Nefsime Hidayet ve İstikamet Dersleri -3
Geçen gün hamallar, bir yük için, “sen çekme ben aslan gibi çekerim” deyip kavga ediyorlardı.
Şeytandan ve nefsimizin baskısıdan Allah’a sığınırız.
“Geçen gün hamallar, bir yük için, “sen çekme ben aslan gibi çekerim” deyip kavga ediyorlardı. Neden? Çünkü onlar, o zahmet ve eziyette bir fayda, bir kâr görüyorlardı. Onun için o yükü kapıyorlardı. Allah’ın vereceği ücret nerde, bir züğürdün vereceği ücret nerede? O halde iman ve İslam yükünü kapmak gerek, hamallar gibi yarışmak gerek, çünkü bu yükün kârı çok fazla.”[1] Bu yükte rahatlık ve ferahlık var, kazanç ve kurtuluş var, Saadet-i Dareyn (iki dünya saadeti) var.
“Güzelim güneş (İslam güneşi) meydandayken mumdan, kandilden aydınlık isteme.”[2] Güneşi değil de başka şeylerden ışık (hidayet ve kurtuluş) almaya kalkışmak hem güneşe (İslam’a) hakaret, hem hakka ve hakikate hakaret, hem de sana hakarettir. Çünkü bu güneş haricindeki tüm ışıklar (diğer ideoloji ve düşünceler) fanidir, zaildir, nakıstır ve batıldır. Köklü çözüm İslam güneşidir. Hak ışığı haricindeki tüm ışıklar, tavşan avlamak için ava verilen av ışıklarıdır. Bu yalancı aydınlıklar birer tuzaktırlar. İnsan, cehennem vadilerine av olmaktadır, şeytana av olmaktadır.
Dikkat! Tasavvurdaki/düşüncedeki küçük bir sapma, fikirdeki küçük bir milimlik kayma, iş ve eyleme geçildiğinde; kilometrelere tekabül edebilir.[3] Tıpkı silah kullanan bir avcı gibi. Tüfekteki hafif bir milimlik sapma veya hata, 500 metre atışta, belki 10 metre sapma demektir. Fikrimizi, akidemizi çok küçük dahi olsa yanlışlardan arındırmalıyız. Bugün amel ve halimiz iyi değilse bilin ki en büyük nedeni bizim akidemizdeki küçük-büyük sapmalarımızdandır. Akidenin küçük sapması, amelin azıtmasıdır.
Kendine bak ve iman, “ne kazandırdı?” de. İman, senden çıkarsa sen ne olursun, diye bir akıl yürüt. Eğer iman, seni çok fazla değiştirmişse, bil ki sen, iyi kullardansındır. Yok, imansız olsan da sen yine eski tas ve eski hamamsan vay senin haline ve imanına! Örneğin, imansız olsaydın senin günlük fikir ve yaşantın ne olurdu? Hayatında çok değişiklik olursa bil ki sen Mü’minsindir. Mesela; imansız olman halinde namaz, dürüstlük, ahde vefa, namuslu olmak… gibi üstün vasıflar senden ayrılıyorsa ve hayatın tamamen değişiyorsa bil ki sen iyi bir kulsundur. İmanlı ve imansız halin, birbirine yek ise Allah yardımcın ve hidayetçin ola.
“Ey hak yolcusu! Ölüme hoş bir halde kendi isteğinle git. Hırsızların darağacına gittikleri gibi acılarla, zorluklarla, itilerek kapılarak gitme.”[4] Madem ölüm var, ama kaçmak yok ve madem gittiğimiz yerin sahibi cömert ve misafirperverdir, o halde ölüme istekli gitmek, şükürlerle gitmek gerek.
“Sen kendine acımazsan rabbin de sana acımaz.”[5] Kendine kıymet vermeyeni, hiç kimse kıymetli görmez. Kendini küfür ve isyan ateşine atarken rabbin seni ancak uyarabilir. Ötesi artık senin rezilliğinin karşılığını almandır. İyi yâ da kötü tüm yediklerimizi (rezillik ve günahlarımızı) kıyamette kusarız.
İnsan, birçok zaman iç alemine danışır. Aslında bu danışmaların birçoğu (kendi farkında değildir) şeytanladır. Bir konu yâ da meselede içinde kime danıştığını iyi idrak etmeli, vicdanı ve aklı içteki şura meclisinin üst koltuklarına oturtmalısın. Yoksa şeytan ve nefsin, o meclisi işgâl edip vicdan ve aklını tahtından alırlar.
‘Hz İsa Allah dininin sarhoşuydu, eşek ise; arpa sarhoşudur. Şu dışarıda gezen sarhoşlar acaba bu iki sarhoşluktan kime dâhildirler.’(Mevlana) Mal, kadın, yiyecek, altın ve daha nice şeyler nefsi azdırdı, azıtan nefis ise kontrolünü bıraktı, sarhoş oldu. Ey nefis, sen kimin sarhoşusun? Eğer düzelirsen hak sarhoşu olursan ey nefsim, Mevlana gibi şunları dersin: “Kıyamet bir bayramdır. Dinsizler ise o bayramın davuludur. Biz de gül gibi açılıp gülen bayramın halkıyız.” Mahkeme gününden en fazla suçlular korkar.
Şu balçıklı bedende manen yükselmek imkânsız, ama sen, iyisi mi gönül ovasına yürü; çünkü orda genişlik, güzellik ve zenginlik vardır. Beden, yükselecek hiçbir erdeme sahip değildir, hem de çok ağır ve topaldır. Oysa gönül deryası, başka deryalara benzemez. Şu insanlar içinde hiç kimse bu deryanın sınırına ulaşmadı.
Kur’an, peygamber asasıdır. Kâfirlikleri, küfür inançlarını bir ejderha gibi yutar.[6] Musa (a.s) gibi Kitabı kendine arkadaş, dayanak ve yoldaş edin. İşte o zaman hiçbir Firavunun seni yıkamayacağını, hiçbir sihirbazın seni alt edemeyeceğini bilfiil müşahede edersin.
Allah kendi güzelliği anlaşılsın ve kavransın diye güzeller (tabiat, çiçekler, insanlar, yıldızlar…) yarattı. Yoksa sen tapasın diye bu güzelleri yaratmadı.
“Zikir ve tesbih meleklerin gıdasıdır.” Tesbihi, zikri ve zikir ehlini küçümseme. Tesbih etme tekrardır, tekrar telkindir, telkin kalbidir. Dolayısıyla tüm tespih ve zikirler, kalbidirler ve kalbi olan her şey büyüktür, yücedir. Peygamber onun için irşatta sık sık tekrarı denerdi, onu bir reçete gibi kullanırdı. Bir başka açıdan bakılırsa istiğfar; günahı, zulmü ve çirkefliği redetmektir. Tevbe ise bu reddin akabinde ulu olan Allah’a sarılmaktır. Oysa her günah, bir kurttur, kurtlanan her gemi kemirilir, kemirilen her gemi su alır. “Su alan geminin batıp batmayacağı değil ne zaman batacağı tartışılır.” İçimizde bir tufan, bir sel olsa da silse süpürse şu kirlerimizi çer çöpümüzü.
Ey Müslüman nefis! Müslümanlar, İslam için şu veya bu şekilde çalışmaktadırlar. Yalnız İslami çalışmada af edilmeyecek ve kusura bakılacak en önemli yön bence şudur; Müslümanlar “İlm-i Tevhid’i” yeterince işlemezlerse, onu ahlak, siyaset, kültür, tasavvuf gibi konuların gerisine atarlarsa işte bu “euzu” getirilecek büyük bir kusurdur. hatta dalalettir. Rab, ilah, din, iman, şirk, küfür, dalalet, mefhumlar tüm 124 Bin peygamberin ortak öncelikli gündemiydi ve onlar, teferruatta kendilerini boğmuyorlardı. İlm-i tevhidi birinci sırada işlemek bir farzdır. Diğer konular bu ilimden sonra işlenirse Müslüman oluşumların/nefislerin; tasavvuf, kültür veya başka bir ekol olmasında sakınca yoktur.
“Dur atlama! Sende Nemrutluk var. Atlayacaksan İbrahim(a.s) ol.” İslam gibi büyük bir davaya gireceksin, yani İbrahim (a.s) olmaya soyunup ateşlere göğüs gereceksin, ama İbrahim’in (a.s) düşmanındaki bazı huyları taşıyacaksın. Kusura bakma nefsim, ateşin yakmadığı sadece nurdur. Ama sen kendini düzeltmeden ilahi bir davaya talip olmuşsun. Bu ateş seni yakar, yanmamak için İbrahim (a.s)gibi ol. Çürük ateş onu yakmamıştı. Nur ol ki nar sana güllük gülistanlık olsun.
İman ve İslam; birer saf ve pak aynadırlar. Saf ve parlak olan bu aynalara cila (İslam’ı sözde düzeltmek, reform) çekmeye kalkışmak ya cahilliktir, ya da birer fitne ve fesatlıktır. Kaldı ki din, babamızın malı değildir ve istediğimiz gibi onun üzerinde oynayamayız, onu değiştiremeyiz.
“Nefis; efendisini öldüren köledir.” Aman aman yetkileri ona verme. Nefsin padişah olduğu bir ülkede anarşi, terör ve gasp edilen mazlumların hakları vardır. Bir ülke, bir halk, yâ da bir kişi; nefsini içinde egemen kılarsa o ülke yâ da kişi, ancak kendini öldürmüş demektir.
Akıllı olan nefisler; önceden, daha işin başlangıcında ve sonu görerek ağlarlar. Cahil nefisler ise işin sonunda iş işten geçtikten sonra ağlarlar. Peygamber (sav); “benim kadar bilseydiniz, siz de az güler, çok ağlardınız” dememiş midir? Kötü adam, can çekişirken takva sahibi olur sen de öyle yapma![7] İşin başında sonu, akıbeti gör. İşin sonunda ise Müslüman-kâfir herkes birdir. Yani herkes gerçekleri, yani akıbeti tam görmüştür.
Daha dünyadayken ve iş işten geçmemişken bir şefaatçi bul kendine. Hak olana ve hak olanlara bağlan. Bağlan ki can verdikten sonra, seni diğer tarafta karşılayan ve sana kol kanat geren, birileri olsun.
“Sen övülünce firavunlaşıyorsun.”[8] Nefis, çok övülme yüzünden firavunlaştı. Sen alçak gönüllü ol; hor, hakir ol; ululuk taslama. Elinden geldikçe kul ol; sultan olma. Top gibi zahmetler çek, mihnetlere katlan; çevgen olma.[9] Toprak ol ki senden nice iyi meyveler çıksın. Sen hava olmaya çalışırsan, senden hiçbir meyve çıkmaz. Üstünlük davası gütmek senin ilacın değil, senin zehrindir.
İnzar Dergisi
[1] Mevlana, Mesnevi, C3-4 S.308
[2] Mevlana
[3] M.İslamoğlu
[4] Mevlana, Mesnevi, C3-4 S.334
[5] Şeyh Şadi
[6] Mevlana, Mesnevi, C3-4 S.88
[7] Mevlana, Mesnevi, C3-4 S.178
[8] Mevlana
[9] Mevlana, Mesnevi, C1.S.130
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.