Ömer SARUHAN
MUSTAZ’AF KÜRT HALKIYLA BERABER OLMAK
Allah kısmet ederse siz değerli okuyucularla yeni bir yazı dizisiyle bir araya gelmek niyetindeyim. Başlıktan da anlaşılacağı gibi içinde yaşadığımız ve güçsüz bırakılmış Kürt halkıyla beraber olmanın gerekliliğini bunun İslami bir sorumluluk olduğunu ele almaya çalışacağım.
“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en üstün olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat: 13)
Millet, Ulus ve Kavim
Millet, ulus ve kavim son yıllarda aynı anlamda kullanılmaya başlanmış, insanlık tarihinde üç önemli kavramdır. Bu kavramlarla ilgili çok farklı tanımlar yapılmıştır. Ulus tanımı yapan bazı bilim adamları bunu ırk birliğini merkeze koyarak yapmışlarsa da aynı ırka mensup olan; ancak ulus olamayan –Araplar gibi– topluluklar bulunduğu gibi farklı ırklardan gelmelerine rağmen bir ulus halinde yaşayan toplulukların –Amerikalılar gibi– varlığı bu görüşü geçersiz kılmaktadır. Bazı bilim adamlarına göre de din birliği bir ulus olmak için yeterlidir. Ancak bu da uygun bir yaklaşım olarak görünmemektedir. Çünkü Araplar gibi aralarındaki din birliğine rağmen bir ulus olamayan topluluklar ve tam aksi olarak Japonlar gibi farklı dinlere mensup olmalarına karşın ulus olma özelliği taşıyan topluluklar günümüzde varlıklarını sürdürmektedir.
Bir kısım bilim adamı da dil birliğine vurgu yapmışlardır. Bu da gerçekçi bir yaklaşım olarak görünmemektedir; çünkü Araplar dil birliği olduğu halde bir ulus olamayan bir topluluk iken dil birliği olmayan İsviçreliler bir ulus olabilmiş bir topluluktur. O halde ulus, millet veya kavim denilen şey nedir? Hangi şart ve koşullarda yaşayan topluluklar bir ulus olabilirler?
Herhalde bu hususta şöyle bir tanımlamaya gitmek yanlış olmayacaktır. Ulus: Aynı coğrafyada yaşayan, ortak amaçları doğrultusunda birlikte meydana getirdikleri anayasal bir düzende ve eşit koşullarda yaşayan topluluktur. Dolayısıyla bir ulus birçok kavimden meydana gelebileceği gibi, bir kavmin birkaç parçaya bölünmesinden de meydana gelebilir. Böylece her kavim kendi din, kültür, dil ve tarihini bünyesinde barındırır ve yaşar.
Kur’an millet ve kavim tanımlarını ayrı manada kullanır. Milleti din birliği olan topluluk olarak tanımlar.
“İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir.” (Nisa Sûresi 125. Ayet Meâli)
Bu ayeti kerimenin orijinal Arapça metninde “İbrahim’in milleti” geçer. Buradaki millet din olarak tabir edilmiştir. Çünkü Kur’ana göre millet olmak din beraberliğinin olması demektir. Bu konuda Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın: “Küfür tek millettir” hadisi de vardır. İslam ırk, soy sop ve kavim farklılığına bakmaz. İnsanların din birlikteliğine bakar. İslam’a göre bütün Müslümanlar bir tek millettirler. Hangi kavimden veya ırktan veya soydan gelirlerse gelsinler fark etmez, yeter ki Müslüman olsunlar. Bunlar eşit koşullarda ve şartlarda yaşarlar. Hepsi İslam dairesinin içinde bir bütündürler. Bizim de savunduğumuz ve olmasını istediğimiz Kur’an’ın yaptığı millet tanımlamasıdır. Eğer bu millet tanımlaması hakkıyla fiiliyata geçerse bugün yaşanan birçok problem kendiliğinden aşılmış olur.
“Müslümanlar bir tarağın dişleri gibidirler.” Aralarında farklı bir statü yoktur. Hepsi eşittir. “Müslüman, Müslüman’a zulmetmez.” Hakkını yemez. Onu ezmez. İslam’ın Müslümanlar için koyduğu temel kaideler bunlardır.
Müslümanların bugün bölük pörçük olmalarının temelinde, Kur’an’ın belirlediği temel prensiplerden sapma olmasıdır. Yine İslam’ın ilk devirlerindeki kapsayıcı, kucaklayıcı ve eşitlikçi kardeşlik anlayışının yerine çıkarcı, şoven anlayışların almasıdır. Özellikle Emevi döneminde Kur’an’ın ön gördüğü millet tanımlamasından sapma olmuş ve kavmi taassub had safhaya ulaşmıştır. Cahiliye dönemindeki asabiyet İslam’ın getirdiği kardeşlik esasının yerine geçmiştir. Adaletin yerini zulüm, tevazunun yerini tekebbür, yardımlaşma ve dayanışmanın yerini sömürü ve baskı almıştır. Kur’an ve sünnetin üzerine basa basa vurguladığı ümmet olma bilinci gün geçtikçe yok olmuştur. Ümmet olma bilinci zayıfladıkça Müslümanların aralarındaki bağ da zayıflamıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.