Said El KURDİ
Öcalan “şehir savaşı” dedi; devlet onayladı!
Yaklaşık üç yıl önce örgütün kararlaştırıp yazılı ilkeler haline getirdiği “Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı” teorisi, uzun yıllardır sürdürülen “Kır Gerillacılığı” yönteminin açmazlarından hareketle benimsenmişti.
İmralı'da devletin denetim ve gözetimi altında iken Öcalan'ın “heyetler” aracılığıyla dağ kadrosuna ulaştırdığı “Dördüncü Stratejik Mücadele Döneminin”, yine Öcalan tarafından sıklıkla vurgusu yapılan “Devrimci Halk Savaşı” aşaması üç farklı öneri ile şu şekilde zikrediliyordu.
Öcalan'ın, “Devrimci Halk Savaşı'nın” geliştirilmesi açısından, “Bunları değerlendirin, kendiniz için uygun olanları seçin” şeklinde belirttiği hususlar, örgüte ait medya organlarında şu şekilde özetleniyordu:
a- Birincisi, geçmişte olduğu gibi dağa dayalı, dağda yoğunlaşan savaş tarzının sürdürülmesi, savaş türünün devam ettirilmesidir.
b- İkincisi, şehirlerde Sovyetik genel bir halk ayaklanmasının yapılmasıdır.
c- Üçüncüsü, kıra ve şehre dayalı, birlikte, dengeli ve ortak bir savaşın geliştirilmesidir.”
* * *
Hendek Fikrinin Manevi Babası Öcalan'dır!
Örgütün kendi iç mekanizmalarında tartışıp değerlendirmeye aldığı ve bugün için şehirlere taşımış olduğu “Devrimci Halk Savaşı”, Öcalan'ın “Üçüncü seçenek” olarak yaptığı öneriler üzerine kurulmuştur.
“Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı” şeklinde formüle edilen ve şehirlere taşınmasına karar verilen “Dördüncü Stratejik Mücadele Dönemi”, Duran Kalkan tarafından 2012'de detaylı bir şekilde kaleme alınarak kitaplaştırılmıştır. “Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı'nın” özeti sayılacak şekilde 17 maddeden oluşan meşhur bildiri, bugün yaşananlara ışık tutması açısından önemlidir.
17 maddelik bildirinin bazı maddeleri şöyle sıralanmaktadır:
3- Savaş yürüten kuvvetlerden birincisi kır gerillasıdır…
4- Savaşı yürütecek yeni bir gerilla türüdür. Buna şehir gerillası denir. Şehrin koşullarına göre insan seçilmeli, ona göre eğitilmeli ve savaşılmalıdır.
5- Üçüncüsü de serhildanlardır. Gençlik ve kadın örgütlülüğüne dayalı, legal imkânları kullanan ama onunla kendini tam olarak bağlamayan… bir serhildan hareketi, üçüncü bir kuvvet olarak devam etmelidir.
6- Savaş, güvenlik güçlerinin kuvvetli olduğu yerde değil, örgütlenmemizin hazırlıklı olduğu yerlerde yapılmalıdır.
10- Esas savaş alanı şehirlerdir. Zira düşman hedefleri ve kurumları şehirlerdedir.
12- Önderlik, “Amed'de bir gecede iki bin kişi polisle çatışmaya girer” demektedir. Örgütlenip hazırlanan ve donatılan güçlerin her biri, şehrin önemli bir kesimini denetim altına alacaktır.
16- Şehir gerillasının eğitim, örgütlenme ve yönetim çalışmaları kırsaldan planlanacak… ancak şehirdekilerin de insiyatifi olacaktır…
Duran Kalkan'ın 2012'de “Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı” çalışmasından derlenen 17 maddelik “Devrimci Halk Savaşı” prensipler bildirisi, bugün Kürdistan'da insan, doğa, tarih ve halk yaşamını dumura uğratan tipik bir yıkım projesi olarak belirmiş durumdadır. Ki bu duruma medyada özetle ve eleştirel tarzda “PKK'nin Hendek Siyaseti” denilmektedir.
Durumun birazcık açıklığa kavuşması açısından her ne kadar “PKK'nin Hendek Siyaseti'nin” kural ve hedeflerine değinmiş olsak da, aslında medyada neredeyse hiş irdelenmeyen bir de “Devletin Hendek Siyaseti'ne” eğilmek gerekmektedir. Örgütün uzun süre hazırlığını yaparak uygulamaya koyduğu “Hendek siyaseti” hep eleştiri konusu olurken, devletin bu süre içerisinde nerede, hangi tarlada armut topladığı konusu nedense hiçbir şekilde sorgulanmamaktadır.
* * *
Devletin de “Hendek Siyaseti” Olmalı!
Örgüt bu planlamayı yapıp uygulanabilirlik koşullarını oluşturmak için hummalı bir çalışma yürütürken devlet ne yapıyordu?
Herhalde dikkatinizi çeken ilk şey, bugün yıkım projesi olarak Kürt sokağına dayatılan sözüm ona “stratejik hamlenin” fikir babasının Öcalan olduğudur. Zaten gerek yayın organlarında gerekse söz konusu bildiride özenle ve özellikle “Önderlik perspektifine” vurgular yapılmaktadır. Öcalan'ın hala bile “stratejik korunmaya” alındığı bu durumda bile Öcalan'a bu imkânı tanıyan devletten bunun hesabını sormak yerine “Kurtarıcılık” rolünün öne çıkarıldığı bir vakıa ile yüz yüze bulunmaktayız.
Örgütün medya organları üzerinden tartışıp olgunlaştırdığı bugünkü yıkım projesinin uygulanabilirlik aşaması için yıllara yayılan önemli bir zaman dilimine ihtiyaç duyduğu ve bu ihtiyacı da “Çözüm süreçleriyle” karşıladığı gerçeği diğer bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır.
Kısacası direktifler İmralı'dan, yani devletin bizzat denetiminden geçerek örgüt kadrolarına ulaşıyor; Örgüt, giden direktifler ışığında yeni bir yıkım modeli oluşturuyor; Yıkım modelinin ete kemiğe bürünmesi için gereken zaman dilimi “Çözüm süreci” ile örgüte sunuluyor; Hazırlık aşamasında gerekli lojistik ve finansal kaynaklar belediyelerden, yani devlet kasasından karşılanıyor!
Şekillenişinden uygulanış aşamasına kadar devletin imkân ve kabiliyetleriyle beslenen bir çatışma konseptini “Devrimci Halk Savaşı” olarak nitelendirmenin zorluklarının farkında olsak bile, bu durum yine de devleti sorgulamaktan alıkoymamalıdır.
* * *
Hendek mi? “Danışıklı Dövüş” mü?!
Tamam, devletin, örgütün bu “hamlesinden” haberdar olmaması mümkün değildir. Karşı tedbir almaması da mümkün görünmemektedir. Hatta bunu bir strateji olarak benimsediği de söylenebilir. İyi de, velev ki böyle olsa bile örgütü sokak açmazlarına sürüklemek, halkın gözünden düşürüp çirkin yüzünün teşhir edilmesini sağlamak için bunca imkân ve lojistiği örgütün ayağına sermenin taktiksel açıdan bir izahatı olsa bile, makul, insani ya da İslâmi bir izahatı olabilir mi?
Kaldı ki güncel çatışmalarda bile devletin “Hendek siyaseti” izahata muhtaç noktalar barındırmaktadır. Mesela D.Bakır'ın Bağlar'ında hendeklere müsaade etmeyen devlet, neden Sur'da hendeklere müsaade etmiştir?
Musul'a bile asker gönderip bölgesel güçlere meydan okuyan devlet, Sur'da ve diğer ilçelerde nasıl olur da örgütün hendek siyasetine seyirci kalmaktadır? Hendek kazılan yerlerde periyodik aralıklarla ilan edilen sokağa çıkma yasakları, çatışmalar, ölümler, yıkımlar ve yasak sonrası ilçelerin kontrolü… Üç beş gün sonra her şeyin tekrar başa sarması… Tesadüf müdür?
Mesela Nusaybin… 250 tane hendek kazıldığından bahsediliyor. Mühendisler, mimarlar lütfen yardımcı olun! 250 tane hendek ve barikatın hazırlanması için ne kadar zamana, imkâna, paraya, iş makinasına, insan gücüne ihtiyaç vardır? Bir ay, üç ay, beş ay???
Bunca hendekler kazmak mı daha zor, yoksa deveye hendek atlatmak mı?! Peki bu süre zarfında devlet ne yapıyordu?
Sokağa çıkma yasakları… Çatışmalar… “Hendekler kapatıldı, şehir teröristlerden temizlendi” açıklamaları… Sonrası?
Film neden tekrar başa sarıyor? Kim, ne amaçla müsaade ediyor? Patlayıcılarla doldurulan yüzlerce hendeği kapatmak mı daha zor; Yoksa hendek kazma işine başından beri müdahale edip engellemek mi?!
* * *
Değişmeyen Mantık: “Kurtar bizi baba!”
PKK'nin “Hendek Siyaseti” çokça irdelendi. Örgüt hep mahkûm edildi. Eyvallah!
Artık devletin “Hendek siyasetini de” irdelemek gerekmez mi?
Örgütün çirkin, vahşi yüzünü teşhir edip halk desteğini azaltmanın mutlaka başka yolları da olmalı. Bunun için örgütün yıkımlarla, ölümlerle, insan, tarih, doğa katliamlarıyla nefret objesi haline getirilmesi yerine, insanların zarar görmediği insani ve de gerçekçi politikalar uygulanamaz mı?
Kim ne derse desin; Devlet, uzun soluklu “Terörle mücadelesinde” ve çözüm süreçlerinde yaptığı büyük yanlışların telafisini, halkın ateş, yıkım, talan ve göç olgusuyla yüz yüze kalmasına endekslemiş görünüyor!
Örgüte “vahşi” etiketi bahşederek kendisi için “kurtarıcı” vasfını öne çıkarma hesaplarıyla hareket ediyor.
Değilse, saklambaç mantığıyla yürüttüğü “Hendek politikasına” mantıklı bir izahat getirmeli değil midir?!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.