Namaz Ehli; Olumsuz Sifatlardan Azad Olanlar...

Namaz Ehli; Olumsuz Sifatlardan Azad Olanlar...

İnsanın üzerinde yaratıldığı ve hayatına olumlu veya olumsuz yönde yön veren sıfatlara Kur`an birçok ayet kerimede değinmektedir. Örneğin...

إِنّ الانسنَ خُلِقَ هَلُوعاً (19) إِذَا مَسهُ الشرّ جَزُوعاً (20) وَ إِذَا مَسهُ الخَْيرُ مَنُوعاً (21) إِلا الْمُصلِّينَ (22) الّذِينَ هُمْ عَلى صلاتهِمْ دَائمُونَ

Gerçekten insan hırslı yaratılmıştır. (19) Kendisine bir şer dokunduğu zaman feryad eder. (20) Kendisine bir hayır dokunduğu zaman da cimrilik eder. (21) Namaz kılanlar müstesna. (22) Ki onlar, namazlarında devamlıdırlar.(23)

İnsanın üzerinde yaratıldığı ve hayatına olumlu veya olumsuz yönde yön veren sıfatlara Kur`an birçok ayet kerimede değinmektedir. Örneğin; خلق الإنسان من عجل(Enbiya: ) ayetinde geçen insanın çok aceleci bir yapıya sahip olduğu veya ……… إنه كان ظلوما جهولاayetinde ifade edildiği gibi çok zalim ve çok cahil olduğu ifade edildiği gibi…
Bu ayet-i kerimelerde ise insanın kendi çıkarlarına çok düşkün yaratıldığı ve bu ahlakın yansımaları olarak belalara karşı vaveyla kopardığı, eline geçen imkânlar/nimetler konusunda da çok bencil olduğu gerçeği dillendirilmektedir. Tabi bu sıfatın terbiye yöntemini de aynı şekilde vermektedir ayet-i kerimeler…

Evvela şu külli kaideyi Üstad Bediüzzaman hazretlerinin dilinden verelim; “Hulkiyette asıl olan hüsndür, kubh ise tebeidir.”

Yani; yaratılan her şeyin, ister maddi ister manevi, yaratılış amacı hayra, iyiliğe, güzelliğe hizmettir. Herhangi bir mahlûktan sadır olan herhangi bir çirkinlik, kötülük veya istenmeyen herhangi bir şey o mahlûkun yaradılışının yan etkisidir, asıl amacı değildir.

Örneğin en çirkin hasletlerden olan hased; kişinin akranlarına bakıp dünyevi ve uhrevi saadetten yana gayreti gelmesi için kendisine verilmiştir. Ehemmiyetsiz dünya nimetlerinden dolayı akranlarından haset etmesi bu ahlakın baskın çıkmış yan etkisidir. Yine aynı şekilde Allahu Teâlâ’nın hiçbir şekilde hoş görmediği kibir; insanın Allah (cc)’tan başkasına boyun eğmesine tenezzül etmemesi için verilmiştir. Hemcinslerine karşı büyüklenmesi ya da hakka karşı kibirlenmesi bu ahlakın baskın çıkmış yan etkisidir.

İşte bu ayet-i kerimelerde sözü edilen هَلُوعاً sıfatı da insanda bulunan cibilli/yaradılıştan gelen bir sıfattır. Ve bu sıfatın insanda bulunması da insanın dünya imtihanı için hikmet-i ilahinin yaradılışta insanda var ettiği bir sıfattır. Diğer her mahlûk gibi bu sıfatın da yaradılışında asıl olan hüsndür.

Bu sıfat yaradılıştan insanla beraber var edilmiştir. Zira; insan hayatının evvelinden başlamak üzere menfaatlerine düşkündür ve sıkıntılara karşı tepki verir. Örneğin; daha birkaç aylıkken kendisi için faydalı olduğuna inandığı şeyleri göz zevki/şehveti ile tanımlar. Kırmızı renkli bir cismi diğer cisimlere, sıcak renklileri soğuk renklilere tercih eder ve eline geçirdiği bu cisimleri başkasından esirger. Elinden alınmasına karşı ağlamak vb. reaksiyonlarla tepki verir. Yine kendisini sıkan, acıtan bir durum karşısında da aynı şekilde vaveyla eder.

Göz zevki/şehvetine karşı daha sonra tatma zevki/şehveti de eklenir. Baliğ olduğu zaman da bu güdülere cinsel zevkler/şehvetler de eklenir. Bu güdülerle kendisine sıkıntı veren şeye karşı tepki verir, bu güdülerini yatıştıran/tatmin eden cisimleri de başkasından esirger.

İnsan akil olduğu zaman ise kendisine yeni kuvveler verilir; bu akıl, erdem, rüşd vb. kuvvelerdir. İnsan bundan sonra tercihlerini bu kuvvelerin terbiyesinden geçirirse yaradılışta kendisine verilen هَلُوعاً sıfatı kendisinin saadeti dareyni için bulunmaz bir hizmetçi olur. Artık kendisini tatmin eden cisimlere değil dünya ve ahiret saadeti getirecek olan her şeye “aşırı derecede bir düşkünlük” besler. İbadet düşkünü olur, cömertlik düşkünü olur, ilim düşkünü olur vs… Bu durumda menfaatlerine düşkünlük yerilen değil övülen bir sıfat olur. Feryadı ahiretini, iman ve mürüvvetini tehlikeye sokan bir şeye karşı basar. Ki bunlar da masiyetlerdir, cebanlıktır, bahilliktir, vb. kendisine yaradılışı ile beraber verilen sıfatların ifrat veya tefrit hale kaymalarıdır. Kötülüğün kendisine dokunmasına karşı vaveyla etmesi de artık yerilen değil övülen bir sıfat olur.

Akıl ve rüşd bu sıfata yön vermeye başladığı zaman insan artık hakkı olmayana tamah etmez, hakkı olandan feragat eder ve başkası ile paylaşır.

Bu açıklamalara binaen diyoruz ki; başta Zamahşeri olmak üzere diğer Mu’tezili âlimlerin; “ Burada bahsi geçen هَلُوعاً sıfatı insana verilen cibilli/yaradılıştan gelen bir sıfat değildir. bu kafirlerde bulunan bir küfür ahlakıdır. Zira hem Allahu Teala musallin/namaz kılanları bundan istisna ediyor ki eğer yaradılıştan bütün insanlara verilmiş olsaydı bundan musallin/namaz kılanlar da müstesna olmazdı hem de burada Allahu Teala bu ahlakı zem ediyor. Oysa eğer yaradılışta verilen bir sıfat olup insanların sonradan kazandığı bir sıfat olmasaydı, Allah (cc)’ın kendi fiillini zem etmesi olacaktı ki hiçbir zaman Allahu Teala kendi fiillerine zem etmez.” Şeklindeki açıklamalarına katılmıyoruz.

Bunun yerine selefimiz olan Eh-i Sünnet ulemasının; “Burada yerilen هَلُوعاً/menfaatlerine aşırı düşkünlük sıfatı değil, bu sıfatın amacının dışında, dünya ahiret saadeti için değil, nefsani arzular için kullanılmasıdır. Ki burada zikredilen; sabırsızlık ve paylaşamama halleridir. Bil buradaki هَلُوعاً sıfatı için iki durum söz konusudur ki bunların birincisi; Nefsani haldir ki, insanın kendisinden dolayı vaveyla kopardığı, cimrilik ettiği dürtüdür. İkincisi ise; bu dürtünün isteği doğurultusunda hareket edilip ortaya dökülen zahir fiil ve kavllerdir. Birincisi yani nefsani olan dürtüden insan mesul değildir. zira bu yaradılış ile insana verilmiş ve insanın bunu söküp atması mümkün değildir. Kendisinde aşırı derecede kuvvetli olarak yaratılan cimrilik sıfatının, korkaklık sıfatının, şecaat ve battallık sıfatının sahipleri tarafından kalplerinden sökülüp atılması mümkün değildir. ama bunların dürtülerine kulak asmamak insanın elindedir. (Psikolojide tarif edilen korkuyu sökmek mümkün değil ama onu yenmek mümkün)” Görüşlerini kendimiz için ölçü alıyoruz.

Ayetlerde geçen lafızların tefsirine gelecek olursak; هَلُوعاً ibaresi hakkında Hasan: Bahil/cimri, İkrime; aşırı hırslı, Katade; sıkıntılı (stresli/panik), Ebul Gayyas; zayıf, Mücahid; umutsuz, feryad eden olarak tanımlamışlar. İbn-i Abbas ise sonraki iki ayetin bu ibareyi tefsir ettiğini söylemiştir. O da; هَلُوعاً olan kişi kendisine bir şerr dokunduğu zaman cez’ eden, kendisine bir hayır dokunduğunda ise men’ edendir. İbn-i Abbas’ın bu görüşüne de iki yorum getirilmiş onlar da birincisi; “kendisini bir musibet ettiği zaman sabretmez, kendisine bir hayır dokunduğu zaman ise şükretmez.” İkincisi ise; “Kendisine zenginlik verildiği zaman cimrilik eder ve Allah (cc)’ın hakkını gözetmez. Kendisine fakirlik isabet ettiği zaman ise; dilenmeye ve insanlara dadanmaya başlar.” Bu son görüş Yahya bin Selam’ın görüşüdür.

إِلا الْمُصلِّينَ ibaresinde kast edilenler ile ilgili olarak Nehai; farz olan namazları eda edenlerdir” demiş. İbn-i Mes’ud ise; namazı vaktinde kılanlardır” demiş. Kimisi bunlar Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selamın ashabıdır” demişler. Kimisi de; “bunlar bütün Müminlerdir” demişler. Zira onlar Allahu Tealaya olan güvenleri ile kalblerindeki korkuyu yenip atmışlardır.

الّذِينَ هُمْ عَلى صلاتهِمْ دَائمُونَ sıfatı ile ilgili olarak vakitleri gözetirler diyenler olduğu gibi İbn-i Cerir ve Hasan; nafilelerini fazlalaştıranlardır, demişler. Akabe bin Amir ise; namazda sağa sola dönmeyenlerdir” demiş.

Burada insanda bulunup mecrasından çıkmış bir ahlak zemmediliyor. Ki bu da menfaatlerine aşırı düşkünlük halini almış olan fıtri sıfattır. Kur`an-ı Kerim bu sıfatın mutedil haline değil de insanlar arasında yaygınlaşmış olan mecrasından sapmış haline değiniyor ki bu da bencillik, panik hal olarak ifade edebileceğimiz sıfattır. Bu sıfat ise her hal ü karda eğer mecrasına dönmez insanı helaka götürecek bir sıfattır. İnsanın bu sıfatının mecrasına döndüren birçok ibadet vardır. Ama Allahu Teala bunların başında namaz geliyor ki özelliği de devamlı olmasıdır. Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam; “Amellerin Allah’a en sevimlisi az dahi olsa sürekli olandır.” Hadisi ile aslında namaza işaret ediyor. Zira namaz zahiren azdır. İnsanın birkaç dakikasını tutan bir ibadet ama süreklidir ve Allah’a en sevimli olan ibadettir. Ama şu noktaya da ince bir şekilde değiniyor; “Namazın Allah (cc)’a en sevimli ibadet olmasını sağlayan ana unsur sürekliliğindedir. Öyle ise ibadetlerinizin Allah (cc) katında sevimli olmasını istiyorsanız devamlı olmasına dikkat ediniz.”

Ramazanda edindiğimiz az veya çok mutlaka ek ibadetler olmuştur. Bunlar soyu kesik insan gibi munkatı’ olmamalı. Tam aksine nesli kıyamete kadar sürecek olan Hz. Resulullah gibi sürekli olmalı. O zaman bu ibadetimiz, âdetimiz Allah (cc) katında sevimlilik sıfatını kazanır.

Faruk Hamza / İnzar Dergisi - Eylül 2012

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.