Nerede Bulursan Al
Eşyanın hakikatini bilmek ve onun gereklerine göre davranmak”[2] şeklinde tarif edilmiştir hikmet.
“Akılla hak olanı tesbit etme kabiliyeti”[1]
“Eşyanın hakikatini bilmek ve onun gereklerine göre davranmak”[2] şeklinde tarif edilmiştir hikmet.
“Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayır verilmiştir.” (Bakara:269)
Bu ayet-i kerimede zikredilen hikmetten kastın Kur’an-ı Kerim olduğu söylenmiştir. İbn-i Abbas (ra) bu ayet-i kerimede zikredilen hikmet hakkında şöyle demiştir:
“Kur’an’ı bilmek, Kur’an’ı fehmetmek, neshini, muhkemini, müteşabihini, garibini, önce ineni bilmektir.”
İbrahim en-Nehai de “Hikmet, Kur’an-ı Kerim’de anlayış sahibi olmaktır”[3] demiştir.
Zaten Kur’an-ı Kerim’de de ‘Hikmetli Kitab’ (Yunus: 1, Lokman: 2) ve ‘Hikmetli Kur’an’ (Yasin:2) ifadeleri ile hikmet Kur’an’ın bir sıfatı olarak kullanılmıştır.
Birçok ayet-i kerimede ise kitap ile hikmet beraberce birbirlerinin yerine atfedilmek suretiyle kullanılmışlardır.[4] Bu şekilde kitap ile hikmetin beraber kullanıldığı yerlerde hikmetin sünnet anlamında olduğu birçok alim tarafından dile getirilmiştir. Katade, İmam Şafii, İbn-i Teymiyye ve İbn-i Kayyim (r. aleyhim) bunu söyleyen âlimlerdendirler.[5]
Ayet-i kerimede de şöyle buyruluyor:
“Nitekim size içinizden bir peygamber gönderdik, size ayetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size Kitab’ı ve hikmeti öğretiyor, size bilmiyor olduğunuz şeyleri de öğretiyor.” (Bakara: 151)
Kur’an ve sünnetin hikmet olduğunu yukarıdaki açıklamalarda gördük. Hikmetin diğer çeşidi ise Allah Resulü (sav)’nün şu hadis-i şerifte zikrettiği hikmettir.
“Hikmet müminin yitik malıdır. Onu nerede bulursa almaya daha layıktır.”[6]
Burada zikredilen hikmet, akıl ve ilmin güzel gördüğü, kendisi vasıtasıyla sefihlikten uzak durulan, faziletli olmaya sevk eden ve her şeyi yerli yerine koyan söz, fiil ve davranışlardır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Allah’ın kitabı bir hikmettir, peygamberinin sünneti bir hikmettir ve eşyayı hak olduğu yere koyup gereklerine göre davranmakla ilgili her şey bir hikmettir.
Davette Hikmet
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel nasihatle davet et ve onlarla en güzel bir şekilde mücadele et.” (Nahl: 151)
Bu ayet-i kerime daveti hikmetle yapmamızı bize emrediyor. Hikmet ile yapılacak davetin nasıllığını yukarıdaki tanımların çerçevesinde değerlendirirsek; davetimizi öncelikle bütünüyle hikmet olan Kur’an-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber (sav)’in sünnetine uygun olarak yapmamız gerektiğini söylemek yanlış olmaz. Ancak sorun Kur’an-ı Kerim’deki ayetleri ve Hz. Peygamber (sav)’in 23 yıllık ömründeki tavırları günümüz ortamına ve zamanına uygun bir şekilde hayata yansıtmak ve bu tavırlardan, davetimizin içinde bulunduğu merhaleye uygun olan tavrın seçilmesi sorunudur.
Malum olduğu üzere Kur’an-ı Kerim’de kâfirlerle ilişkilerde ve cihad ile ilgili ayetlerde farklılıklar vardır. Kimi âlimler bu tür ayetler arasında nesh olduğunu söylemişlerse de doğru olan davet hareketinin seyri içinde şartlara göre ve zamanla bunlardan uygun düşenle hareket edileceğidir. Yoksa sonradan gelen hükmün öncekini nesh etmesi söz konusu değildir. Zerkeşi, Burhan adlı eserinde, Suyuti de el-İtkan’da bunu zikretmiştir.[7]
Hz. Peygamber (sav)’in siyerinde bu şekildeki tavır farklılıkları daha belirgindir. Mekke’de işkence altında inleyen Yasir Ailesinin tüm sıkıntılarına rağmen Allah Resulü (sav) onlara yalnızca sabır tavsiye etmişken Hudeybiye’de Hz. Osman’ın şehid edildiği haberini alınca Hz. Osman’ın intikamı için sahabelerle ölüm üzerine bey’atlaşmıştır. Müslümanların o günkü durumuna ve konumuna göre gösterilen farklı tepkiler Allah Resulü (sav)’nün siyerinde çokça bulunmaktadır. O halde hem Kur’an-ı Kerim’i hem de Hz. Peygamber (sav)’in yaşantısını ve sünnetini iyice öğrendikten sonra bu emir ve tavırların günümüzde ne şekilde uygulanacağı, zemin ve zamana nasıl uydurulacağı ve yaşanan bir vakıada bu tavırlardan hangisinin daha uygun olacağını tespit edip ona uygun davranmakla davetimizde hikmet ilkesine uymuş oluruz.
“Kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayır verilmiştir” ayeti ile;
“Allah kimin hakkında hayır murad ederse onu dinde fakih kılar”[8] hadis-i şerifi arasındaki benzerliğe İmam Kurtubi, tefsirinde dikkat çekmiştir.[9] Fakih olma yani fıkhetmeyi, derinliğine anlayıp kavrama, hüküm çıkarma, tefekkür sonucunda nastan elde edilen bilgilerin hayattaki karşılığını bulma işi olarak alırsak yukarıdaki izahlar çerçevesinde hikmetin de böyle bir ameliyenin neticesinde ayet-i kerimelerle, sünnetin emirlerini günümüze uyarlama şeklinde tanımlamanın doğru bir tanımlama olduğunu söyleyebiliriz.
Hadis-i şerifte;
“Şüphesiz ki Allah her yüzyılın başında bu ümmetin dinini tecdit edecek olan bir müceddit gönderir”[10] diye buyruluyor.
Tecdit yani yenileme iki şekilde yapılacaktır:
1-Geçen süre zarfında bid’atlarla veya küfür toplumlarıyla ilişki ve kaynaşma vesilesiyle İslam’a bulaşmış unsurları temizlemek
2-Sonra da onu arı ve duru bir şekilde o asrın ihtiyaçlarını ve koşullarını da göz önünde bulundurarak hayata geçirmektir.[11]
Müceddidin ikinci görevi yani çağı ve toplumu göz önünde bulundurarak İslam’ı hayata yansıtması hikmetli davetin sonucunda olacaktır.
Tüm bunlardan sonra hikmetle davet konusunda şunları söyleyebiliriz: Bizden istenen bizzat hikmet olan Kur’an ve Sünnetin emirlerini tek düze ve basmakalıp bir tarzda değil aksine zamanı, mekânı, insanı, merhaleyi ve diğer şart ve ortamları göz önünde bulundurarak hikmet ve basiretle hayata yansıtmak ve bu şekilde insanları İslam’a davet etmektir. Ayeti kerimede şöyle buyruluyor:
“De ki (Habibim): ‘İşte bu benim yolumdur. Ben (insanları) Allah’a (körü körüne değil) bir basiret üzere davet ediyorum. Ben de bana tabi olanlar da (böyleyiz).” (Yusuf: 108)
Allah’a davet görevini yerine getiren tüm peygamberlere de hikmet verilmiştir. Ayeti kerime’de:
“İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir.” (En’am: 89) diye buyruluyor.
Şu hususun da bilinmesi gerekmektedir ki Müslüman toplumlarda yaşayan davetçilerin yanlış bir konumlandırma sonucu günümüzle Hz. Peygamber dönemini birebir eşleştirmeleri birçok hataya sebebiyet verebilir. Çünkü bugün şirk toplumu içerisinde hidayet bulmuş bir toplulukla başlarında doğrudan vahiyle muhatap olan bir resul bulunmuyor. Toplum Müslüman bir toplum ve davetçiler de hareket tarzı olarak ilahi kontrolde bulunup hatadan beri değildirler.
İnsan İlişkilerinde Hikmet
Davetin genel gidişatı bir tarafa, özel olarak insan ilişkilerinde de hikmet, aynı şekilde önemli ve gereklidir. Davet ettiğimiz insanların ferdi farklılıklarına dikkat etmek ve herkese anlayışına ve seviyesine göre hitap etmek hikmetin gereğidir. Hz. Peygamber (sav)’in bu tip farklılıklara çokça dikkat ettiğini hadisi şeriflerden öğreniyoruz.
Abdullah b. Amr b. As (ra) anlatıyor:
Hz. Peygamber (sav)’in yanında oturuyorken bir genç geldi ve “Ya Resulallah! Oruçluyken (hanımımı) öpebilir miyim? diye sordu. Hz. Peygamber (sav) “Hayır” buyurdu. Sonra bir ihtiyar geldi ve “Oruçluyken (hanımımı) öpebilir miyim? diye sordu. Hz. Peygamber ona “Evet” deyince birbirimize baktık. Resulullah (sav) de şöyle buyurdu: “Birbirinize niçin bakıştığınızı anladım. İhtiyar nefsine sahip olur.”[12]
Yine Hz. Abdullah b. Amr’ın aktardığı başka bir hadis de şu şekildedir:
Bir adam Hz. Peygamber (sav)’e “Hicret etmek ve cihada katılmak üzere sana beyat ediyorum. Ecrini de Allah’tan bekliyorum” dedi. Hz. Peygamber (sav) “Anne-babandan biri sağ mı?” diye sordu. Adam “Evet, hatta ikisi de sağdırlar” cevabını verdi. Hz. Peygamber (sav) “Allah’tan ecir istiyor musun?” diye sordu. Adam “Evet” diye karşılık verince, Hz. Peygamber (sav) “O halde hemen anne-babanın yanına dön ve onlara güzel muamele et”[13] buyurdu.
Allah Resulü’nün cihada ve hicrete ne kadar teşvik ettiği ve bunlara özendirdiği bilinmesine rağmen böyle buyurmuşlardır. Hz. Peygamber burada soru soran kimsenin özel durumunu göz önünde bulundurmuş ve bu kimse için anne-babasına iyilikte bulunmanın cihattan daha önemli ve faziletli olduğunu görmüştür. Çünkü insanların halleri, konumları ve yapabilme kapasiteleri farklı farklıdır.
Bununla ilgili misallerden birisi de; Hz. Peygamber (sav)’in kendisinden tavsiye isteyen farklı insanların her birine değişik tavsiyelerde bulunmasıdır. Onun bu yaklaşımı tavsiye isteyen insanların durumlarının farklılığından kaynaklanmaktadır. Örneğin tavsiye isteyen Ebu Zer (ra)’e:
“Her nerede olursan ol, Allah’tan kork. Günahın arkasından onu silecek bir sevap işle. İnsanlarla güzel ahlakla muamele et”[14] tavsiyesinde bulunurken Süfyan b. Abdullah es-Sakafi (ra)’ye:
“Rabbim Allah’tır de ve istikamet üzere ol”[15] diye buyurmuşlardır. Yine Ukbe b. Amir (ra)’e:
“Diline sahip ol, evin seni kuşatsın ve günahlarına ağla”[16] tavsiyesinde bulunurken başka bir şahsa sadece “Kızma”[17] diyerek tavsiyede bulunmuşlardır.
Hz. Peygamber (sav)’in amellerin en faziletlisi ve Allah’ın en sevdiği amelle ilgili verdiği farklı cevaplar da bu babtandır. Resulullah (sav) soru soran hakkında en uygun olanı veya soru sorduğu andaki durum ve halini gözeterek en münasip ameli söylemişlerdir.
Burada zaman da önemli bir faktördür. İslam’ın başlangıcında cihad amellerin en faziletlisiydi. Çünkü İslam ve Müslümanları bütünüyle ortadan kaldırmaya yönelik topyekûn bir savaş vardı. Ancak böyle bir saldırının olmadığı durumlarda başka ameller daha hayırlı konuma geçebilirler. Aynı şekilde namazın sadaka vermekten daha faziletli olduğuna dair pek çok delil vardır. Ama maddi sıkıntı içindeki insana yardıma koşmak anında sadaka vermek en faziletli amel olmaktadır.[18]
SONUÇ
Zaman, mekân ve insan faktörünü göz önünde bulundurarak yapılacak bir davet, hasta bir şahsa verilen uygun ilaca benzer. Hasta ve hastalığa uygun olarak verilen bir ilaç yine uygun dozda kullanılırsa Allah’ın yardımıyla şifaya vesile olur. Bunlar gözetilmeden verilen bir ilaç şifa yerine başka rahatsızlıklara hatta ölüme yol açabilir. Çünkü ilacın ilaç olması tek başına yeterli değildir. Aynen böyle de sadece iyi niyet ve samimi hislerle ortaya çıkıp hikmetten uzak bir şekilde İslami sorumluluğu yerine getirmek mümkün değildir. Daveti sadece bu duygularla yürütmeye çalışan kimse ıslah etmekten çok ifsad edecek ‘İyilikte bulunuyorum’ zannıyla kötülükte bulunacak, İslam’a yaklaştırmayı arzularken çok defa insanları ondan uzaklaştıracaktır.[19]
Son olarak davetçilerin ahirette nail olacakları yüksek mertebeleri anlatan bir hadisi şerifle yazımızı noktalıyoruz. Hz. Enes anlatıyor:
Resulullah (sav) bir gün şöyle buyurdular:
“Size bir kısım insanlardan haber vereyim mi? Onlar ne peygamber, ne de şehittirler. Ancak kıyamet gününde peygamberler ve şehitler, onların Allah katındaki makamlarına gıpta ederler. Nurdan minberler üzerine oturmuşlardır ve herkes onları tanır.”
Ashab-ı Kiram:
“Onlar kimlerdir, Ya Resulallah?” diye sordular.
Resulullah (sav):
“Onlar Allah’ın kullarını Allah’a sevdiren ve Allah’ı da kullarına sevdiren kimselerdir. Yeryüzünde nasihatçi ve tebliğciler olarak dolaşırlar.”
Ben:
“Ya Resulallah! Allah’ı, kullarına sevdirmeyi anladık. Peki, Allah’ın kullarını Allah’a sevdirmek nasıl olur?” dedim.
Buyurdu ki:
“İnsanlara Allah’ın sevdiği şeyleri emrederler, sevmediği şeylerden de sakındırırlar. İnsanlar da bunlara itaat edince Allah azze ve celle onları sever.”[20]
İnzar Dergisi
[1] Rağıp El-İsfahanî, el-Müfredat Fi Garib’il Kur’an, Sh; 126-127
[2] M. Hüseyin Fadlullah, İslami Harekette Hikmet, Sh; 13
[3] İmam Kurtubi, El-Camiu li Ahkam’il Kur’an, C: 3, Sh; 558
[4] Bakara: 129, 151, 232; Al-i İmran: 81, 164; Nisa: 54, Maide: 110
[5] İmam Şafii, Er-Risale, Sh; 78, İmam Kurtubî, El Camiu li Ahkam’il Kur’an, C:2 Sh; 347, İbn-i Teymiyye, Fetvalar; İbn-i Kayyım, Medaricü’s Salikin C: 2, Sh; 244
[6] İbn-i Mace, Tirmizi
[7] Prof. Dr. İbrahim Sarmış, Bir Düşünür Olarak Seyyid Kutup, Sh; 104-106
[8] Buhari, Fard’ül Humus 7; Müslim, Zekât 98; İbn-i Mace, Mukaddime 17
[9] İmam Kurtubi, El-Camiu li Ahkam’il Kur’an, C: 3, Sh; 559
[10] Ebu Davud, Kitab-ı Sünen; İmam Hâkim, Müstedrek; Beyhakî, Şuab-ı İman.
[11] Mevdudi, Mucezu Tarih’it Tecdit; Hayrettin Karaman, İmam Rabbani ve İslam Tasavvufu, Sh; 42
[12] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/180, 250; Ebu Davud, II/419
[13] Müslim, XVI/104
[14] Tirmizi, Kitab-ü’l Birr ve’s-sıla; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/158
[15] Müslim, İman, I/8-9
[16] Tirmizi, Zühd, IV/30
[17] Buhari, Kitab’ül Edeb, X/431; Tirmizi, Kitab’ül Birr ve’s–sıla, IV/371
[18] Abdulfettah Ebu Gudde, Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed ve Öğretim Metodları Sh: 100
[19] Dr. Ahmet Önkal, Resulullah’ın İslam’a Davet Metodu Sh: 27
[20] Ali el Muttaki, 3, 685, 686; Beyhaki, Şuab-ı İman, 1, 367
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.