Said El KURDİ
“One Minute” Patlar mı?!
İkinci yılını geride bıraktı, Türkiye-israil gizli görüşmeleri.
İki yıl boyunca;
Ne yiyorlar…
Ne içiyorlar…
Ne konuşuyorlar…
Mavi Marmara'yı mı?
Tazminat miktarını mı?
“Özür” durumunu mu?
Gazze ambargosu mu?
Yoksa?..
İyi de, bunca zaman sadece konuşulan bunlar olsa, katılımcıların çoktandır “Hafızlık” belgesi almış olmaları gerekmez miydi?!
***
Görüşmeler “gizli” sürünce kamuoyu, mecburen önüne atılan “kırıntılarla” idare etmek durumunda.
Görüşmeyi sürdüren Türk tarafı bu konuda ketum!
Her gündeme geldiğinde medyamız sadece “Tazminat miktarına” odaklanmakta…
Haber-yorumlar, israil'in ödeyeceği “milyoncuklar” etrafında şekillenmekte…
Gerisi laf-ı güzaf!
***
Ve ilk kez…
israil tarafı görüşme perdesini aralamış oldu.
İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen, Hürriyet'e röportaj verdi.
Öyle şeyler söyledi ki…
Öyle perspektifler çizdi ki…
“One Minute”, bu perspektifler karşısında Robinson Cruose'nun “Issız adası” gibi kimsesiz kaldı!
Bizim kamuoyu;
Tazminatla kıyılarımıza vuracak milyoncuk sayımıyla avunadursun…
Herkesin “eksen” kabul ettiği “Mavi Marmara” için Konsolos Cohen;
“O iş çoktandır bitti” deyip noktayı koyuverdi!
“Özür meselesi zaten…” hallolmuş…
Tazminat miktarında “uzlaşma” sağlanmış…
Tek irdelediği ise “Ambargo!”
“Bunun da sonuçlandırılması, 22 Mayıs sonrası bir iki görüşmeye bakar”, deyip “daha önemli meselelere” odaklanmış!
***
Konsolos Cohen;
Mühim rotalar çizmiş!
Ambargo meselesinden girmiş…
“Al Gazze'yi, ver HAMAS'ı” demeye getirmiş.
israil gazının orta vadede Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınması için “umut dağıtmış!”
Ama en önemli noktalardan birisi;
Suriye…
“Ortak tehdit” algısı…
“İstihbarat paylaşımı”…
Hatta gerekirse “ortak operasyon” bile yapılabileceğini belirtmiş!
Hatta Suriye/istihbarat paylaşımı/ortak operasyon başlıkları, Konsolosa göre en önemli meselelerdenmiş!
***
Tek tek gidelim…
Ambargo ile ilgili…
Diyor ki Konsolos Cohen:
- Biz Türkiye'nin Gazze Şeridi'ne yardım etmesini sağlamak için son derece istekliyiz. Düşünmemiz gereken tek mesele, bunun yapılabilmesi için alınacak güvenlik önlemleri.
- Denizden abluka ise kalkmayacak. Çünkü bu, güvenlik sebepleriyle gerekli ve uluslararası hukuka göre de meşru… O yüzden biz Türk yetkililere “istediğinizi, istediğiniz şekilde ve istediğiniz zaman getirebilirsiniz, ama Aşdod limanını kullanarak... Aşdod'da istediğiniz her olanağı sağlayacağız” diyoruz.
- Ama gelin görün ki Gazze Şeridi'ni Hamas kontrol ediyor. Bu da başka bir mesele. Biz Türk yetkililere “Tüm bunları Hamas'la el sıkışarak yapamazsınız. Hamas bir terör örgütü… Hamas'la ilişkilerinizi gözden geçirmeniz gerek” diyoruz.
- Bu görüş ayrılığının aşılması için uğraşıyoruz. Mesele sadece Hamas'ın Türkiye'deki varlığı değil. Hamas'ı Filistin Yönetimi, Mısır ve israil kabul etmiyor. ABD ve AB tarafından da terör örgütü sayılıyor. Türkiye bir terör örgütüyle çalışarak Gazze'ye yardım etme isteğini yerine getiremez. Başka bir çözüm bulmalıyız.
- Mesele sadece (sınır dışı edilen) Aruri gibi Hamas liderlerinin Türkiye'deki varlığı değil; çok daha karmaşık. Çözülmesi gereken asıl mesele bu... (Röportajın içeriğinden, Hamas yöneticilerinden Salih El Aruri'nin Türkiye tarafından sınırdışı edilmesinin süren görüşmelerle doğrudan bağlantısının bulunduğu ortaya çıkmaktadır)
Sözün özü;
İlişkilerin koptuğu Mavi Marmara hadisesi bağlamında sorunlar büyük oranda aşılmış. Bu durumla ilgili tek “pürüz”, ambargonun kaldırılmasıyla beraber Türkiye-Hamas ilişkilerinin hangi zemine oturtulacağıyla ilgilidir. Konsolos, “bu da aşılır” diyerek kendinden emin bir tavır sergiliyor!
***
israil doğalgazının boru hatlarıyla Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınması hususu, israil için şimdilik diğer konu başlıkları kadar “acil” gibi görünmese de;
“Ama…” diyor, Konsolos; “(İşbirliğini kastederek) Bu itekleyen bir neden, ama asıl sebep bölgedeki durum. Asıl sebep bölgedeki cihadist unsurlar ve terör. Çünkü bölgeyi istikrara kavuşturmak Türkiye ve israil'in ortak çıkarına!”
***
Türkiye'nin Hamas'la ilişkisine belli “standartlar” getirmek, israil'in şu an önem verdiği en mühim mesele gibi görünüyor.
Diğer önemli meseleyi ise israil için Suriye sahasında yaşananlar teşkil ediyor.
Türkiye'nin Suriye sahası ile başı beladadır ya…
Bunu bir “zaaf noktası” olarak işletip kendi korkularını da “Türkiye zaafı” üzerinden gidermeye yelteniyor.
Hizbullah diyor…
IŞİD diyor…
Terörist/Cihadist örgütler diyor…
Türkiye'nin yarasına tuz basma yoluna giderek “anlaşmanın” Türkiye açısından “ehemmiyetine” vurgu yapıyor!
Detaylara iniyor, Konsolos Cohen ve ferman buyuruyor:
-Türkiye'yle özellikle de Suriye'deki cihatçı terör örgütlerini bertaraf etmek için göz gözeyiz. Bu konuda işbirliği yapacak çok şey var. Bu tehdidi bertaraf etmek için eninde sonunda istihbarat ve bilgi paylaşımını arttırmaktan ve operasyonel işbirliğinden kaçamayız.
-Şu an yapılan operasyonlar Suriye'deki bu unsurları temizlemek için başarılı olmazsa ve israil'in kırmızıçizgileri aşılırsa, yani Golan Tepeleri'nden, IŞİD'den ya da Hizbullah'tan topraklarımıza yönelik bir tehdit gelirse, karşılık veririz. Kara gücü gerekse bile.
Röportajın genel havasından şunu çıkarabiliyoruz:
“Al Gazze'yi, ver Hamas'ı” pazarlığı israil tarafından sıkı tutuluyor. Ancak görüşmelerin uzun sürmesi ve daha da sürecek olması, bu dayatmanın Türkiye tarafından, en azından israilin komple beklentisini karşılayamadığını gösteriyor.
Türkiye'nin Suriye bağlamında karşılaştığı zorluklar, israil tarafından dikkatle izleniyor ve bu zorlukların aşılması noktasında israil, Hamas kartını bir pazarlık unsuru haline getirmeye çalışıyor.
Oysa burada da bir pürüz hemen göze çarpıyor.
Türkiye'nin Suriye'yle ilgili tehdit algılaması ile israilin tehdit algılaması birbiriyle uyuşmuyor. İlerde anlaşsalar bile tarafların birbirlerinin tehdit algılamalarını bertaraf etmede ne derecede işbirliğine gidebilecekleri de henüz net görünmüyor. Sebebine gelince;
Her iki ülke de Suriye'ye müdahil olan ülkelerdir.
Türkiye, şu aşamada büyük oranda PYD'ye odaklanmışken; israil, daha ziyade Golan bölgesi ve burada yeni bir cephe açmak için büyük uğraşlar veren Hizbullah'a odaklanmış durumdadır.
Şimdiye kadar israil, “Cihadist/terörist” olarak adlandırdığı gruplara karşı herhangi bir operasyonel faaliyet içerisine girmiş değildir. Hatta bazı gruplar için sınır boylarında sahra hastaneleri kurduğu da biliniyor.
En büyük operasyonel faaliyetleri ise Suriye'deki Hizbullah varlığı veya Hizbullah'a gittiğini iddia ettiği mühimmat konvoylarının vurulması şeklinde olmuştur.
Bu durum elbette kendi tasnifiyle “Cihadist/Terörist” grupların faaliyetlerini benimsediği anlamına gelmemektedir. Bu gruplarla Hizbullah arasındaki kanlı mücadele, şu an için israilin geçici de olsa bir tercihte bulunması sonucunu doğuruyor.
Hizbullah'ın Suriye'deki varlığı ve çatışmalardaki pozisyonunu istediğiniz şekilde değerlendirebilir veya eleştirebilirsiniz. Ama israilin özellikle Suriye sahasında Hizbullah'a karşı aldığı pozisyonun gerekçesi, sizin gerekçelerinizden çok farklı.
Hizbullah, şu anda büyük oranda Golan bölgesine yoğunlaşmış durumdadır. En büyük hedefi de Golan bölgesi üzerinden israile karşı önemli bir cephe açmaktır. Çünkü israile karşı Lübnan sahası, Hizbullah için sadece defans, israil açısından ise “tek kale” maç yapmak gibidir. Bu da Hizbullah için büyük bir dezavantaj teşkil etmektedir. Hizbullah, Golan tarafında önemli bir cephe açarak bu dezavantajdan kurtulmanın hesabını yapmaktadır. İşte israili ciddi endişelere sevk eden durum da budur.
Yine gelelim israilin yeni dönemde çokça önem verdiği gözlenen “Türkiye ile istihbarat paylaşımı ve ortak operasyon” perspektifine.
Türkiye'nin “Cihadist/Terörist” diye nitelenen gruplar hakkında geniş bir istihbarata sahip olduğu hususu sır değildir. Mutlaka israilin de benzer istihbarat bilgileri mevcuttur. Ama iki ülkenin Suriye bağlamındaki önceliklerinin çok farklı olması “gerekirse ortak operasyon” fikrini olanaksız gibi kılmaktadır.
O halde israil kendi korkuları üzerinden Türkiye'nin korkularını kurcalayarak neyi hedeflemektedir?
Hamas'a karşı Türkiye'yi daha fazla yumuşatma dışında, tüm stratejik kurumlarının Mossad şubesi gibi çalıştığı bir Türkiye portresi hayal ettiği söylenebilir. Türkiye'de olup biten her şeyin haklı olarak Mossad'la irtibatlandırıldığı eski avantajlı günleri aradığı söylenebilir.
Bunun karşılığında ise yerel/bölgesel/küresel odakların hedefinde olan siyasi iktidar ve bağlantlı olarak Beştepe üzerindeki yüksek basıncın hafifletilmesi gibi bazı taahhütler karşılığında israil bazı roller üstlenebilir.
Nitekim gerek Türkiye'de, gerekse ABD ziyaretlerinde kimi Siyonist lobilerle bir araya gelmeler böyle bir ihtimalin varlığına kuvvetle delalet etmektedir.
Yani anlayacağınız, iki yıldan beri süren “Mavi Marmara” odaklı görüşmeler, aktarıldığı şekliyle salt tazminat ya da dar çerçevede irdelenen ambargo meselesiyle ilgili değildir. Hatta görüşmelerin çapının “Mavi Marmara'yı” bile yutacak kadar geniş olduğu pekâla söylenebilir.
Bakalım önümüzdeki dönem neler yaşanacak?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.