Said BURAK
Ölüm: En iyi ağrı kesici
Taziye giderken yolda ölümü düşünüyorum...
Ölümün çok büyük bir acı olduğu ortada, ama en iyi ağrı kesicidir de hadd-i zatında. Yok yok, bu ağrı kesicilik özelliği ölüye değil, hayatta kalan biz sağların hastalıklarınadır. Ölüm büyük olayları küçültür, büyük düşmanlıkları siler süpürür, kalbi bir sürü hastalıktan arındırıp huzura erdirir.
Anlatılır… Birbirlerini çok seven iki arkadaş varmış. Sonra ne olduysa bunların araları açılmış. Bilirsiniz, dostlar düşman olurlarsa haşin düşmanlar kesilirler. Gel zaman, git zaman… Bunlardan biri ölmüş. Diğeri "oh oldu!" manasında göğsünü ovmuş. Bir zaman sonra, bir de şunun mezarını göreyim deyip mezarlığa gitmiş. Sonradan düşman kesildiği eski dostu topraklar altındadır artık. Adamın keyfine diyecek yok. Bizde birinin düştüğü kötü duruma sevinmek için " De bı xwo" diye bir deyim kullanılır. Bu da bunu söyleyip mezara da bir tekme indirir. Ama o da ne…
Adamın tekme attığı yerden mezarda bir delik açılır. Adam önce irkilir geri çekilir sonra merakı onu deliğe yaklaştırır. Şu düşmanımın hali nicedir, bir bakayım deyip eğilir, delikten mezarın içine bakmış. Gördüğü tam bir dehşettir: gözler öne akmış, saçlar dökülmüş, kaburgalar dışarı fırlamış, etler toprakta erimiş. Adam, düşmanının ölümünü kutlamak için geldiği mezar başında; düşmanına yüreği yanmış, oturmuş hüngür hüngür düşmanına ağlamış.
İşte ölüm budur, böyledir; hayata, olaylara, nesneye en farklı ve en gerçekçi boyutta bakıştır o. O, İçinde alevlendirdiğin ve bu alevin yakıp büryan ettiği ciğer ve gönlünü bu yersiz ve gereksiz ateşlerden kurtarmaktır.
Komşunu acayip kıskanıyorsun mesela, binanın önüne yeni bir araba çekmiş ya. Kıskançlık ateşi sana rahat vermez, yanarsın içten içe. Bir de duymuşsun ki zavallının ortanca oğlu ölmüş. O büyüttüğün arabanın gerçek yüzüne açılır gözün; o, kâinatta bir iğne ucu bile değil. İçinde gizlediğin şeye utanırsın.
Akrabalarından birine haset edersin; işleri günden güne iyiye gidiyor, diye. Ya da aslında ceviz kabuğu doldurmayan bir sebepten dolayı konuşmuyorsunuz birbirinizle. Bir de bakarsın ki diğer bütün akrabalar onun evine doluşmuş. Zavallı sabaha çıkamamış, kalp krizi onu yatağında yakalamış. Birden alınganlık gösterdiğin sebep gelir aklına. Ama artık o, aklı başındaki büyüklerin makul dargınlık sebebi olarak değil, belki evcillik oyunu oynayan küçük çocukların küslük sebebi olarak durur karşında. Kendi kendine utanır, mevtanın çocukları karşısında da ezilir büzülürsün.
Arabanın olmayışına, evinin harab oluşuna, tanıdıklarından dünya yarışında geri kalışına üzülürsün. Herkes koşuyor sen yayasın. Bunlardan doğan acılar çepe çevre sarmalar seni. Bu akreplerden biri aklını, biri beynini, biri yüreğin ısırır senin. Sonra tanıdığın fidan gibi bir gencin ölümünü duyarsın… Yazıklar olsun bize de, yarıştığımız şeye de, kederlerimize de sevinçlerimize de dersin. Canhıraş dünyevi yarışı bırakır, rahatlar, bir oh çekersin. Yersiz kederi, hüznü bir kenara atar, elhamdülillah dersin.
Ölüm, hiçbir vaizin veremeyeceği vaazdır; hiçbir terapistin sağlayamayacağı terapidir. Hükemadan hiçbirinin ulaşamayacağı derinlikteki bir hikmettir. Bu yüzden ölümle olan mesafeyi daraltmak gerekir. Dünya pasıyla kundaklanan gönül, ölüm rikkatliğini de yitirmiş biliyorum. O zaman cenazelerde ölüye daha yakın durmak lazım. Mesela ölüyü yıkarken, kefenlerken, mezara baş aşağı indirirken - o ne baş aşağı iniştir ya rabbi!- ölüye çok yakın olmak, belki işin içinde olmak gerekir.
Unutmayalım; cenazelerden, kabirlerden uzak durdukça kendimiz yaşayan cenazelere dönüşüyoruz. Unutmayalım, ölümle canlı bir ilişki geliştirmediğimizden, canlı canlı ölüyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.