Mustafa AYDIN
Ortadoğu’daki Gelişmeler Üzerine
Ortadoğu, İngilizler tarafından 19. Yüzyıldan itibaren kendi coğrafi konumuna göre isimlendirdiği, güneybatı Asya'da, tarihsel ve kültürel yakınlığı olan ülkelerin oluşturduğu coğrafi bölgedir. Akdeniz'den Pakistan'a kadar uzanır ve Arap Yarımadası'nı kapsar.
Birinci Dünya Savaşından sonra savaşın galipleri olan İngiliz ve Fransızlar tarafından Ortadoğu’daki sınırlar suni bir şekilde masa başında çizilmiştir. Bazı ülkelerin sınırları adeta cetvelle çizilmiştir. Bazen bir kabilenin yaşadığı bölge bir devlet(!) olarak belirlenirken, bazı bölgelerde örneğin Kürtlerin yaşadığı Kürdistan coğrafyası beş ülke arasında bölüştürülerek Kürtlerin devlet olma hakkı ellerinden alınmıştır. Bu şekilde suni bir şekilde oluşturulan sınırlar ile bilinçli olarak sorunlu alanlar bırakılmıştır ki, bu sorunlardan ve çıkacak çatışmalardan faydalanarak, kendi hegemonyalarını devam ettirme amaçlarını gütmüşlerdir. Ayrıca bölük pürçük ettikleri ülkelerle ileride kendi çıkarlarına engel olabilecek güçlü devletlerin oluşmasının da önüne de geçmişlerdir. Bununla da yetinmeyerek bu ülkelerin başına kendi zihniyetinde olanları getirerek hegemonyalarını pekiştirmişlerdir.
Ortadoğu’daki devletlerin başına getirilen diktatörler sürekli halklarına ihanet ederek, Batılı devletlerin çıkarlarını gözetmişler. Modernizm ve çağdaşlık adına Müslüman halkların inanç ve kültürlerine savaş açarak, Batının geliştirdiği ideolojiler ile ahlaksız değerlerini dayatmaya çalışmışlardır. Bunun yanında Batının özellikle Fransız İhtilalinin getirdiği Milliyetçilik fikrinin etkisiyle ırkçılık yapılmış, kendi ırklarından başka ırk ve kavimler yok sayılmış ya da inkar edilmiştir. Bu dayatmalara karşı çıkanlara ise, baskı, şiddet uygulayıp, kıyımlar gerçekleştirerek Müslüman halkları kontrol altında tutmaya çalışmışlardır. Bu uğurda ümmetin bir çok değeri ortadan kaldırılmış ya da sürgünlere gönderilmiştir. Şeyh Said, Saidé Kürdi, Seyyid Kutup, Abdulkadir Udeh, Hasan El-benna, Ali Şeriati (Allah onlara rahmet etsin) vd. gibi.
Bunun yanında Batının değer ve ideolojileriyle beslenen İslam ülkelerindeki diktatör ve İslam düşmanı yönetimlere alternatif olmak üzere Batılı ülkeler başka bir hile geliştirerek, örneğin kapitalist sistemin uygulandığı bir ülkede sosyalizmin, komünizmin bir kurtuluş yolu olduğunu el altından pompalanarak, özellikle gençlik kesiminin bu yola kanalize edilmesi sağlanmıştır. Sosyalizmin uygulandığı ülkelerde ise liberal kapitalist fikirler kurtuluş reçetesi olarak sunulmuş ve Müslüman halkların kendi özlerine yani İslam’a yönelmesini bu hilelerle engellemeye çalışmışlardır. Çünkü Sosyalist olsun, Kapitalist olsun bütün bu yönetimlerin ipi batılı emperyalistlerin elindeydi. Örnek olarak Sosyalist bir yönetim kurduğunu söyleyen Saddam uzun süre ABD ve Avrupalı emperyalist devletlerin desteğini almıştır. Hatta Halepçe’ye attığı kimyasal silahları da Batılı dostlarından temin etmiştir. Yine Mısır’da Sosyalist bir yönetim kuran Cemal Abdunnasır’ın daha sonra ortaya çıkan belgelerle aslında ABD istihbarat teşkilatı olan CIA ile işbirliği içinde olduğu belgelenmiştir. Zaten Kapitalist yönetimler açıktan ABD ve Avrupalı devletlerle işbirliği içindeydiler.
Bu şekilde uzun süre Müslüman halkları uyutan Emperyalist sömürgeci devletlerin hile ve oyunlarının ortaya çıkması, Müslüman halkların Batı kökenli ideolojilerin aslında kendilerini uyuşturan bir afyondan başka bir şey olmadığını görmesini sağladı. Emperyalizm ve onun işbirlikçi uşaklarına karşı mücadelenin de gerçek mecrasına yani İslam’a dönmesini sağladı.
Burada bir parantez açarak şunu söylemek istiyorum. Bölgemizde yani Kürdistan’da özellikle Kuzey Kürdistan’da hala Kürt halkının kurtuluş mücadelesinin sol ve Sosyalizm ile olacağını iddia eden ve batılıların yem olarak kullandığı iflas eden bu ideolojiyi hala Kürd gençlerine aşılayan PKK ve benzeri sol gruplar İslam dünyasıyla bir tezat oluşturmaktadır. Onlarda bunu farkında olmalılar ki BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak Ortadoğu’da mücadele eden İslami muhalefetle kan uyuşmazlıklarının olduğunu ifade etmiştir. Tabi bunu söylerkende hala solun bir kurtuluş yolu olduğunu söylemektende geri kalmıyor. Bunlar Sol ve Sosyalizmin hamallığını Kürtlere yüklemek için hala diretmektedir. Ama Kürd halkı Müslümandır. Eninde sonunda onlarda gerçek kurtuluşun İslam’da olduğunu görecek, kendi özüne dönecek ve bu köhnemiş yükleri sırtından atacaktır. Bunun filizleri de boy atmaya başlamıştır. Bunun göstergesi dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir şekilde yüzbinlerce insan Hz. Peygamberin doğum yıldönümünde Kürdistan’da bir araya gelerek kutlu doğumunu kutlamaktadır. Bu da gösteriyor ki nehri tersinden akıtmak isteyenler hiçbir zaman başarılı olamayacaktır.
Uzun süre devam eden bu ihanet, zulüm ve baskıların ardından son dönemlerde Ortadoğu’da önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Özellikle Önce Tunus’ta başlayıp daha sonra Mısır ve Libya’ya sıçrayan halk ayaklanmaları sonucu, bu ülkelerdeki diktatörlükler yıkıldı. Yıllarca Müslüman halklara kan kusturan ve yıkılmaz zannedilen diktatörlerden kimi kaçmak zorunda kaldı. Kimi hesap vermek için mahkeme önüne çıkarılmakta, kimi de rezil ve perişan bir şekilde feci bir sonla öbür dünyada gerçek hesabını vermek üzere bu dünyadan gitti.
Bir zamanlar burunlarından kıl aldırmayan bu zalimlerin gidişi, diğer zorbalara ders olması gereken ibretli bir durumdur. Ama “Tarih tekerrürden ibarettir. İbret alınsaydı tarih tekerrür etmezdi” misali Suriye, Bahreyn, Suudi ve diğer diktatörler bunlardan ders almamış olacaklar ki kan dökmeye, halklarına zulüm ve baskıda bulunmaya devam etmekte ve tarihi tekerrür ettirmektedirler. Allah’ın izniyle bu baskı ve zorbalıkları kendilerine fayda vermeyecek, ancak sonlarını hızlandıracaktır. Hadis-i Şerifte “Küfür devam eder, zülüm devam etmez” prensibi gereği bu zalimlerin sonu ergeç gelecektir. “O kâfirler, kendilerine mühlet vermemizin kendileri hakkında hayır olduğunu sanmasınlar. Onlara mühlet vermemiz, günahlarının artması içindir. Onları zelil ve perişan eden bir azap vardır” (Ali İmran Suresi, 178) mealindeki ayette ifade edildiği gibi, Allah zalimlere mühlet verir, fakat asla ihmal etmez. Bilakis yaptıkları zulüm gayretullah'a dokunduğu için, onların cezayı daha fazla hakkedecekleri suçları işlemelerine biraz daha fırsat tanıyor.
Peygamberimiz (a.s) buyuruyor ki; “Allahu zû’l-Celâl, zâlime biraz mühlet verir. Ama bir kere de onu yakaladı mı, ona artık fırsat vermez (nefes bile aldırmaz!). Sonra da Resûlullah (a.s) sözlerine delil olarak şu ayeti okudu: “Zâlim bir memleketi Rabbin yakaladı mı, işte böyle yakalar. Ve Onun yakalaması çok acıklı ve şiddetli olur." (Hud-102)
Bütün bu gelişmelerden sonra, uşaklarının bir bir gitmeye başlamasıyla Batılı Emperyalistler de elbette boş durmayacaklardır. Gelişen olayları kendi lehlerine çevirmek için her türlü yola başvuracaklardır. Bu minvalde Mısır’da gerçekleştirdikleri provakasyonlarla, daha önce yaptıkları mali yardımları kesmekle tehdit etmeleri bunun göstergeleridir. Böylelikle güvensizlik ortamını meydana getirerek, yeniden kendilerine muhtaç duruma getirmeye çalışmaktadırlar. Elbette bu oyunların boşa çıkarılması devrimlerin meydana geldiği ülkelerde idareyi eline alanların kendi halklarına ve İslam’a olan bağlılıklarının samimiyetine bağlıdır.
Ama şu bir gerçektir ki batılı emperyalist ülkeler artık eskisi gibi rahat olamayacaklardır. Çünkü Müslüman halklar artık emperyalistleri ve onların yerli uşaklarının gerçek yüzlerini tanımışlardır. Ama bundan sonrasının kolay olacağını söylemekte elbette gerçekçi değildir. Temennimiz odur ki İslam’ı referans alan, emperyalizme karşı tavizsiz uyanık yönetimlerin işbaşına gelmeleri ve diğer İslam ülkelerinin de kurtuluşuna örnek ve vesile olmalarıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.