Yusuf ARİFOĞLU
Önce ümmet, öncelik Kudüs
Hafta sonu Diyar-ı Bekir'de İTTİHAD'ul Ulema tarafından "Kudüs ve Mesuliyetimiz" isimli bir panel düzenlendi. Ümmeti temsil edebileceğine inandığım değerli katılımcıların olduğu panelin bir kısmını televizyon ekranından canlı olarak izleyebildim. Konunun ele alınması ve bağlamı da en az katılımcıları kadar kıymet arz ediyordu.
Sahih İslami düşünceden beslenen yapı ve kişiler ümmetin onca sorununa ve sarmala dönüşmüş problemlerine rağmen niçin kıymet, ilgi, sahip çıkma, gündemde tutma yönüyle Kudüs ve Mescid-i Aksa'yı öne çıkarıyor?
Dünya “hak- batıl, tevhid -şirk, doğru- yanlış, zulüm- adalet” gibi karşıtlıkların imtihana endeksli kapışma alanıdır. Bu kapışma alanında rahmani telkinlerin ve şeytani dürtülerin tetiklediği tarafların birbirlerinin zaafını yakalamaya çalışması ve onu alt etme isteğinden daha doğal ne olabilir?
Aslında karşı tarafın zaaf noktalarını, açıklarını bilmeyen, uyanık bir halle bunu kollamayanlara şaşmak lazımdır. Düşmanlığını ezeli ve ebedi bir havaya büründürmüş, bunu azaltmayı düşünmeyen ve gün geçtikçe daha da ileri götüren, türlü hile ve aldatmalarla yaşam alanının tamamını tekeline almaya çalışan israil gibi bir düşmana karşı ümmetin rahat bir tavır sergilemesi, nemelazımcı bir pozisyon alması mümkün değildir.
Ümmetin son otuz yıldır bir silkinme, bilinçlenme dönemine girdiği doğrudur; ama bu dinamikler ‘bilgi, amel ve birlikte davranma' boyutundan yoksundur. Ayrıca batılı yaşam tarzının, kültürel işgalinin; medeniyet, modernizm, özgürlük gibi cazibeli kavramların aldatıcı etkisiyle Müslümanlar gaflet içindeler. israil, ABD ve diğer şeytani hasımlar bu gafletimizden alabildiğine istifade ettiler. Bizim olmayan renklerin boyalarını, figürlerin şekillerini kalp ve düşünce duvarımıza sürdüler. Haliyle onların literatürüyle düşünmek, tarzıyla yaşamak; vizyonuyla vitrinimizi süslemek bir gereklilik, ihtiyaç addedildi.
Bunun doğruluğunu kısaca test edebiliriz. Yolda karşılaştığımız herhangi birilerine 'ümmet mi, kavim mi?' 'şeriat mı, demokrasi mi?' 'medrese mi, okul mu?' ‘karz-ı hasen mi, faiz mi?' ‘İslam kardeşliği mi, uluslararası müttefiklik mi?' sorularını soralım. Tercihleri birinci seçeneklerden yana olanların sayılarının ne kadar düşük olduğu net görülecektir.
İşte, zihinlerimize hâkim olan bu algıdan dolayı Afganistan, Irak, Mısır, Suriye örneğinde olduğu gibi sineğin ısırmasından kaçıp akrebin ısırmasına razı olduk. Kardeşlerimizin komşuluğunu dört tarafı düşman olarak anlatır ve tanımlarken dostluğu bile düşmanlığına taş çıkartan ABD ve Rusya'nın komşuluğuna mecbur kaldık. Ancak bir sineğin ısırması kadar acıtabilecek, incitebilecek kardeşlerin haklı veya gerekli taleplerini o kadar abarttık ki, israil ve ABD gibi akrep tıynetlilerin zehri için bizi tedaviye koşanları, bize merhem olanları suçladık ve dışladık.
İnsan canını acıtan, kendisini inciten sıkıntı, hastalığı elbette önemser ve onu izaleye çalışır; ama teşhis ve tedavide hastalığın şiddet ve derecesine bağlı öncelliği de bilmek lazımdır. Bir grip virüsüyle bir verem virüsü, bir mide ülseriyle bir kanser hastalığı, bir bıçak yarasıyla bir kurşun yarası asla bir değildir ve bir tutulamaz. Birincileri teşhis ve tedavide ikincilerin önünü geçirecek ve bunu tavsiye edebilecek bir doktor bulamayız.
Kur'an diliyle 'etrafı mübarek kılınan bir belde', Muhammedi uygulamayla 'ilk kıble', coğrafik bağlamıyla 'Ortadoğu'nun kalbi', inanç yönüyle 'üç büyük dinin kutsalı' olan Kudüs ve Mescid-i Aksa işgal altındayken, insanlığı ifsat eden şebekelerin potinleri altında inlerken, 'Irak, Suriye, Mısır, Kürdistan'da var olan işgal ve kıyımların bire bir arkasında israil'in kibirli gölgesi dururken, Filistin fiilen bu vahşinin zulmünü iliklerine kadar yaşarken hiç çekinmeden, korkmadan her mekân ve zamanda ‘Önce ümmet, öncelik Kudüs' demeliyiz, diyebilmeliyiz.
Görüş ve Önerileriniz için... [email protected]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.