Mutsuzluğu Mutluluktan Ayrıştırma ile Gelen Mutluluk

Mutsuzluğu Mutluluktan Ayrıştırma ile Gelen Mutluluk

İnsan ayrışmayı hiçbir zaman bir kontrol yöntemi olarak düşünmediği için, ikisi arasındaki sınırlar yoksa hep mutluluğun sınırını daraltıp mutsuzluğun sınırını olabildiğince genişletiyor.

İnsan ayrışmayı hiçbir zaman bir kontrol yöntemi olarak düşünmediği için, ikisi arasındaki sınırlar yoksa hep mutluluğun sınırını daraltıp mutsuzluğun sınırını olabildiğince genişletiyor.

Unutmayalım;

a) Kontrol stratejisi istenmeyen duyguları düşünceleri değiştirme, bunlardan sakınma ya da kurtulma çabalarıdır.
b) Aşırı kullanıldıklarında, işe yaramayacağı yerlerde kullanıldıklarında ya da bunları kullanmayıp uzun vadede yaşam kalitemizi azalttığı durumlarda problem haline gelirler.

Ayrışma kontrol stratejisinin tam adıdır, bir kabul etme stratejisidir.

Kabul; herhangi bir şeye katlanmak veya beyan etmek anlamına gelmez. Kabul, hayata katlanmak ile değil, hayata sarılmakla ilgilidir. Kabulün sözcük anlamı sunulanı almak, vazgeçmek ya da yenilgiyi kabullenmek manasında değil, dişimizi sıkıp sineye çekmek anlamındadır. Halihazırda olup bitene tam da şimdi ve burada ne olduğuna kendimizi tamamen açmak ve hayatımızı halihazırdaki durumuyla cebelleşmeyi bırakmak demektir.

Peki, ya hayatınızı olduğu gibi kabul etmemek ve iyileştirmek istiyorsanız? Hayatınıza kabulü yerleştirin. Hayatınızda ‘kabul’ oldukça, mutsuzluktan alınacak yollarınız çoğalır.

Ama hayatınızda değişiklikler yapabilmenin en etkin yolu ilk olarak hayatınızı tamamen kabul etmektir. Farz edelim ki karlı ve buzlanmış bir yolda yürüyorsunuz. Bir sonraki adımınızı güvenli bir şekilde atmak için öncelikle tutunacak sağlam bir zeminde olmalısınız.

Bunu yapmadan ilerlemeye çalışmanız halinde yüzüstü kapaklanmanız muhtemeldir.

Kabul, işte bu sağlam zemini bulmak gibi bir şey, ayaklarımızın neyin üstünde olduğu ve bu zeminin ne durumda olduğunun gerçekçi bir değerlendirmesidir. Bulunduğumuz noktada memnun olduğumuz veya burada kalmaya devam etmek istediğimiz anlamına gelir. Sağlam zemini bulduktan sonra bir sonraki adımı daha etkili bir şekilde atabiliriz.

Çözülebilecek durumları çözmek için gerekli cesareti toplayalım. Çözülmeyecek olanları kabul etmek için gerekli dinginliğe ulaşalım ve bu ikisi arasındaki farkı anlamak için gerekli Hikmet’e sahip olalım.

Peki kabul etmenin bedeli nedir? İstenmeyen duygu ve düşüncelerden sakındığımızda ve bunlardan kurtulmaya çalıştığımızda uzun sürede neler olabilir? Kontrol stratejimiz işe yarar mı? Bunlar bize özlemini duyduğumuz hayatı verir mi? Kabul etme kontrol etmenin işe yarar bir alternatifi midir? Kendimizi ayrıştırabileceğimiz zaman, çoğu can sıkıcı düşüncenin bize çok daha az sıkıntı verdiğini çoktan keşfettiğimiz ve önümüzdeki bölümlerde olumsuz duygulara ilişkin benzer dönüşümleri de keşfedebiliriz.

Bize bir faydası olmayan düşüncelerden ayrışmak genellikle kaygılarımızı azaltacaktır. Ayrışma yöntemlerini kaygılarımızı veya herhangi bir can sıkıcı duyguyu kontrol etmek için kullanmaya çalışırız, er ya da geç hüsrana uğrarız.

Amaç bunları gerçekte olduğu haliyle görebilmek ve bunlarla barışık olmak. Bu düşüncelerle kavga etmeden onları kendi halinde bırakabilmek, bazen fazla sorun çıkarmadan kaybolacaklar. Bazen kendi hallerinde uzun bir süre gezinecekler ve kimi zaman da ortadan kaybolacaklar.

Bazen uzunca bir süre gizlenmeyi deneyecekler kimi zaman ortadan kaybolup tekrar geri gelecekler.

Burada asıl olan şu:

Mücadele etmek için enerji ve dikkatimizi kendi haline bırakırsak bu bizim için değerli olabilir. Düşüncelerden ayrışmanın bizi bunlardan kurtarması beklentisi içine gireriz.

Hayal kırıklığına zemin hazırlıyor olabiliriz; kontrol tuzağına mutluluk tuzağına yeniden düşüyoruz demektir. Burada asıl hedef düşüncelerimizden kurtulmak değil onları kabul etmektir.

Şunu da unutmayalım, bir düşünceyi kabul etmemiz için bu düşünceden hoşlanmamız gerekmiyor. Kendi yararımız doğrultusunda davranarak bu düşünceyi kabul edebiliriz. Bu düşünce biz istesek de istemesek de zaten orada varlığını sürdürecek ve bununla mücadele içine girmek uzun vadede bize hiçbir fayda getirmeyecektir. Sadece zamanımızı ve enerjimizi boşa harcayacağız. Kabul etmek, enerjimizi ve hayatımızı güzelleştirecek aktivitelere saklamamızı sağlayacaktır.

Canımızı bir düşünceden kurtarmak istemek gayet normaldir. Hatta tüm yaşamımız boyunca yapmaya çalıştığımız şeyin bu olduğu düşünüldüğünde, bu beklenen bir durumdur. Ancak, bir şeyden kurtulmayı istemekle bu şeylerle aktif olarak mücadele içinde olmak oldukça farklı şeylerdir.

Farz edelim eski bir evimiz var, en azından imar krizi nedeniyle bir yıl satamayabiliriz. Evimizi satamadığımız için gidip onun yıkılmasını mı isteriz? Yoksa güzelce elden geçirip bir yıl sonra daha yüksek fiyattan satmak mı isteriz?

Bunu söyle izah edebiliriz:

Düşünen benliğimiz bazı düşünceler üretiyor ve gözlemleyen benliğimiz bunları gözlemliyor.

Düşünen benliğimizi sürekli arka planda çalan bir radyoya benzetebiliriz. Çoğunlukla yayında 24 saat boyunca olumsuz hikayeler anlatılan kasvet ve felaket tellallığı yapan bir Radyo… Bize geçmişteki kötü şeyleri hatırlatır, gelecekte meydana gelebilecek kötü şeyler ile ilgili bizi uyarır ve hayatımızda ters gitmekte olan her şeyle ilgili bize düzenli olarak bilgi verir. Arada faydalı moral veren programları yayımladığı da olur, ama sık rastlanmaz. Sürekli olarak bu radyoya kanalize olursak denilenlere kulak verirsek moral motivasyonu bozar.

Ne yazık ki bu radyoyu kapatmanın bir yolu yoktur. Bu radyo bazen kendiliğinden birkaç saniyeliğine kapanıyor ama onu tamamen durdurmaya yetecek gücümüz yok. (uyuşturucu alkol veya Beyin ameliyatı ile radyoyu kısa devreye uğratmadığımız sürece). Aslında genelleme yapacak olursak, bu radyoyu kapatmaya ne kadar fazla çabalarsak o kadar yüksek sesle yayına devam edecektir.

Başka alternatif bir yaklaşım daha var. Arka planda Radyo çalarken yaptığımız işe çok dalmış olduğumuz için aslında hiç radyoyu dinlemediğimiz oldu mu? Radyonun çaldığını duyarız ama dikkatimizi vermiyoruzdur. Ayrışma yöntemlerini kullanırken nihayetinde düşüncelerimizle ilgili olarak hedeflediğimiz de tam olarak budur. Düşüncelerin kelimelerden ibaret olduğunu anlayınca, bunlara arka plan gürültüsü gibi muamele de edebiliriz. Onlara odaklanmadan ve onlardan rahatsız olmadan kendi hallerine bırakabiliriz. Buna en güzel örnek zihnimize teşekkür etme yöntemidir.

Canımızı sıkan bir düşünce meydana geldiğinde buna odaklanmak yerine sadece bunun varlığını kabul eder, zihnimize teşekkür edip dikkatimizi yeniden olduğumuz planlara yöneltiriz.

Dilimizdeki ayrışma yöntemleri ile hedeflediklerimiz şöyledir:

Eğer düşünen benlik faydasız bir şey yapıyorsa, gözlemleyen benliğin buna dikkatini vermesi gerekmez gözlemleyen benlik bunun yerine dikkatini şimdi ve bunda yapmakta olduğumuz şeye verir. Düşünen benlik bize bir faydası ve yardımı olan bir şey yayınlıyorsa, gözlemleyen benlik bu yayına odaklanıp dikkatini verebilir.

Bu yaklaşım, olumlu düşünme gibi yaklaşımlardan çok farklıdır. Olumlu düşünme yaklaşımı onu bastırabilmek için kasvet ve felaket radyosunun yanı sıra mutluluk ve sevinç radyosunu da yayına sokmak gibidir. Arka planda iki Radyo farklı melodiler çalarken yaptığımız işe odaklanabilmek oldukça zor olacaktır.

Fazla önem vermek radyonun çalmasına izin vermek, aktif olarak radyoyu duymazdan gelmeye çalışmaktan çok farklıdır. Bir radyonun çaldığını duyup da onu dinlemeye çalıştığımızda neler oldu? Biz duymamaya çalıştıkça bizi daha mı çok sinir ediyor acaba?

Yaptığımız işe odaklanırken düşüncelerin arka planında gidip gelmesine izin verme becerisi çok faydalıdır.

“Aklım başka yerlere gitti.” İfadesini kullansak da bu doğru bir ifade değildir, aslında başka yerlere giden dikkatimizdir.

Düzenli olarak bu alıştırmayı yaparak üç önemli beceri ediniriz;

1-) Üzerinde durmadan düşüncelerin gelip gitmesine izin vermek.

2-) Düşüncelerimize takılıp gittiğimizde farkına varmak.

3-) Takıldığımız düşünceden kendimizi usulca sıyırarak dikkatimizi yeniden işimize vermek.

Bu yöntemi kullanırken düşünen benliğimiz ile gözlemleyen benliğimiz arasındaki farka dikkat etmeliyiz. Gözlemleyen benlik nefse odaklanırken düşünen benlik arka planda gevezelik ediyor. Bu bir kontrol stratejisi değildir, bir kabul etme stratejisi olduğuna da dikkat edelim. İstenmeyen düşünceleri değiştirmeye, bu düşüncelerden kaçınmaya veya kurtulmaya çalışıyoruz. Onları basitçe kendi haline bırakıyor istedikleri gibi gelip gitmelerine izin veriyoruz.

Ayrışma becerileri mutluluk tuzağından kurtulmak için elzemdir. Eğer düşüncelerimizi gerçekten oldukları haliyle yalnızca kelimelerden ibaret olarak görüyorsak ve bunlara odaklanmadan gelip gitmelerine izin veriyorsak zamanınızı ve enerjimizi istediğimiz yaşamı oluşturmak için harekete geçmek gibi daha önemli şeylere ayırabiliriz. Dilimiz bize can sıkıcı hikayeler anlatmaktan asla (En azından kalıcı olarak) vazgeçmeyecek. Zihnimizin yapmış olduğu budur. O zaman gerçekçi olalım, gerçek şu ki tekrar tekrar bu hikayelere takılıp gideceğiz. Bu kötü haber.

İyi haber ise belirgin gelişmeler kaydedebilirsiniz. Kendimizi bu düşünceleri nasıl daha seyrek yaptıracağımız konusunda eğitebiliriz. Düşüncelere kapılıp gittiğimizde bunlardan sıyrılmada çok daha becerikli hale gelebiliriz.

Tüm bu yetenekler bizi mutluluk tuzağından uzak tutacaktır…

Selam ve Dua ile, Hayırlı bayramlar.

Mehmet Akif İkbal

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.