Nefsin Afetleri

Nefsin Afetleri

Nefsin afetleri sayılmayacak kadar çok ve iç içedir. İnsan düşünürse dünyalık bir afet ile karşılaştığında bunun üstesinden gelmek için çok yollar bulur.

Nefsin afetleri sayılmayacak kadar çok ve iç içedir. İnsan düşünürse dünyalık bir afet ile karşılaştığında bunun üstesinden gelmek için çok yollar bulur. Dost, yardımcı ve arkadaş temin eder. Böylece dünyevi afetten kurtulur. Ancak nefsin afetleri memleketi öylesine tahrip etmektedir ki orada güzel ve salih amelden başka hiçbir yardımcı bulunmaz. Evvela aklımıza ve gönlümüze nefsin yol açacağı tahribatları öğretmeliyiz ki şiddetli bir şekilde ondan kaçınsın ve tamamıyla tehlikesini idrak edebilsin. Bunun için nefsin yol açacağı tehlikeleri aşağıda anlatmaya çalışacağız.

1-Nefis şiddetli bir düşmandır.

Nefis daima yasakları, kanunları çiğneme gayreti ve iştiyakı içerisindedir. Ebedi hayat böylece zarara uğrayıp hüsrana gitmektedir. Öz benliğimiz olmasına rağmen, en büyük düşmandır. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Mümin bir kimse beş şiddetin arasında kıvranmaktadır: 1-Kendisini kıskanan bir mümin. 2-Kendisine buğz eden bir mümin 3-Kendisiyle dövüşen bir kâfir. 4- Kendisini dalalete götüren şeytan. 5-Kendisi ile çekişen bir nefis. (İhya 6/159)

Hayat mücadelesi sonunda Rabbini razı edip O’nun istediği doğrultuda yaşamak için müminin dikkatli ve uyanık olarak sıratı müstakimde yürümesi gerekir. Bir anlık gaflet ve dalgınlık ayağının kayıp düşmesine ve ölüp helak olmasına neden olabilir. Bu sebeple yukarıda sayılan beş düşmana karşı çok uyanık olmalı ve onlardan gafil kalınmamalıdır. Anlık gaflet ebedi hüsranla sonuçlanabilir. Sufyani Sevri diyor ki: “Nefsimden daha katı bir şeyle savaşmadım (boğuşmadım) . Bazen bana taraftar gözüküyor, bazen de aleyhime dönüyor.” (İhya:6)

2-İbadet ve ilahi hükümlerde (emirlerde) gevşeklik gösterme.

Nefis daima rahatı ister. İstenilen emirleri yapmamak için bahane bulur. Ufak bir baş ağrısında, basit bir hastalıkta veya ufak çaplı bir yaralanmada kendini öyle bir hale sokar ki yapamamak yönüyle kendini mazeretli görür. O ana kadar düzenli yapmış olduğu virtlerini, namazlarını, sünnetlerini, zikir ve tesbihatını en aza indirmeye başlar. Bu da zamanla alışkanlık haline gelir. Oysa yapamayacak derecede ağır bir vaka olmadıkça ibadetlere özen göstermek insanı güçlendirir, ruhunu sağlamlaştırır.

Aksi takdirde bu ibadetlerde yaptığı gevşeklik neticesinde ilahi rahmetten uzaklaşır. Allah korusun, cehennemin kızgın ateşi ile cezalandırılır. Çünkü ancak münafıklar ve kalbinde nefsi hastalıklar bulunanlar bu gevşekliği gösterir.

3- Nefsin istek ve arzularına göre hareket

Nefsin istek ve arzularına göre hareket edildiğinde, tabiî olarak, Allah’ın rızasına göre hareket etmek geri planda kalır. Artık kişi yaptığı her şeyde nefsinin menfaatini düşünür. Eğer bu Allah’ın emri olsa bile nefsine ters düştüğünden onu terk eder, dinlemez. Bunun neticesinde ihlâs ve iman büyük oranda yara alır, zedelenir.

4-Ahlaki rezaletlerin kaynağıdır.

Nefis yukarıda açıkladığımız afetlerin dışında, kalbi hastalıkların kişiye getirdiği zararların hepsini de ayrıca kapsamaktadır. Yani kıskançlık, gıybet, kibir vb. tüm hastalıkların kaynağı olmakla beraber kişisel ve toplumsal tüm zararlara da sebebiyet verir.

5-Böyle bir kişi toplumda da sevilmez

Toplumda sevilmez, çünkü her olayda bencil davranıp düşünen kimsenin topluma bir faydası olmaz. Faydalı olabilmesi için bazı fedakârlıklar yapması gerekir. Bu da tamamen nefsinin esiri olan bir kişi için çok zordur. Toplum olarak yükselmek, başarılı olmak ancak toplumsal ve “biz” düşünen insanların çokluğu ile olur. Bunlar canlarından çok, toplumun güvenliği ve asayişini düşünürler. Mallarından çok, toplumun ekonomik yükselişinin yollarını düşünürler. Bu durumda ferdi haklarından mahrum olmayacakları gibi toplumun haklarını da iade ederler.

 

NEFSLE CİHAD
Madem nefis böylesine kötülüğe meylettiren, ahireti zarara uğratan, dünya ve ahiret saadetini yok eden bir düşmandır. Öyleyse onu terbiye ve ıslaha çalışmalı, onu başıboş bırakmamalıyız. Allah−u Teala nefsin arındırılmasını, ahlakın güzelleştirilmesini kulun cehd ve çalışmasına havale etmiştir. Kulu, korkutmak ve sakındırmak suretiyle, temizlenmeye teşvik etmiştir. Nefsin meyvesi kötü ahlaktır. Kötü ahlak nefsin hastalıkları ve salkımlarıdır. Kötü ahlak ebedi hayatı öldüren hastalıktır. Ancak cesedin hastalıkları ile nefsin hastalıkları arasında büyük fark vardır. Bedeni hastalıkların, fani hayatı elden çıkarmak dışında bir zararı olmadığı halde tedavi yollarını zapt−u rapt altına almak için doktorlar hummalı çalışmalara girmişler ve halen çalışmaları devam ediyor. O halde nefsin hastalıklarını kontrol altına almak daha evla değil mi? Zira bunda ahiretin mahvolması söz konusudur. Doktorluğun bu çeşidi her akıllı için öğrenilmesi farz olan bir çeşittir. Zira nefislerden hiçbiri bu hastalıklardan beri değildir. Eğer ihmal edilirse hastalıklar birikir. İlletler birbirini takip eder ve biri diğerine yardımcı olur. Tedavileri güçleşir. Bu takdirde kişi onların teşhisinde, sebeplerinin bilinmesinde engin bir kavrayışa muhtaç olur. Sonra onları ıslah ve tedavi etmeye çalışmaya ve didinmeye mecbur kalır. Şems Suresi dokuzuncu ayette: “Muhakkak ki (Allah’tan başkasına tapmayarak) nefsini yücelten kazanmış” denerek bu durum övülmüş; bu tedaviyi ihmal etmekse şu ayeti kerime ile zemmedilmiştir: “Ve hüsrana uğramıştır, Allah’ın azdırdığı kimse.” (Şems:10)

Bilinmelidir ki tembelleşen bir nefisle mücahede etmek, nefsi riyazete çekmek, nefsin tezkiyesi ve ahlakın temizlenmesiyle meşgul olmak kişiye ağır gelir. Nefsinin böyle olmasının, kendi kusurundan, eksikliğinden ve kötü müdahalesinden ileri geldiğine bir türlü yanaşmamaktadır. Ve bunun kendi ahlakı olduğunu, onu bırakamayacağını, bunun zor olduğunu söyleyerek bahanelere sarılır. Fakat hiçbir şekilde, Allah kötü ahlakı bir kulun kaderi yapmamıştır. İnsan kesbi ile bunu, küçüklüğünden itibaren çevre, ailenin etkisi vb ile kazanmaktadır. Arızi alışkanlıklardır. Bunlar ne kadar kökleşmişse bile atılabilir, değiştirilebilir türdendir. Hayvanların bile ahlakı değişebilir. Zira yeni doğan kuzu vahşetten alışılmışa nakledilmektedir. Köpek yemenin oburluğundan edeplenmeye, yememeye, avı sahibine bırakmaya alışmaktadır. At, serkeşlikten uysallık ve itaate geçmektedir.

Nefisle mücadele dediğimizde nefsin tamamen öldürülüp fıtraten var olan kimi duyguların yok edilmesini kastetmiyoruz. Zaten buna kimsenin gücü de yetmez. Biz ancak onu terbiye etmeyi, ıslah etmeyi, itaat altına almayı kastediyoruz. Biz bununla emrolunmuşuz. Böyle yapmak bizim kurtuluşumuzun ve Allah’a varışımızın sebebi olur. Evet, tabiatlar çeşitlidir; bazıları çabuk terbiye edilir, bazıları da geç kabul eder. Bu da insanoğlunda varolan şehvet, gurur ve öfke kuvvetlerinin varoluşundandır. Bunların en serkeşi şehvet kuvvetidir. Zira şehvet kuvveti bütün kuvvetlerden daha önce varolan kuvvettir. Zira yaratılışın başlangıcında çocukta şehvet yaratılıyor. Yedi yaşından sonra bazen de öfke kendisi için yaratılır. Bunun gibi diğer kuvvetler de ihtiyacına göre çocuğun gelişme evrelerinde kendisinde yaratılır. İnsana, nefsinin istediği gibi çokça çalışmak, ona itaat etmek onun Allah nezdinde makbul olduğuna inanmaktan ötürü kuvvet kazandırır.

Bazıları zannetmişlerdir ki, mücahededen amaç bu sıfatları tamamen ortadan kaldırıp silmektir. Hâlbuki bunları ortadan kaldırmak zor iştir. Hem bunlar bazı amaçları gerçekleştirmek ve ilahi farizaları eda etmek için verilen yeteneklerdir. Bunları vasat bir şekilde kullanmak gerekir. Dikkat edilecek olursa nefse yerleştirilen tüm hassaların vasat bir derecede tatmini şer’i ölçüler çerçevesinde mümkündür. Ortadan kaldırmak insanoğlunun kaldıramayacağı bir yüktür. Ki Allah−u Teala da kişinin kaldıramayacağı yükü yüklemez.

Bu hassaların birer amacı var demiştik. Örneğin şehvet bir fayda için yaratılmıştır. İnsanın yaratılışında şehvetinin bulunuşu zaruridir. Eğer yemek şehveti kesilirse insanoğlu helak olur. Cinsi ilişki şehveti kesilirse nesil son bulur. Eğer öfke tamamen ortadan kalkarsa insan kendi nefsini helak edici bir duruma karşı koymaz ve helak olur. Allah−u Teala Fetih Suresi 29. ayette: “Kâfirlere karşı şiddetli, aralarında merhametlidirler” buyurmuş; Müslümanları şiddet ile vasıflandırmıştır. Hâlbuki şiddet ancak öfkeden doğup meydana geliyor. Eğer öfke tamamen ortadan kalkarsa cihat da ortadan kalkar. Peygamberler bile şehvet ve öfkeden tamamen sıyrılmamışlardır. Zira Allah Resulü şöyle buyurur: “Ben ancak bir beşerim. Beşerin öfkelenmesi gibi öfkeleniyorum.” (İhya 6/141) Resulullah’ın öfkelenmesi onu hakikat çerçevesinden çıkarmazdı. Nitekim Cenab-ı Hak Al-i İmran 134. ayetinde; “Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını bağışlayanlardır” buyurmuştur. Dikkat edilirse öfkelerini kaybedenlerdir, dememiştir. Bundan dolayı öfke ve şehveti ve diğer hassaları normale dönüştürmek, onlardan herhangi birisinin akla galip gelmeyecek şekilde onları terbiye etmek, belki onları aklın himayesi altına almak, aklı onlara hakem kılmak mümkündür.

Eğer nefis temiz ve tahir ise uygun düşen hareket o temizliği korumak için çalışmaktır. Eğer nefis kâmil ve temiz değilse en uygunu nefse temizliği telkin etmeye çalışmaktır. Nasıl ki bedenin mutedil durumunu değiştiren ve hastalığı getiren illet ancak zıddıyla tedavi olunuyorsa, (hastalık hararettense soğukla, soğuktansa hararetle tedavi edilmesi gibi) bunun gibi nefsin hastalığı da zıddıyla tedavi edilir. Buna göre cahillik hastalığı, ilim ile; cimrilik, cömertlikle; gurur hastalığı, ilim ile; oburluk, nefsin iştahını zoraki kesmek ile tedavi olunur. Nasıl ilacın zorluğuna, acılığına katlanılıyorsa, bunun gibi bunlar tedavi edilirken karşılaşılacak acı ve sıkıntılara da katlanmak gerekir.

Bilinmelidir ki nefisle cihadın, Hak Teala’ya doğru gitmenin ilk şartı ‘tefekkür’dür. İnsan her gece veya gündüz bir miktar tefekkür edip kendisini yaratan, yaşaması için her şeyi hazırlayan, ona sağlam bir beden ve her biri belirli yararlar sağlayan güçler gibi akılları hayran bırakan güçler bahşeden, peygamber gönderip kitapları nazil ederek yol gösteren ve buna davet eden Rabbine karşı hangi vazifelerle yükümlü olduğunu düşünürse anlayacaktır ki, bu yaratılıştan maksat hayvani duyguları tatmin değil daha yüce ve daha büyük bir âlemdir. Akıllı insan düşünüp kendisine şöyle demelidir: Ey şaki nefis! Uzun yıllar boyunca ömrünü şehvet peşinde, nefsini tatmin yolunda koşturarak tükettin. Ama elinde yine de hasretten başka bir şey kalmadı. Durup şu haline acımalısın. Rabbinden utanmalısın. Biraz da asli maksadının yolunda yürümelisin. Çünkü bu maksat seni ebedi mutluluğa götürecektir. Ebedi mutluluğu üç-beş günlük şehvete feda etmemek lazım. Geçmiş toplumları ve bugün gördüğün dünyanı biraz düşün. Çektiğin onca zahmet ve sıkıntılara rağmen elde ettikleri rahatın ne kadar az olduğunu ve üstelik bu kadar az bir rahatın bile hepsinin eline geçmediğine bak. Umulur ki şeytan ve nefsinin karşısına dikilip onlarla mücahedeyi hedefleyen tefekkür sana yeni bir kapı açsın, şerle mücadelenin yeni bir menziline seni eriştirsin.

Mücahidin önüne tefekkürden sonra çıkan diğer bir menzil “azim” menzilidir. İnsanın makam ve yüceliği, azminin konumu ve yüceliğiyle doğru orantılıdır. Bu makama uygun azim ise Allah’a karşı gelmeyi terk etmek ve geçmişte işlenen günahları telafi etmeyi kararlaştırıp şer’i ölçülere göre, insan gibi yaşamaktır. En kâmil bir şekilde bunu yaşayıp bize örnek olan Resul-i Ekrem’dir. Bizler yaşantımızı ona uyarlamaya çalışmalıyız. İnsan gerçek şeriat adabıyla edeplenmedikçe hiçbir ahlaki güzelliğe ulaşamaz. Bundan dolayı azim ve irade sahibi olmak için çaba harcamak lazım. Çünkü Allah göstermesin, eğer bu dünyadan azimsiz göçülürse bu, kişinin akılsızlığını ve sadece şekil itibariyle insan olduğunu gösterir.

Allah’a karşı gelmeye cüret etmek insanı yavaş yavaş azimsizleştirir. Bu şerefli cevheri insanın elinden kapar. Teğanni (Şarkı-türkü) dinlemek ve batıl şeylerle, fayda vermeyen işlerle uğraşmak her şeyden daha çok insanın elinden irade ve azmini alır, götürür.

O halde Allah’a karşı gelmekten kaçınıp Hak Teala’ya doğru hicret etmeye azmetmek gerek. Allaha gizli gizli niyaz edip yakararak bu yolda yoldaş olmasını dilemek lazım… Çünkü insan, hayatı boyunca pek çok sarsıntılar geçirir ki, bu sarsıntıların birisinde ayağının kayması ve düştüğü çukurdan bir daha çıkamaması ve hatta belki de şefaatçilerin şefaatinin bile kendisini kurtaramayacağı bir konuma yuvarlanması mümkündür.

Nefisle mücadelede azimle beraber şartlanma, kontrol ve muhasebe de mücahidin yapmakla yükümlü olduğu işlerdir.

Şartlanma, kontrol ve muhasebe ile ilgili olarak inşallah gelecek sayımızda kaldığımız yerden devam ederiz. Hepiniz Allah’a emanet olunuz.

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.