Ömer B. Abdulaziz (3) (H. 61-101, M. 681-720)
Hamd ve senadan sonra… Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Zira Allah korkusu her şeyden hayırlıdır ve bütün iyiliklerin anahtarıdır.
Beşinci halife olarak seçilen Ömer b. Abdülaziz Müslümanların toplu bey’atinden sonra verdiği hutbede şunları söyler:
“… Hamd ve senadan sonra… Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Zira Allah korkusu her şeyden hayırlıdır ve bütün iyiliklerin anahtarıdır. Ahiretiniz için çalışınız. Allah Teala ahiret için çalışanın dünyasını da ma’mur kılar. İç âleminizi ıslah edin ki, Allah da dış dünyanızı ıslah etsin. Devamlı ölümü hatırlayınız. Gelip çatmadan evvel ölüm için hazırlıklı olunuz. Hz. Âdem (as)’den bugüne kadar gelip geçmiş ecdadınızı düşünün. Hepsinin ölüm hayatına nasıl daldıklarını görünüz. Bu ümmet, Rabbi, Peygamber (sav)’i ve kitabı konusunda ihtilafa düşmez. İhtilaflar ise hep mal ve makam için oldu. Ben, vallahi haklı kişinin hakkını asla kısmadığım gibi, hakkı olmayana da asla bir şey vermeyeceğim.”
Sonra da sesini yükselterek devam eder:
“Ey insanlar!.. Allah’a itaat edene itaat etmek gerektir. Allah’a isyan edene itaat edilmez. Allah’a itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Allah’a isyan ettiğim anda bana itaat etmeyiniz.”[1]
Ömer b. Abdülaziz devlet idaresini eline alır almaz, gecikmeden çok zalim ve Allah’tan korkmaz bazı devlet görevlilerinin vazifelerine son verdi. Onların emrine verilmiş devlet malını, malzemelerini ve devlet forslarını alıp devlet hazinesine koydurdu. O saatten itibaren onun gidişatı, yaşayış ve davranışları derhal değişti. Artık o, sanki Süleyman’ın ardından onun yerine geçen veliâhdı değil de, Hz. Ömer’den sonra onun yerine geçen Ömer’in veliâhdı gibiydi.[2]
Uzun müddetten beri Bizans surları önünde karada ve denizde perişan olmuş Müslüman askerleri geri çağırmak için kumandan Mesleme b. Abdülmelik’e mektup yazması, Mısır valisi Usâme b. Yezid et-Tenûhî ile Kuzey Afrika valisi Yezid b. Ebi Müslim’i görevlerinden derhal azletmesi tarihe ‘İlk üç icraatı’ olarak geçmiştir. Bir başka icraat olarak Fırat Nehri üzerindeki Menbic köprüsünde uygulanan geçiş ücretini de kaldırmıştır.[3]
Halifeliğinin ilk gününde bayağı yorulmuş ve uykusuz bir vaziyette kaylule uykusu için eve gelip sedire uzandığı gibi, salih ve âlim bir şahsiyet olan oğlu Abdulmelik gelir ve “Ne yapacaksın babacığım?” diye sorar.
-Dün gece dayın Süleyman ile beraber kaldım. Çok uykusuz ve yorgunum,
cevabını alınca şunu söyler:
-Zulüm bütün gücü ile ortada iken nasıl uyuyacaksın! Uyuyabileceğini zannediyor musun?
Bunun üzerine babası onu alnından öpüp
-Benim sulbümden beni dinimde ikaz edecek bir evlad bağışlayan Rabbime hamdolsun!
der ve uyumayı bırakıp işine döner.[4]
Müslümanlara karşı şefkatinin ne derecede olduğunu ifade etmesi bir yana, bu örneklerden, salih evlad yetiştirmenin ne denli mühim olduğu hakikati nasıl da beliriveriyor.
Evladını sefih ve yüz kızartıcı hallere sürüklenmekten kurtaramayan ve bu tehlikeyle sürekli karşı karşıya bulunan bugünkü Müslümanlar olarak bizler, Nebevî terbiye metodunu takip edip çocuklarımızı cami ve Kur’an aşığı ve müdavimi haline getirmek ve evde, okulda, oyunda, işte hep örnek ahlaka sahip çocuklarla, örnek ahlak sahibi Müslümanların çocuklarıyla arkadaşlık kurup onları çevre edinmelerini sağlamak yoluyla salih bir nesil oluşturmaya gayret gösterirsek, hiç kimsenin şüphesi olmasın, hem kendimizi, hem onları, hem de tüm toplumu sahil-i selamete ulaştırmış olacağız inşaallah.
Bunu yapmaz da; çocukları şehvet ve şiddet saçan internet ve televizyonlara terk eder, suçlu ve günahkâr üreten bir makine haline gelmiş çevre ve okulların kucağına kontrolsüzce atarsak bu işin hem dünya, hem de ahiretteki sorumlusu bizler olur, ceremesini bizler çekeriz, maazallah.
Bu yazı dizisinin ilkinde Hulefa-yı Raşidîn’den Ömer b. Abdulaziz’in halife oluşuna değin geçen 48 yıllık saltanat döneminde, Medine İslam toplumunda Hz. Peygamber (sav) ve Ashab (rıdvanullahi teala aleyhim ecmain) tarafından oluşturulmuş Asr-ı Saadet ikliminin ne şekilde değiştirilip yozlaşmanın hangi vartalara ulaştığına değinilmişti.
Milliyetçilik ve kabilecilik başta olmak üzere eski cahili adetler hortlatılmış, İslam’ın bütünüyle kaldırıp haram kıldığı fiiller basitçe işlenir hale gelmiş, ümmetin malı sefihlere paylaştırılır olmuş, ümmetin önder şahsiyet olarak kabul ettiği alim ve fakihlerin, tüm karşı duruşlarına rağmen günahkâr ve zalim idarecilerin kontrolünde Müslüman halk yozlaştırılmaya başlanmıştı.[5]
İşte Ömer b. Abdülaziz, halifeliği devraldığı sırada böyle bir hava teneffüs ediliyordu. İki yıl gibi çok kısa bir dönem sürecek halifelik dönemi başladığı gibi kolları hemen sıvamaya girişmesi bundandı.
Onun bu, İslam tarihindeki ilk tecdid hareketini incelemeden evvel idarecilikten önceki yaşantısından kısaca söz etmek gerekir.
Ümeyyeoğullarının en seçkin ve gelecek vadeden bu evladı tam bir Müslüman şahsiyete, herkesçe takdir gören bir ahlaka, en fazla ihtimam gösterip hakkıyla ifa etmeye çalıştığı kulluğa, her hareketinde gözettiği üstün bir takvaya sahipti. Bununla beraber gençlik ve Medine valiliği dönemindeki yaşantısı ile halifelik sırasındaki yaşantısı arasında çok büyük farklılıklar mevcuttur. Daha doğrusu iki dönem birbirinden bütünüyle ayrıdır.
Ebu’l Hasan En-Nedvi bu durumu şöyle anlatır:
“Gençlik ve valilik devrinin, halife oluşundan sonraki hayatı ile hiçbir ilgisi yoktur. O; zevk sahibi, idareci karaktere ve tatlı bir yapıya, huya sahip bir gençti. Hangi yoldan geçerse geçsin, ona has güzel bir koku, oradan Ömer’in geçtiğini uzun süre hatırlatırdı. Onun yürüyüş tarzı meşhur ve gençlerin modası idi. Güzel karakteri, hak ve hakikate bağlılığı, yaratılıştan gelen iyi huyundan başka, onun İslam tarihinde çok önemli bir görev yapacak, önemli bir iş yürütecek olan bir kişi olacağını belirten herhangi bir alameti, işareti yoktu.”[6]
Halife amcası Abdûlmelik, çocukluğunda ve gençliğinde Ömer’e bir hayli mal ve mülk vermiş, babasından kendisine sayılamayacak büyüklükte miras kalmıştı. Kolayca elbise beğenmez, en güzel kokular sürünürdü.
Ancak halife olduktan sonra bütün mal ve mülkünü dağıtmış, tüm elbise ve özel eşyalarını beytülmale bağışlamış, çocukları için bile olsa geride bir şey bırakmamıştı. Zira büyük sorumluluk gerektiren bu hilafet yükünün pek kolay bir mükellefiyet olmadığını biliyordu.
İbrahim b. Bekâr anlatıyor:
“Ömer’i halife olmazdan evvel Mekke’de gördüm. Kuşağının bağı göbeğinin boğumları arasında kaybolmuştu. Daha sonra halife olunca uzaktan omurga kemikleri rahatça sayılabiliyordu.”[7]
Ali bin Bezeyme ise şöyle der:
“Ömer b. Abdülaziz’i Medine’de gördüm. O, insanlar arasında en güzel giyineni, en güzel kokular sürüneni ve yürüyüşünde en heybetli olanı idi. Halife olduktan sonra onu yine gördüm, bu kez dünya nimet ve lezzetlerini tepmiş, takva sahibi bir mü’min yürüyüşü gibi yürüyordu.”
Devam edecek…
İnzar Dergisi
[1] Ömer b. Abdülaziz, Ahmed Ağırakça, 83-84
[2] İslam Önderleri Tarihi, En-Nedvî, 60-61
[3] Ahmed Ağırakça, a.g.e. 84
[4] A.g.e., 85
[5] A.g.e. ‘İslam’da ilk toplumsal bozulma nasıl olmuştu’ bölümü
[6] En-Nedvî, a.g.e, 59-60
[7] Ahmed Ağırakça, a.g.e, 168
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.