gelişmeler gibi komplo grafiğinin de benzer şekilde çok kısa sürede tavan yapmasıyla ilgili bir durum söz konusudur.
Tüm mesele, tamamen sivil ve bağımsız bir eksende gelişen/gelişmesi gereken İslamizasyon çalışmalarının sistem içi politikalara dahil edilerek laik devlet felsefesinin hizmetine sunulma tutkusudur. Sol grupların CHP eliyle sisteme entegre edilmesi başarısını kimse inkar edemez. Sol’un “tehlike” arzettiği dönemlerde CHP geleneğinin iktidara endekslenmesi nasıl ki kadim devlet veya devlet ötesi aklın ürünü idiyse, artık tehlike olarak ön sıraya oturtulan İslami kesimleri sisteme dâhil etme görevi de aynı şekilde mevcut siyasi iktidara verilmiş bulunmaktadır. Bu bağlamda CHP’lilerin bir suçlama aracı olarak sıklıkla vurguladıkları “Mücahitler müteahhit oldular” yakıştırması, biraz da kendi yaşadıkları deneyimlerinin dışavurumudur.
Burada da aslında tartışılması gereken bir noktayı gözden uzak tutmamak lazımdır. Meseleyi birazcık Türkiye içi şartlar yönünden irdelemek mümkün olsa da bölgeye dayatılan büyük fotoğraf çerçevesinde irdelemek daha anlamlı olacaktır.
Burada mesele sadece derneğin kapatılması kararı değildir. Dernekle ifadesini bulan kesimin sistemin içerisine dahil edilememesi, devlet patentli bir çok reaksiyonla karşılık bulmuştur. İlkin yasaklayıcı, kısıtlayıcı dayatmalarda bulunuldu. Bilahare alternatif cemiyetler bölgeye sürülerek yangından mal kaçırma türünden bir plan işletildi. Eş zamanlı olarak bölgede Diyanet teşkilatı bir rekabet mantığıyla sahaya sürüldü. İstenen sonuç elde edilemeyince de saha kapma politikasına karşın bir reaksiyon beklentisi içerisine de girildi. Ancak tuhaf bir şekilde reaksiyon Mustazaflardan değil, Öcalan’ın talimatıyla PKK’den gelince hesaplar büsbütün havada kaldı. Kaldı ki ıslah edicilerin derdi reaksiyon geliştirmek değildi.
Derneklere yönelen fiili saldırılar, yakıp yıkmalar, kundaklama ve hatta ölümlerle sonuçlanan yönelimlerin nihai hedefi, artık klasik bir reaksiyondan ziyade fiili bir mukavemet öngörmekteydi. Tüm planlar camiayı şiddet sarmalının içerisine çekerek etkisizleştirmekti. Bu da tutmadı ve şiddete yeltenen olmadı. Elbette sağduyu, plan kurucular nezdinde camianın, camianın şahsında da derneğin sicilini günden güne kabartıyordu. Nitekim kabaran hesabın faturası kapatılmakla şimdilik ödetilmiş oldu.
Bu durum belki bir yönüyle Türkiye içi faktörlerle açıklanabilir. Hükümet eliyle yürütülen tuhaf uygulamalar irdelenebilir; hükümetin merkezde çatıştığı ama bölgede bütünleştiği kimi muhterislerin özel/icazetli çabalarıyla da açıklanabilir. Oysa değişim rüzgarlarının esip gürlediği Ortadoğu bölgesindeki fotoğrafa bütünlük içerisinde bakmamak, ciddi bir eksiklik olacaktır.
Burada öne çıkan temel strateji, değişime adanan bölgede Türkiye’ye biçilen “stratejik derinlik”li rol ve bu rol içerisinde kullanıma sokulmak istenen Amerika’nın Kürt kartıdır. Açık söylemek gerekirse Amerika’nın öngördüğü Kürt vizyonu, bölgenin geleceğine yön vermesi düşünülen Türk-Kürt ortak eksenidir. Daha da önemlisi, Türk-Kürt ekseninin Amerikan bölge politikasının belirleyici unsuru olan israil ekseniyle bütünleşerek kalıcı bir siyasal denkleme dönüşmesidir.
Bölgede israil’in stepnesi olacak Türk-Kürt birlikteliğinin sancılarına her tarafta rastlamak mümkündür. Bu sancıların bir bölümü ilgili ülkeler arasında zaten yaşanıyor. Türkiye’nin Suriye politikasından sonra Maliki üzerinden Irak’a dadanması, İran’la yaşanan soğuk süreç, hatta bu stratejinin bir ön hazırlığı olarak nitelendirilebilecek başkanlık sistemi tartışmaları sayılabilir.
Geriye kalan sancılar ise ilgili ülkelerin kendi içlerinde yaşanmaktadır. Türkiye’de muhalif gibi görünen birçok İslami çevrenin sisteme entegrasyonunun sağlanması, üçlü sacayağına dayanan ittifakın geleceği açısından hiç de zor olmadı. Türk-Kürt birlikteliğinden doğacak israil stepnesi için Kürtlerin de kıvama getirilmesi operasyonları ciddi manada sürmektedir. Mesela proje kapsamında silah bırakması gereken PKK’nin buna yanaşmamasının faturasının KCK operasyonlarıyla çok ağır şekilde ödetilmeye devam edildiği görülmektedir. Irak Kürdistanı’nda belirli aralıklarla çıkarılan provokasyonlarla İslami parti ve cemaatlerin ciddi saldırılara maruz kalması hiç de tesadüfi değildir.
Türkiye Kürtleri içerisinde İslami çalışmalarıyla öne çıkan ve Mustazaf-Der’le anılan camiaya karşı süren bunca komplonun da en büyük sebebi, yine bölgesel bazda düşünülen kirli ittifak adına Kürt halkının israil için dikensiz bir bahçeye dönüştürülmesi çabalarıdır. Deyim yerindeyse bir cehennem ortamı oluşturulmak istenmekte ve bu cehennemin zebaniliği de ılımlı İslam’ın ideologlarınca yürütülmektedir.
Düşünün bir kere, derneğin kapatılması kararını bir tarafa bırakalım, kalbinde zerre kadar iman emaresi bulunan birileri, sadece kızının okuma hakkını aramak için karakola şikayete giden bir kadını sanık sandalyesine oturtup üç yıla yakın bir hapis cezası verebilir mi, veya buna sebep olmak ister mi? İster AKP’yi, ister Gülen grubunu suçlayın ama, bu imansızlık eylemi velev ki bunların elleriyle bile yapılmışsa bu durum kesinlikle AKPlilik veya Gülencilik refleksleriyle açıklanabilecek bir durum değildir. Bu, ancak esaret ya da tahminlerimizin de ötesinde oluşan bir diyet borcunun dışa yansıması olayıdır. Daha da önemlisi, Şaronlara gelin niyetine sunulmaya hazırlanan Kürtler içerisinde özellikle İslami duyarlılığın taşıyıcısı olmak iddiasındaki İslami camiaya verilen çok iğrenç bir mesajdır.
Demek istedikleri şudur: Ya bölgesel şer projesinin içinizdeki aktörlerine teslim olacaksınız, ya da yapamayacağımız şirretlik kalmayacaktır. Ve emin olun, bu plan yürürlükte kaldıkça daha beter şirretlik örneklerini görmeye de devam edeceğiz.
Ancaaak!...
Allah Kerim’dir. Taç giyme sevdasını Medine sokaklarını kaosa boğma arzusuyla yansıtanların akıbetini olayın tüm tarafları çok iyi bilmektedirler.
Muhammedi sevdadan kurtulmanın çaresini Mekke müşriklerinin nezdinde arayanların yüzüne, istikbal hiçbir zaman tebessüm etmedi, etmeyecektir de.
Doğruhaber Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.