Hacer Sara ARSLAN
Okyanus orda, sizi bekliyor
Hani insan bazen bir şeyler düşünür, kendi çapında tespitler yapar da cümlelere dökme becerisi yoktur ya da cesaret edemez ya da tam olarak toparlayamaz. İşte böyle bir ruh halindeyken değerli Said Şahin’in geçen haftaki köşe yazısını okuyunca “tamam, işte bu” deyiverdim. Müslümanlığımızın alt yapısıyla şehirlerin alt yapısını benzeterek müthiş bir benzetmeyle doyurucu bir anlatımla, meramını güzel ifade etmiş, Allah kendisinden razı olsun...
Müslümanlığımızın alt yapısının sağlam olmamasının asıl sebebi Kur’an’ı ve Sünnet’i yegâne ölçü olarak almamamız, hayatımızın her döneminde yaşadığımız her türlü sorunda dönüp “Acaba Kur’an ve Sünnet ne diyor?” arayışına girmememizdir. Yani tam manasıyla özümseyemedik, kalbimizi açamadık, dolayısıyla bize üstten bir alaka ve muhabbet kaldı malesef.
İlk Müslümanların birçoğu Kur’an’ı dinledikten sonra iman etmişlerdir. Ve asırlar boyu gönüllerde taht kuran sahabeler Kur’an’la olan kopmaz bağlarından dolayı güçlü bir imana sahip oldular. İmanlarının temeli Kur’ani yol, yöntem, teselli ve ilimle atıldı da, bu yüzden temellere canları pahasına zarar gelmedi, hatta temeller sarsılmadı bile...
Kur’an ayı olan Ramazanda, mukabele ve hatim indirmelere olan teveccühün çeyreği, keşke Kur’an’ı anlamaya yönelik olsaydı!
Keşke bir isteğimizin gerçekleşmesi için 4444 kere okuttuğumuz, her arefe gününde mezardaki yakınlarımıza ikram ettiğimiz Yasin Suresi’nin en azından bir tanesinin mealini okuyabilseydik.
O da zor geliyorsa, Yasin Suresi’nin 70. ayetinin meal ve tefsirine bir göz atsaydık. Bakın ne diyor?
“ (Bu), DİRİ OLANLARI uyarmak ve kâfirlere de azab sözünün hak olması içindir.”
Müslümanlar olarak hangisi kolayımıza geliyorsa onu yapıp görevimizi tamamladığımızı düşünüyoruz. Mesela namazlarımız da öyle! Huşu ile namaz kılma derdini taşıyor muyuz? Bunun için defalarca okuduğumuz Fatiha Suresi’ni anlama yoluna gittik mi?
Binlerce adet zikir çekip, çektiği zikirde kimi, neyi zikrettiğini dahi bilmeyenler var.
Yüzünden bir müslümanlıkla, temeli çürük ama dışı mükemmel bir binanın arasındaki tek fark, binamızın depreme dayanıklı olup olmadığını test etmemiz, bunu öğrenmemizdir. Hâlbuki ebedi saadetimizin temini olan imanımızı kontrol etmemek, ne acı bir durumdur!
Bu konu hakkında çok da fazla yazmak haddimize olmadığından, sizi iki güzel yorumla baş başa bırakıyorum:
Birincisi Abdullah ibni Ömer’den;
“Ben kendi zamanımdan bir an yaşadım ki, bizden birine Kur’an’dan önce iman verilirdi. Hz. Muhammed’e (s.a.v) bir sure inerdi de, biz o suredeki helal ve haramları öğrenirdik. Bize O’nun yanında, onları öğrenmeden durmamız uygun düşmezdi.
Sonra da öyle adamlar gördüm ki, bunlardan birine imandan önce Kur’an verilir de (yani henüz inanmış değil, fakat Kuran’ı bir gelenek olarak öğrenmiş) o kimse Fatiha ile son sure arasında ne varsa, Kur’an’ın tamamını okur da fakat bunun yanında o kimse o Kur’an neyi emrediyor ve neyi yasaklıyor bunu bilmiyor. İşte böylesi birinin yanında durmak gereksizdir, doğru değildir. Çünkü o, onu döküntü hurma misali saçmaktan başka bir şey yapmamaktadır. (Değer vermemektedir)”
Diğer yorum Üstad Mevdudi’den;
“Kur’an bütün iyiliklerin kaynağıdır. İstediğiniz her şeyi istediğiniz kadar verir. Eğer onu cinleri ve hayaletleri korkutup kaçırmak, öksürük ve ateşi tedavi etmek, davanızda başarılı olmak ya da bir iş bulmak gibi basit ve sıradan şeyler için araştırırsanız, istediklerinizi elde edersiniz. Fakat sadece onları...
Eğer bu dünyada üstünlük ve dünyayı yönetme gücü isterseniz onu da elde edersiniz. Ve eğer Allah’ın yanına, arşa çıkmak isterseniz Kur’an sizi oraya götürür. Ama elde ettiğiniz okyanustan bir damlaysa Kur’an’ı değil, kendinizi suçlamalısınız.
Okyanus orda, ondan faydalanılmasını bekliyor.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.