Nefs Tezkiyesi İçin En Güzel Zaman
Bir yıl önce hüzünle uğurladığımız rahmetle dolu Ramazan Ayı’na yeniden ‘merhaba’ diyoruz. Ayrılığında duyduğumuz üzüntü kadar, gelişi için de bir iştiyak, bir sevinç, bir heyecan duymaktayız yüreğimizde.
Bir yıl önce hüzünle uğurladığımız rahmetle dolu Ramazan Ayı’na yeniden ‘merhaba’ diyoruz. Ayrılığında duyduğumuz üzüntü kadar, gelişi için de bir iştiyak, bir sevinç, bir heyecan duymaktayız yüreğimizde. Bu sevinç ve heyecanı her bir uzvumuz, her bir hücremiz ayrı ayrı yaşamakta ve lisan−ı halleriyle “Hoş geldin ey Rahmet Ayı” demektedirler.
Allah’ın mü’min kullarına bir armağanı olan Ramazan Ayı’ndan en kâmil manada istifade etmenin telaşı çepeçevre kuşatmış bizi. Yine her zaman olduğu gibi başladığı gibi bitecek, lezzetine doyamadan araya bir yıllık hasret koyarak aramızdan ayrılıp gidecek olan bu mübarek aydan ziyadesiyle istifade etmek için herkes kendine göre planlar yapmıştır elbette. Her plan, mutlaka Allah’ın rızasını daha çok kazanmaya ve Allah’a daha fazla yaklaşmaya odaklanmıştır. Ancak istifade hususunda kimin ne şekilde planı olursa olsun, eğer nefsi tezkiye konusuna yer ayırmamışsa, bu istifade eksik kalacaktır. Zaten Ramazan orucunun en önemli amaçlarından birisi, nefsin tezkiyesidir. Öyleyse bu ayda nefsin tezkiyesi ve terbiyesine ayrı bir önem verilmelidir.
Nefsin, daima kötülüğü emrettiği[1], Kur’an-ı Kerim’de açıkça belirtilmiştir. Nefs, bu ameliyesini gerçekleştirirken, elbette en büyük destekçisi şeytan aleyhillanedir. Bu bağlamda şeytan ve nefsin ortak bir noktada buluşarak insanın amellerinde yaptıkları tahribat, farkında olmadan insanı Allah’tan uzaklaştırmaktadır. Yıl içinde insanın bazı konularda rehavete kapılması, iyilik ve takvada hissedilir bir gerilemeye uğraması, alışkanlık edinilen nafile ibadetlerde gevşeklik göstermesi, hep bu ortaklığın yaptığı tahribatlardandır. Sinsi bir yaklaşımla aklı ve duyguları kontrol altına almaya çalışan nefsin ve şeytanın tek amacı, insanı Allah’tan uzaklaştırıp şeytanın emir ve idaresine koymaktır.
Bu sinsi düşmanı dizginlemek için Ramazan Ayı tam bir fırsattır. Çünkü bir aylığına da olsa, nefsin şeytanla ortaklığı sona ermektedir. Zira Resul−i Ekrem (sav)’in “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur”[2] şeklinde ulaşan hadisi, şeytanların zincirlere vurulduğunu müjdelemektedir. Öyleyse yalnız kalan nefsimizi terbiye ve tezkiye etmenin tam sırasıdır.
Nefsi tezkiye etmenin en iyi yolu, onun hoşlanmadığı şeyleri yapmaktan geçer. Elbette bu konuda en iyi metot, nefsin açlık ve susuzlukla terbiyesidir ki, Ramazan’da tutulan oruç büyük ölçüde bu hedefe ulaştırmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav)’in bekâr Müslümanları oruç tutmaya teşvik etmesi[3], nefsin şehevi yönünün açlık yoluyla bastırıldığı gerçeğini ortaya koymaktadır.
Buna ilaveten Ramazan Ayı, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen arzularını dizginlemek için bazı alışkanlıkların edinildiği bir aya dönüşürse, hem bu mübarek aydan amaçlanan istifade sağlanmış olacak, hem de sonraki zamanlarda nefsin akla ve duygulara galebe çalmasının önüne geçilecektir. İlk adım olarak Ramazan Ayı’na başlarken kendimizi muhasebeye tabi tutarak hangi konularda nefsimize mağlup olduğumuzu bulabilirsek, nefsin tezkiyesi yönünde neler yapabileceğimizi çok daha iyi tespit edebileceğiz. Zira teşhisi doğru koymak, tedavinin yarısı demektir. Daha sonra, nefsin en çok hoşlanmadığı ve sürekli olarak gevşeklik göstermeye ittiği sünnet ve nafile namazları düzenli kılmak için bir arzu ve istek oluşmalıdır. Çünkü bu tür namazlar, farz olan namazları bütünleyici ve onları koruyucu birer kalkan niteliğindedirler. Yüce Allah (cc); “Sana Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklardan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyüktür! Allah, yaptıklarınızı bilir”[4] şeklinde buyururken, kâmil anlamda kılınan namazların nefsin isteklerini gemlediğine ve kişinin İslam dairesi içinde kalmasına vesile olmasına da vurgu yapmaktadır. Şüphesiz namaz; iman sahipleri dışındakilere, nefsinin emriyle hareket edenlere zor gelen ibadetlerin başında gelir. Öyleyse Ramazan Ayı’na başlar başlamaz, özellikle farz namazları tadil ve erkânına riayet ederek vecd ve huşu içinde kılmaya gayret göstermeli, farza bağlı sünnetler ile nafile namazlarda devamlılık sağlamalıyız. Bunu yaparken, yukarıda zikredilen Ayet−i Kerime’yi sürekli göz önünde bulundurmalı ve namazın dinin direği[5] olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Öyle ki, edineceğimiz bu alışkanlık, bir an bile vazgeçemeyeceğimiz bir alışkanlık haline gelsin.
Yıl boyunca kalpler, nefsin her konudaki dürtüleriyle Allah’tan gafil olur ve Allah korkusunu unutacak duruma gelir. İmanın yeri kalp olduğuna göre, onu gafletten kurtarmak, bir bakıma imanı nefsin hegemonyasından kurtarmak anlamına gelir. Kalpler, ancak Allah’ın zikriyle gafletten kurtulurlar. Çünkü Yüce Rabbimiz; “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur”[6] Ayet−i Kerimesi’yle bu gerçeği ortaya koymaktadır. Bir gerçek daha var ki, o da Allah’ın zikrinden gafil olan kalplerin sapıklık içinde olduğudur. Bunu da Rabbimiz; “Allah, kimin göğsünü İslam’a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah’ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler”[7] Ayetiyle kullarına bildirmiştir. Bu ayetlerden anlaşılan, zikir sayesinde kalplerin gafletten uzaklaşıp dirileştiği, her an Allah’ın murakabesi altında olduğunu hatırladığı ve zikrin, nefsin süfli arzularını gemlediğidir. Kur’an-ı Kerim’de mü’minleri Allah’ı zikretmeye teşvik eden birçok ayet vardır. Bunlardan bazıları:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.”[8]
Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü’minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.[9]
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.[10]
Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin.[11]
Elbette Allah’ı zikretmenin çeşitli yolları vardır. Ancak her konuda yol gösterici ve rehberimiz olan Resul−i Ekrem (sav)’in tavsiyesine uymak en güzelidir. Ebu’d−Derda (ra)’dan rivayet edilen bir hadiste, o şöyle demiştir: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana dedi ki: Sana “Sübhanallahi velhamdulillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber” demeyi tavsiye ederim. Zira bu kelimeler, günahları döker, tıpkı ağacın yapraklarını dökmesi gibi.[12]
Yine sahabeden Hazım İbn−u Harmele (ra): “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm’a uğramıştım. Bana: ‘Ey Hazım! Lâ havle vela kuvvete illa billâh, de! Çünkü bu cümle cennet hazinelerinden biridir’ buyurdular” şeklinde bir hadis rivayet etmiştir. Öyleyse Yüce Peygamberimiz’in (sav) tavsiye ettiği bu zikirleri, Rabbimiz’in zikir konusundaki emirlerini yerine getirmek için günlük virtler olarak alışkanlık edinmeliyiz. Bu öyle bir alışkanlık olsun ki, kalpler Rablerinden bir an bile gafil kalmasın.
Allah’ın zikriyle mutmain olmuş bir kalbe sahip olan mü’min, Allah’ın has kulları arasına girer. Yüce Allah (cc) böyle bir kulun bağışlanmaya ve ahirete yönelik dilek ve dualarını boş çevirmez. Nitekim Resulullah (sav), Ebu Ümame (ra)’den rivayet edilen bir hadisinde “Kim yatağına temiz (abdestli) olarak girer ve uyku bastırıncaya kadar Allah’ı zikrederse gecenin herhangi bir saatinde uyanıp da Allah’tan dünya veya ahiret hayırlarından bir şey isterse Allah Teâla, istediğini mutlaka ona verir”[13] diye buyurmuştur.
Hele Ramazan Ayı münasebetiyle evlerde ya da camilerde zikir halkaları oluşturmanın sevabı çok daha fazla olduğu gibi, bu halin nefsi tezkiye etmede zirve noktasını oluşturduğu da bir gerçektir. Çünkü zikir halkalarında melekler de hazır bulunur ve Allah’ın rahmeti onları kuşatır. Ebû Müslim el-Eğarr (rahimehullah) demiştir ki: Ben şehâdet ederim ki Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd (ra) Resûlullah (sav)’ın şöyle söylediğine şehâdet ettiler: “Bir cemaat oturup Allah’ı zikrederse, mutlaka melekler etraflarını sarar, Allah’ın rahmeti onları bürür, üstlerine sekine iner ve Allah onları yanında bulunan (büyük melek)lere anar.”[14]
Yüce Allah’ı zikretmenin yanı sıra Ramazan Ayı’nda özellikle Yüce Peygamberimiz (sav)’e bol bol salâvat−ı şerife okumayı da ihmal etmemeliyiz. Zira ona okuyacağımız salâvatlar, bizim için şefaat kaynağı olacaklardır. Yüce Allah (cc)’ın “Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin”[15] emrini en güzel şekilde yerine getirmeli ve bunu Ramazan’da edineceğimiz alışkanlıkla tüm hayatımız boyunca aksatmamaya gayret göstermeliyiz.
Ramazan Ayı’nı bu şekilde değerlendirirsek, inşallah hem nefsimizi tezkiye etmiş, hem de büyük hayırlar kazanmış olacağız. Her amelin nihai hedefi Yüce Allah (cc)’ın rızasıdır. Umulur ki, bu mübarek ayı bir başlangıç yaparak nefsimizi terbiye ve tezkiye ettiğimizde Yüce Allah (cc)’ın “Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir”[16] şeklinde iltifat edip büyük mükâfatlara gark ettiği kulları arasına girmiş olacağız. Şüphesiz Rabbimiz büyük lütuf sahibidir.
İnzar Dergisi
[1] “… Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Yusuf Suresi: 53)
[2] Buhari, Müslim, Nesâî,
[3] Hz. Aişe (r. Anha)’den: Resûlullah (sav) buyurdular ki: “Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı siz(in çokluğunuz) ile iftihar edeceğim. Kimin maddî imkânı varsa hemen evlensin. Kim maddî imkân bulamazsa (nafile) oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehveti kırıcıdır.”
[4] Ankebut Suresi: 45
[5] “Namaz dinin direğidir. Kim bunu ikame ederse (ayakta tutarsa) dinîni ikame eder, kim de bunu yıkarsa dinîni yıkar” (Kutub−u Sitte)
[6] Ra’d Suresi: 28
[7] Zumer Suresi: 22
[8] Al-i İmran Suresi:191
[9] Nisa Suresi: 103
[10] A’raf Suresi: 205
[11] Ahzab Suresi: 41
[12] Kutub−u Sitte
[13] Tirmizî
[14] Müslim, Tirmizî
[15] Ahzab Suresi: 56
[16] Fecr Suresi: 27−30
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.