Ne de çok özlemişiz seni ey güzel nesil
Gündüzler bile geceleşti artık, ne zifiri bir karanlıktır bu! Dosdoğru yolu aydınlatan kandilleri kırdılar birer birer!
Gözler yorgunluktan bitap düştü araya araya… Gönüller, aşığın maşuka iştiyakı gibi sabırsız, deli divane… Varsın Mecnun arayıp dursun Leyla’sını çöllerde. O ‘Hayırlı Ümmet’ten her biri tütüyor gözlerimde…
Ne uzun bir arayış, ne bitmez bekleyiştir bu!.. Gündüzler bile geceleşti artık, ne zifiri bir karanlıktır bu! Dosdoğru yolu aydınlatan kandilleri kırdılar birer birer! Uyurgezer bir haldedir insanlık, ölüm mü? Hayır, ölümden de beter! Ey en karanlık çağları aydınlatan Hayırlı Ümmet! Gönül bahçelerinde öten bülbüller matemdedir şimdi. Gel de gör, ne haldedir gülistan, baykuşlara barınaktır şimdi. Bil ki yıldızlara duyulan özlem ayyuka çıktı. Saadet asrını yâd eden gözlerde tükendi, yaş kalmadı.
Nerede o gülistanın gül derenleri? Nerede o gecelerin uykuya küskün abidleri? Nerede hani, ahireti dünyaya tercih edenler? Canla cananı Rablerine satanlar hani neredeler? Neredeler o hayatı iman ve cihaddan ibaret bilenler? Zulme karşı dimdik duranlar şimdi neden görünmezler?
Onlar karanlığın en koyu olduğu bir zamanda, şafağı müjdeleyen fecr-i sadık gibi ışık saçtılar insanlığa. Gözleri kapalı ha bire düşüyorken insanlar ateş çukuruna, bir tekini olsun kurtarmak için çalıştılar canla-başla. Hidayet Güneşi’nin dilinden duymuşlardı çünkü onlar, hidayete vesile olmanın hayrını. “Vallahi” demişti o Resul-i Kibriya, “Birisinin senin elinle hidayete gelmesi, kızıl develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır sana.”[1]
Bu müjdeyle en sarp dağları aşıp hedeflerine aktılar. Rüzgâr gibi geçtiler düz ovalardan, kırlardan yel gibi estiler. Yol verip mutileşti onlara azgın nehirler. Geçit vermez uçurumlardan kanatlanıp uçtular. İmanın doruklarında gezen bir orduya deniz olur muydu hiç engel? Cevşenin kerametiyle toprakta yürür gibi denizleri aştılar. Gâh rahmet olup hayat verdiler kuruyan gönüllere, gâh gazap kırbacı gibi indiler asi milletlere. Bazen ot bitmez sahralara hayat veren yağmur gibi bulutlardan indiler. Bazen çorak gönülleri dirilten soğuk pınarlar gibi hayat verdiler. Ölü ruhları diriltmek için de bazen canlarından geçtiler.
Yüreklerini kavuran bir ateşti Allah aşkı, Peygamber sevgisi. Kardeşlikten taviz vermediler asla, hep kardeşlikten yana oldu tercihleri. Aç olanları doyurmak, Resul Aleyhisselatu vesselam’dan gördükleri bir adetti, aç olsalar da kendileri. Yetimlerin koruyucusuydular, hem dulların hamisi. Bir ahlak ve iffet abidesiydiler, onların her biri numuneydi insanlığa. Ürperti içinde kalırdı kalpleri Allah’ın ayetleri hatırlatıldığında. Bir çocuğun masumluğunu takınırlardı Resul Aleyhisselatu vesselam’ın huzurunda oturunca. Ne dünyevî maişet derdiydi düşündükleri, ne aile, ne çocuktu, rıza-yı ilahiden başka. Eksilmezdi gözlerinden yaş, kalplerinden korku çıkmazdı anılınca cehennem. Sırf bu yüzden ne meylettiler dünyaya, ne biriktirdiler mal, mülk, altın veya dirhem…
O ne huşuydu ya Rab namaza durduklarında! Ordular karşısında dimdik duran bedenler, bir kuru yaprak gibi titrerdi o anda. Mutlu olduklarında şükürleri namazdı, yine namazdı onlara tek teselli hüzün anlarında… En keskin kılıçtı namaz cihad meydanlarında, korundukları en sağlam kalkan yine namazdı. Hiçbir kula eğilmeyen başlar ancak kıyamlarda eğilirdi. İşte bu namaz erleriydi ülkeleri fetheden bir bir. Her fetih hamd ile tesbih vesilesiydi, buydu çünkü ilahi emir!
Müminlere karşı şefkat doluydular, kâfirlere karşı sert ve şiddetli. Kendilerine sırdaş edinmediler asla münafık ve kâfirleri. Sadece Allah için buğzederlerdi, sevgileri yalnız Allah içindi. Kendilerinden olmayanlara yanaşmadılar hiç, benzemek şöyle dursun. Asla taviz vermediler bu konuda, ister babaları, kardeşleri ya da akrabaları olsun. İbadette, yaşayışta, konuşma ve adapta tek örnekleri Resul-i Kibriya Aleyhisselatu vesselam’dı onlar için. Bu örnekliği affa vesile sayarlardı, cennete ulaşmak için.
Bela ve musibetler eksilmezdi hayat boyu başlarından. İmanları hep sınavdaydı, sınıyordu onları Yaradan. ‘Korku, açlık, mal, can ve ürünlerin eksikliğiyle’[2] sürüyordu imtihan. Sabır ve sebat ile şükürdeydi dilleri hep. Sabırlarıydı, Allah’ın müjdesine nail olmalarına giden sebep. Çünkü onlar Allah’tandır imtihanın her çeşidi bilerlerdi. Ancak sabır ile gelirdi Allah’ın sonsuz rahmet, nimet ve merhameti. Onlar bilirlerdi; çünkü sıkıntıyı veren O’dur, felaha kavuşturan O; darlığa atan O’dur, genişleten yine O! Bu bilinçle ulaştılar onlar imanın zirvelerine, imanın sırlarını gösterdiler, her çağda izleri sıra yürüyenlere.
Kibir ve büyüklenme şeytanın ahlakıydı onların yanında. Kıskançlık nedir bilmezlerdi, çekememezliği tanımadılar asla. Mal-mülk, soy-sop ya da zenginlik üstünlük vesilesi değildi aralarında. Bilirlerdi; çünkü üstünlük sadece takvadadır Allah katında. Bu bilinç ve ahlakla güzide bir toplum oluşturdular, örnek olacak kıyamete kadar. Onların ardı sıra yürüyenler hiçbir zaman yollarını kaybetmeyecekler.
İnsanlığa numune-i imtisal olanların hikâyesidir bu! Tüm çağlara kulluk dersini talim edenlerin destanıdır bu! “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz…”[3] iltifatına mazhar olanların hayatıdır bu! Gözlerin bir daha benzerini göremediği bir neslin kurduğu iftihar toplumudur bu! Her biri birer yıldız gibi yolunu kaybedenleri selamete çıkaran rehberlerin yoludur bu!
Bir ümmettiler onlar, yaptılar en güzel şekilde görevlerini. Resul Aleyhisselatu vesselam’ın terbiyesinde öğrettiler amelin iyi ve güzelini. Rabbe kul olmanın nasıllığı hayatlarıyla anlam buldu. ‘Dünyaya niçin geldik’ sorusuna en güzel cevap yaşantıları oldu. Onlar gelip geçtiler, Cennet-i Âlâ’da bize bakmaktadırlar şimdi. Belki de hâlâ dua etmektedirler görünce halimizi.
Sizden anladım ki, her çağda kurtuluşun yolu birdir ey güzel Nesil! En yüksek sesimle haykırıyorum; “Haydi, Sünnete sarıl ey insanlık, sen de Kur’an’la diril! Selef-i salihinin hayatları işte numunedir önümüzde, eğer takip edersek kurtuluruz inan hep birlikte. Bil ki izleri sıra yürüyenler en sarp dağları aştılar. Gördük ki takip etmeyenler düz yollarda şaştılar.”
İşte o numune nesil, takip ederek sarp dağlardan kartallar misali uçan cengâverlerden birisi de şehadetini teessürle öğrenmiş bulunduğumuz Şamil Basayev’dir. O, dağların kartalı yiğit mücahid, hayatını cihada ve şahadet sevdasına adayarak pak ruhunu Rabbine teslim etti. O, ahdini yerine getirenlerden oldu. Bize de ahdini bozmadan beklemek kaldı.
“Mü'minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.”[4]
[1] (Ebu Davud, Buhari, Müslim)
[2] (Bakara Suresi 155. ayetten iktibas)
[3] (Al-i İmran Suresi: 110)
[4] (Ahzab: 23)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.