Menderes YILDIRIM
Ortadoğu nereye?
Ortadoğu, İslam dünyasının merkezini ve özünü oluşturmaktadır. Irk ve mezhep zeminindeki en renkli, hareketli hatta en kanlı süreçler burada yaşanıyor. Anlaşılan dünya elitleri; maddi ve manevi açıdan zengin olan bu coğrafyayı kendi kaderiyle baş başa bırakmaktan ziyade, buralara uygulamaya çalıştığı bir öz proje peşinde. Bunlar; ABD, israil, AB, Rusya; yerlilerden de İran, Türkiye, Suud gibi güçlerdir.
Ortadoğu’nun geleceğinin üç ana mihver üzerinde şekilleneceği açık. Bunlar; Şiî, Sünnî ve Kürtlerdir. Bunların tümündeki gelişmeler, beklenmedik sürpriz ve ani değişimlere gebedir.
Şiî kesim; Sünnî dünyaya göre nispeten organize ve örgütlü olduğundan; kâr-zarar tespitini seri ve az hatayla yapabiliyor. Ezher ile 1948’lerde “Darü’t Takrib Beyn’el Mezahip” (Mezheplerin Yakınlaştırılması) faaliyetiyle “açılım” yapmaya çalışan Ulema sınıfının; geçen zamana rağmen konumunu koruyabilmesinin bunda payı büyüktür. Aynı çevrenin; Afganistan, Suriye ve Irak’ta ABD ile oluşturduğu tenasüp(!) kimi Sünnî çevrelerde soru işaretleri oluşturmaktadır.
Sünnî kesim; Arap baharıyla kendine gelmeye çalışmış; Batı’nın işbirlikçisi olan yönetimlerle girdiği hızlı hesaplaşma süreci, bir türlü sağlanamayan iç birliktelik yüzünden sekteye uğramıştır. Mursî, ilk darbeyi kendisinden daha köktenci olan “Selefî Nur Partisinden” almış; Rusya gibi bir dünya devini çökerten Afganistan Cihadı, kardeş hiziplerin iç çekişmesinden ölümcül darbe almıştır. Filistin Cihadı; israilden ziyade, israil masalarında avarelik yapan FKÖ gafleti ve Arap ihanetinden sille yemiştir.
Sünnî cephe için örnek bir devlet yapılanmasının henüz olamayışı buralardaki statükoların “karşısındaki cepheler” için ciddi bir dezavantajdır.
Sünnî kesimde, “soylu direniş erleri ve cepheleri” olan Ömer Muhtar’ın Libya’daki, Senusî Hareketi(Şeyh Abdulkadir)’in Cezayir’deki, Şeyh Şamil’in Kafkasya’daki şanlı direnişlerinin nimetlerini; -şimdilik- aynı halkın değerleriyle savaşan Emperyalistlerin işbirlikçileri devşiriyor.
Bu bir kader olamaz. Necip Fazıl’ın; “Devleştirilmiş cüceler ve cüceleştirilmiş DEV’lerin” hakkını iade etmek ve gelecek için, öz eleştiriye dayalı bir “yol haritası” gerekmektedir.
Kürt kesim; Fransız İhtilali’ni yakın geçmişe kadar duymamış, Balkan milliyetçi hareketleri sürecinde Osmanlı’nın şahsında ümmet için savaşmış, ulus devletlerin faşizan uygulamalarıyla kendini keşfetmeye(!?) çalışmış bir bakir halk. Yiğidi öldürmeden hakkını vermek gerekir. Bu halkın, Türk halkı ve Türkiye Cumhuriyeti ile uzun bir aşk macerası olmuş/olmaktadır. Siyasal anlamda belki de tarihinin en hareketli ve mümbit devresini yaşayan -dörde bölünmüş- Kürt halkının, artık nereye doğru gittiği görülmelidir. Parsellenen Osmanlı’da beylikler türeten Batı, Kürtleri son kart olarak kullanma hesabında.
Her zilleti kabul eden Müslüman devletler, sıra Kürtlere gelince ret ve inkâr politikası uygulayıp asıl sorunun eriyebileceğini düşleme gafletine girmemelidir. Kürtlerin aklıyla alay edildikçe Batı dünyası da uluslararası arenada bu halka, maddi-manevî vaatlerle(!?) yönelmeye ve “koruyucu melek(!)” rolüne bürünmeye devam edecektir.
Ümmet çatısı altındaki birliktelik elbette müslümanın yegâne çözümüdür. Ne var ki İslamcı cephe, statükonun yıllarca uyguladığı, sindirme ve yok etme politikalarından dolayı, ağır yaralı ve yeterince etkin olamamakta. Esasen, aynı çevre; muhafazakâr bir iktidarın yürüttüğü “Çözüm Sürecinde” dahi muhatap alınmamış hatta yok sayılmıştır. Hâl böyle iken “kendi düşen ağlamamalı”, radikal kararlar almalıdır.
Dünyanın uygulayarak güç bulduğu; “otonom, özerklik, eyalet, güçlendirilmiş yerel yönetimler..” gibi kavramlardan korkmamak, belki bunlar üzerinde düşünmek gerekir. Kürtler “dönülmez akşamın son ufkundadır” ama vakit çok (da) geç değildir. “Meşruiyetçi ve kuşatıcı uygulamalar” yapan devletler, Kürt sorunundan kârlı çıkacaktır. Kim ne derse desin, Kürt halkı; ümmet bütünlüğünde, Şii-Sünnî yakınlaşmasını ve belki de Sünni kesimin Türk şemsiyesi altında tevhidinin aksine ise tefrikasının yegâne vesilesi olacaktır.
Kuruluşunda evrensellik yerine millî/milliyetçi, vesayetçi anlayışla yapılanmasını tamamlamış ancak mevcut hükümet döneminde, nispeten istikrarı yakalamış ve Osmanlı misyonuna yönelen Türkiye Cumhuriyeti’nin zorluklarını da anlamak gerekir. Hükümetin iç fitne ve dış entrikalara karşı işinin kolay olamayacağını da anlayışla karşılıyorum ancak Kürt sorunun da artık; satranç ve mühendisliklerle öteleme, oyalama değil dürüst politikalar uygulama, sabır, azim, ezber bozma politikaları nikâhı butlan (geçersiz) olmaktan kurtaracaktır.
Batı, İslam dünyasının kıt kaynaklarına, büyüyen çocuklarına talip olmuştur. Elindeki mavi boncuk ve balonlarla, aba altındaki hançeri ile İslam’ın haremine girmiş bile! Ortadoğu halkları, “şark kurnazlığı(!)” ile artık birbirlerinin “aklıyla alay edip” geçmişin kangrenleşmiş “sorunlarının da buharlaşması” beklenmemeli. Batı’nın; çaresiz, dışlanmış, yolunu gözetleyen Kürt halkı istediği bir alanda; Kürtler dışlanır, şeytanlaştırılırsa işler toparlanamaz. Kürtlerin; Barzani’nin şahsında devletleştiği bir zeminde, Türk kardeşlerimin endişesini de iyi anlıyorum. Kürtler de kan kaybına uğramış, parsellenmiş maraba/bende bir yapılanmanın fıtrî haklarını Türk-Kürt kardeşliğinde elde etmiş bir Kürdistan’dan kesinlikle daha iyi olamayacağını idrak etmeli. Yeniden kardeşlik, yine kardeşlik tıpkı mazideki gibi, birlikten güç doğar. Selam ve derunî dualar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.