Oruç
Arapça’da ‘Siyam’ kelimesi, ‘Savm’ kelimesi gibi mastar olup, fıkıhta orucu bozan şeylerden sakınmak anlamına gelir ki, biz buna ‘oruç’ diyoruz.
Arapça’da ‘Siyam’ kelimesi, ‘Savm’ kelimesi gibi mastar olup, fıkıhta orucu bozan şeylerden sakınmak anlamına gelir ki, biz buna ‘oruç’ diyoruz.
Şaban Ayı’nın otuz gününün tamamlanması veya Şaban’ın yirmi dokuzundan sonra hilalin görülmesiyle Ramazan Ayı’nın orucu vacip olur.
Orucun Vücup Şartları:
Orucun vücup şartları dörttür:
1−Müslüman olmak
2−Baliğ olmak
3−Akıllı olmak. Kâfir, çocuk ve delilere oruç farz değildir.
4−Orucu tutabilecek güçte olmak. Yaşlı veya hasta olup tutamayanların, ileride de geleceği gibi fidye vermeleri gerekir.
Orucun Farzları
Orucun farz ve rükünleri dörttür:
1−Niyet: Kalben oruç tutmayı kastetmek. Eğer oruç farz oruç ise, her gece şafaktan önce niyet getirilmeli ve tutulacak oruç belirtilmelidir.
“Ramazan orucuna niyet ettim” diyerek niyet getirmek gibi.
Niyet getirilirken ‘farz’ kelimesini telaffuz etmek şart değildir. Niyetin ekmeli (en güzel şekli) şöyledir:
“Allah için, bu seneki Ramazan farzını eda etmek üzere yarın oruç tutmaya niyet ettim.”
Geceleyin farz oruç için niyet getirmeyen veya niyet getirmeyi unutan kimse;
−Gündüz acıkmamak veya susamamak için gece biraz yiyecek yemiş veya su içmişse,
−Ya da, fecrin doğması korkusuyla yeme, içme ve cimadan uzak durup Ramazanın farz orucu kalbinden geçmişse, bu durumlar onun için niyet yerine geçerler.
Hanefi mezhebine göre ise, bir şey yememek şartı ile öğlene kadar da niyet getirilebilir.
Ancak İman Malik’e göre bütün Ramazan’a bir seferde niyet etmek yeterli gelmektedir. Kişi, Ramazan’ın başında; “Bu yılın bütün Ramazan orucunu tutuyorum” diye niyet getirir. Buna binaen bir kimse, İmam Malik’e uyarak bir seferde niyet getirip sonra her gün tek tek yenilerse, daha sıhhatli olur. Çünkü unutma halinde İmam Malik’e uyularak bir seferde niyet getirildiğinden kazaya gerek duyulmaz.[1]
2−Fecrin doğuşundan, akşam ezanına kadar yeme ve içmekten uzak durmak.
3−Önden olsun, arkadan olsun cinsel ilişkiden sakınmak.
4−Kasten kusmaktan sakınmak.
Orucu Bozan Şeyler:
Orucu bozan şeyler, ondur:
1−Kasten beden boşluğuna herhangi bir şeyin girmesi: Kulak boşluğu, boğaz boşluğu, zeker, ferc ve dübür (arka menfez) deliği gibi. İçe giren bu şey susam tanesi kadar küçük dahi olsa; −ayn (cisim, madde) olmak şartıyla− orucu bozar. Fakat ayn olmayıp eser olan şeylerle oruç bozulmaz. Örneğin; tadını öğrenmek için ağza alınıp atılan yemeğin −damağa gitse dahi− tatlılık ve ekşiliği, tütsü ve duman, kasıtlı olarak ağız açılıp içine girseler dahi yol ve un tozu gibi. Fakat İbn−i Kasım−i Ubadi, dumanın da ayn olduğunu söylemiştir.
Kişinin, kendisinin içtiği tütünün dumanı, ayn olduğu için orucunu bozar.
Orucu bozan maddeler; ağız, burun, kulak gibi açık menfezlerden girerlerse orucu bozarlar. Açık menfezlerden girmediklerinde ise orucu bozmazlar. Örneğin; sürme çekerken veya yıkanırken bedenin gözeneklerinden sürme veya suyun vücuda girmesi ya da damardan dahi olsa vücuda iğne yapılması gibi…
2−Me’mume, yani beyin torbacığına kadar derinleşmiş yara ve burun deliği açık bir yerden kafaya giren şeylerle de oruç bozulur.
Ağza veya burna su alırken, fazla çekip çalkalamak suretiyle mübalağa yapmak ve kendini suya daldırmamak şartıyla, abdest ve gusül anında ağız veya burundan içeriye kaçan su ile oruç bozulmaz. Bu iki şart yerine getirilmeden su kaçarsa, oruç bozulur. Aynı şekilde serinlemek için ağız ve burna su alınır veya serinlemek için gusül yapılırken içeriye su kaçarsa yine oruç bozulur. Fakat ağız necis olursa, mübalağa ile yıkamak vaciptir ve oruç bozulmaz.
Dilin ucunda olup dışarı çıkan tükürüğü yutmakla oruç bozulmaz. Yalnız, diş eti kanı veya ipliklerin rengi gibi şeylerin tükürüğün içine karışmaması gerekir.
Fakat;
−Dudağın dışına çıktığı halde yutulursa
−Ayrılması mümkün olan bir ıslaklıkla ıslanmış misvak veya ipin ucu ağza konulur ve o ıslaklık yutulursa bu durumlarda oruç bozulur.
Noktasız ح (HA) mahreci dışına çıkmış olan ve dışarı atılması mümkün olan balgamını yutmak da orucu bozar. Ama dışarıya atılması mümkün olmadığı için yutulursa oruç bozmaz.
Aynı şekilde dişlerin arasında kalan yemek kalıntıları tükürüğe karışır ve kişi bunları birbirinden ayıramazsa mideye inmesi durumunda oruç bozulmaz.
Yukarda sayılan şeyler, kasıtlı olarak yutulduğu takdirde oruç bozulur. Fakat kişi oruçlu olduğunu unutursa çok dahi olsa, yeme ve içmeyle orucu bozulmaz. Elde olmadan, herhangi bir şey ağza ve oradan mideye inerse, oruç bozulmaz. Örneğin, bir sineğin oruçlunun ağzına, oradan midesine girmesi gibi...
Henüz imsak vakti girmediği zannıyla sahur yenilir veya akşam olmuş zannıyla iftar açılır, sonra da yanlış hesap yapıldığı ortaya çıkarsa her iki durumda da oruç bozulur.
3−Ön ve arka menfezlerin birinde fitil gibi bir ilaç kullanmak: Çubuk veya parmağı zahir sınırı geçecek şekilde ön ve arka menfezlere ve kulağa koymak da oruç bozar.
4−Kasten kusmak: Elde olmadan kusma ise, geriye hiçbir şey kaçmamak ve necis olduğu için ağzı yıkamak şartıyla orucu bozmaz.
5−Ön veya arka yoldan kasten cinsel ilişkide bulunmak. Hayvanlarınki olsa bile fark etmez. Oruçlu olduğunu unutarak yaparsa oruç bozulmaz.
6−Temastan dolayı meninin akması: İki bedenin (kadın−erkek) temasıyla veya kişinin kendi eli veya hanımının eliyle cinsel organıyla oynaması demek olan istimna yoluyla meniyi akıtırsa oruç bozulur. Arada perde olup kucaklayarak dahi olsa tene dokunmadan meni akarsa oruç bozulmaz. İhtilam, kadına bakma veya düşünmek yoluyla meni akarsa oruç bozulmaz. Fakat bu hallerde meni akmasının, kişinin âdeti olmaması şarttır. (Yani kadına bakmaktan veya düşünmekten dolayı meninin çıkacağını bilmemesi gerekir. Eğer bu durumlarda meninin çıkacağını bilirse orucu bozulur.)
Hanımını öpmek ve elbiseler içinde onu kucaklamak şehveti uyandırıyorsa haram, yoksa hilaf−ı evladır.
7−Hayza girmek
8−Nifasa girmek
9−Delirmek
10−Mürted olmak
Bu dördünden herhangi biri oruçlu kimsede bir anlık dahi oluşursa orucu bozulur. Fakat sarhoşluk ve baygınlık fecirden akşama kadar devam etmezse orucu bozmazlar. Bir lahza dahi ayılırsa orucu bozulmaz.
Hanefi mezhebine göre ise şunlar orucu bozmaz
1-Suya dalma esnasında kulağa suyun kaçması.
2-Bir çöple kulağını kaşıdıktan sonra kirli çöpü tekrar kulağa sokma.
3-Burun akıntısını, kasten nefesi ile çekip yutmak.
4-Ağza gelen kusmuğun kendiliğinden geri gitmesi. Bu kusmuk, ağız dolusu bile olsa oruca zarar vermez.
5-Kendini zorlamak sonucu ağız dolusu kusmak.
6-Dişler arasında kalan nohut tanesinden küçük bir şeyi yutmak.
7-Susam tanesi kadar bir şeyi ağzına alıp yok oluncaya kadar çiğnemek, fakat boğazında tadını hissetmemek.[2]
ORUCUN SÜNNETLERİ
Oruçta üç şey sünnettir:
1−Yakinen akşam olduğun bilmek şartıyla iftarı acele yapmak. Ayrıca orucu hurma ile açmak da sünnettir. Hurma yoksa su ile açılır.
2−Sahuru gece süresinin bitip−bitmediği hakkında şüpheye düşmeyecek bir süreye kadar tehir etmek. Şüpheye düşecek kadar sahuru tehir etmek ise caiz değildir. Ayrıca, sahurun kendisi de sünnettir. Az bir yeme ve içme ile de olsa, bu sünnet yerine gelir.
3−Kötü söz söylemekten sakınmak. Yalan, sövme, gıybet, söz taşımak gibi… Orucu, bu gibi sözlerden arındırmak sünnettir. Her ne kadar bu sözler, haram ve onlardan sakınmak vacip de olsa oruçlu iken bu sözleri terk etmekle ayrı bir sünnet hasıl olur. Örneğin, birileri oruçluyu sinirlendirdiği zaman, oruçlunun kötü söz söylememesi ve orucunun bereketinin kaçmaması için kalbiyle veya diliyle ‘ben oruçluyum’ demesi gibi…
Orucun sünnetleri sadece bunlarla sınırlı değildir. Onlardan bazıları;
a−Oruçlu iken mekruh olan şeylerden sakınmak. Mekruh olan şeyler şunlardır:
−Nefsin iştahını çeken şeylere bakmak, onları dinlemek.
−Güzel kokulu şeylere dokunmak ve onları koklamak.
−(İçinde aroma, şeker vb. şeyler bulunmayan sade) sakızı çiğnemek. (Şekerli sakızı çiğnemek orucu bozar.)
−Herhangi bir amaç olmadan yemeğin tadına bakmak. (Yemeği pişiren kişinin, yemeğin pişip−pişmediğini veya tadını anlamak için tatması mekruh değildir.)
−Öğleden sonra misvak kullanmak.
−İftar vaktinde (helal mı, haram mı olduğu belli olmayan) şüpheli şeyleri yemek.
b−(Bedeni zayıf düşürdüğü için) Neşter ve hacamattan sakınmak.
c−Fecirden önce cenabetten yıkanmak.
d−Çok Kur’an okumak.
e−Çok sadaka vermek.
f−Ailesine bol miktarda giyecek ve yiyecek almak.
g−İftar ederken;
“Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttuk, senin rızkınla orucumuzu açtık, bizden kabul buyur. Hiç şüphesiz sen, her şeyi işiten ve her şeyi bilensin.”[3]
“Her şeyi kuşatan rahmetinin şefaatiyle senden, beni bağışlamanı dilerim”[4] demek sünnettir.
ORUCUN KAZA VE KEFARETİ
Kasten, arka yoldan dahi olsa bir hayvan veya insan ile cinsel ilişkiye giren kimseye hem kaza ve hem de kefaret vacip olur. Eğer bu kişi, oruçlu bir yolcu veya oruç bozması caiz olan bir hasta ise, ona kefaret vacip olmaz. Aynı şekilde kendisine cinsel ilişkide bulunulan kadına da kefaret vacip değildir. (Erkekler için) Kefaret, ancak cima ile oruç bozulduğu zaman vacip olur. Ama, yeme−içme veya istimna ile orucu bozduktan sonra cima yaparsa kefaret vacip olmaz.
Orucun kefareti; Müslüman bir erkek veya kadın köleyi azad etmektir. Köle bulunmazsa veya köle almaya parası yetmezse üst üste iki ay oruç tutmak vacip olur. Arada tek bir günü bile oruçsuz geçirirse, kesintisizlik durumu bozulduğu için yeniden başlamak vaciptir. İki ay üst üste oruç tutamayan kimseye altmış miskin veya fakiri doyurmak vacip olur. Bu ki kefaret niyetini getirerek her bir miskine, bulunduğu şehirde herkesin genel olarak kullandığı azıktan bir müdd (iki el avucu) verir.
Üzerinde Ramazan orucunun kazası olduğu halde ölen kimsenin, tutamadığı her bir günü için bir müdd (kefaret olarak) verilir.
Kavl−i cedid’e göre, onun yerine oruç tutulamaz. Kavl−i kadim’e göre ise, onun yerine akrabaları oruç tutabilir veya yiyecek verebilirler. İmam Nevevi ile âlimlerden bir topluluk, Kavl−i kadim’i tercih etmişlerdir. Hanefilere göre ölünün yerine oruç tutulmaz, bunun yerine fidye verilir.
Eğer ölen kişi yerine tutulması gereken kaza orucunun üzerinden bir sene geçmişse; biri orucu kazaya kaldığı için diğeri de bir seneden fazla tehir edildiği için kefaret olarak her bir gün için iki müdd yiyecek verilecektir. Sonra, kaç sene geçerse sene sayısına göre her bir gün için o kadar müdd arttırılır.
Oruç tutamayan yaşlı kimse, tutamadığı her bir gün için bir müdd vermek üzere orucunu bozabilir. Hanefilere göre ise 2 müdd (yaklaşık 1,5 kg)dır. Aradan bir yıl geçecek şekilde fidye vermeyi tehir ederse günahkâr olur, fakat özürlü olduğu için senenin geçmesiyle müdd sayısında artış olmaz. Tutamadığı her bir gün için yine sadece bir müdd verir.
Burada oruç tutamamaktan maksat, tutulduğu zaman normalde tahammül edilemeyecek derecede eziyet ve zorluk çekilmesidir. Oruç ayı geçtikten sonra, orucu tutabilecek gücü olursa da baştan beri oruç değil, üzerine fidye vacip olduğu için kaza yapmaz.
Doktorların teşhisine göre iyileşmesi ümit edilmeyen ve oruca güç yetiremeyen hasta bir kimse, yaşlılar gibi fidye verir ve iyileştikten sonra da kaza yapmaz.
Hamile olan veya çocuk emziren kadın, oruç dolayısıyla kendilerine bir zarar gelmesinden korkarlarsa iftar eder, sonra da uygun bir zamanda bunu kaza ederler. Bunlara fidye vacip değildir. Fakat bebeklerine gelebilecek bir zarardan korkarlarsa; mesela hamile kadın düşük yapmaktan, emziren kadın da sütün azalmasından veya kesilmesinden endişe ediyorsa iftar eder: buna karşılık hem kaza, hem de fidye vacip olur. Hanefilere göre fidye yoktur.
Hem kaza, hem de fidyenin vacip olması, orucun açılmasında iki şahsin faydası olduğu içindir. (Yani bir kişiyi helak olmaktan kurtarmaya çalışan kimse, orucunu açmakla hem kendisi, hem de kurtardığı kişi bu durumdan fayda görür.)
Üzerinden bir sene geçtiği halde kazaya kalan orucunu tutamayan kimseye de hem kaza hem de fidye vaciptir. Her bir gün için bir müdd verecektir. İki sene geçmişse, her bir gün için iki müdd, üç sene geçmişse üç müdd verecektir. Ve hakeza…
Oruç tuttuğu zaman abdest yerine teyemmüm alması caiz hale gelecek[5] ama buna rağmen iyileşmesi beklenilen ağır bir hasta kaza yapmak üzere orucunu açar ve fidye vermez. Aynı şekilde günahkârlık veya sadece şehirleri gezip görmek için olmamak şartıyla, kasr mesafesi kadar uzun bir yolculuğa çıkan yolcuda, sonradan kaza yapar ve fidye vermez.
Yolcu kimsenin oruç sebebiyle zarar görmüyorsa oruç tutması, zarar görüyorsa orucunu açması daha iyidir. Orucu açmanın caiz olmasının şartı, niyetten sonra olsa dahi, imsakten önce yola çıkmasıdır. İmsakten sonra yola çıkarsa, orucu bozmak caiz değildir. Ancak helâk olmaktan korkarsa, orucunu açabilir.
Orucunu Açması Vacip Olanlar
Üç kişiye orucunu açmak vaciptir:
1−Hamile kadın
2−Çocuk emziren anne. Yukarıda da geçtiği gibi, bu ikisi herhangi bir zarardan endişe etmeleri şartıyla iftar ederler.
3−Ölmekten (ve büyük zarardan) endişelenen kimse: Oruç tuttuğu takdirde öleceğinden veya vücudunun zarar görmesinden veya bir organının hiçbir şeye yaramayacak şekilde işlevini yitirmesinden korkan kimse, yaşlı ve hasta olmasa da orucunu açar. Fakat bunun hükmü de, hastaların hükmü gibidir. Remeli’ye göre, oruç sebebiyle hastalığı, teyemmümü caiz kılacak derecede ağırlaşan hastanın veya sağlam olduğu halde bu duruma düşmekten korkan kimsenin orucunu açması caizdir, vacip değildir. İbn−i Hacer’e göre ise vaciptir.
Mazeretsiz ve Vakitsiz Orucu Açmak
Mazeretsiz olarak orucunu açan veya niyet getirmemiş ve sahura kalkmamış olan bir kimse vaktin hürmeti için gündüz boyunca yeme ve içmeyi terk edecektir. Ayrıca, mazeretsiz olarak oruç tutmayan kimse, hemen kaza etmelidir. Herhangi bir mazeret dolayısıyla orucu kazaya kalmışsa, kendisine kolay gelen bir vakte kadar kazasını geciktirebilir, fakat hemen kaza etmesi sünnettir.
Çalışırken Takatsiz Düşenler
Hasat biçenlerle zorlu ve zahmetli işlerde çalışanların gece niyet getirmeleri vaciptir. Sonra susuzluk ve açlığın şiddetinden dolayı teyemmüm almayı caiz kılacak hale girmekten endişe ederlerse oruçlarını açabilirler. Ancak, oruçlarını açtıklarında normal durumda olduğu gibi doyuncaya kadar değil, işlerini yürütebilecek ölçüde oruçlarını açıp yiyebilirler. Bunun da şartı şudur; gündüz bu işi yapmadığı takdirde, iş kendisinin ise malın telef olacağı veya önemli ölçüde azalacağı; iş başkasının ise yevmiyesinin elden gideceği endişesinin olması gerekir.
Mecburen çalışması gereken kişinin durumuna gelince; Ramazan ayında çalışmadığı takdirde ailesinin yiyecek ve giyeceğini temin edemeyecek ve orucunu bozmadığı takdirde çalışamayacak olan kimsenin orucunu açması caizdir ve ihtiyacı kadar yiyip içebilir.
Hanefilerde Kefaret
Şafiilerde cima ile bozulan oruca kefaret vacip olurken, Hanefilerde kasten orucu bozmak da kefaret gerektirir. Şöyle ki:
Herhangi bir zorlama olmadan kasten işlenerek oruçluya hem kaza, hem de kefaret gerektiren şeyler şunlardır:
1-Cima yapmak: Hem yapana, hem alet olana kefaret lazım gelir. Burada kefaret kadına da vardır. Çünkü kadın, Allah’ın hukukunda şer’i mükellefiyette erkeğe denktir.
2-Gerek gıda gerekse tedavi kastı ile olsun, bir şey yeyip içmek.
3-Ağzına giren yağmur suyunu yutmak.
4-Gıybet ettikten veya hacamat olduktan sonra, orucunun bozulduğu zannıyla kasten bir şey yemek. Bunun delili:
Ebu Hureyre’den gelen rivayette; “Bir adam Hz. Resulullah (as)’ın yanıma gelip; ‘Ya Resulullah, ben Ramazan’da iftarımı açtım.’ (Ebu Davud’un rivayetine göre: ‘Su içtim’) Hz. Resulullah (as): ‘Bir köle azat et’ demiştir” (Ruusul Mesail’in tahkikinde mebsut C. 3 S: 73’ten alıntı)
Kefaret; Mü'min olmasa dahi bir köle azat etmektir (Şafiilerde mümin olmalıdır). Buna gücü yetmediği takdirde araya bayram ve teşrik günleri girmemek şartıyla art arda altmış gün oruç tutmaktır. Buna da gücü yetmezse altmış fakiri akşamlı sabahlı veya bir fakiri 120 sabah doyurmak, veyahut sabah ve akşam yemeklerine karşılık aynen veya bedelen birer Fıtır sadakası vermektir. Fıtır sadakası; buğday unu ve sevikten yarım sa (3120 gram ağırlık); kuru hurma, veya bir sa arpadır.
Gerek yiyip içmek, gerekse cima yüzünden (bozulan oruçlar ister bir Ramazan ayının farklı günleri, isterse iki Ramazan’a ait birbirinden farklı günlerde olsun) bozulan oruçların kefareti yapılmamış ise tek kefaret kafidir.
Fakat bir kefaret yerine getirildikten sonra, yine kefareti gerektiren bir hal vuku bulursa, önceki kefaret sonrakiler için kafi gelmez, tekrar kefaret verilmesi icap eder. (Nur’ul İzah, S: 270, oruç ve kefaret bölümü) Fidye ve kefaretler nakit olarak da verilebilir.
Ramazan’da ergenlik çağına erişen bir çocuk Hanefilere göre o sene tutmadığı orucu kaza etmeli, kalanı da tutmalıdır.
Şafiilerde ise geçeni kaza etmez, kalanı tutar.
İ’tikâf
İ’tikâf, lügatte bir şeyin üzerinde durmak ve devam etmek anlamına gelir. Şer’i ıstılahta ise, özel bir şekilde camide durmak demektir.
İ’tikâf, her vakit sevabı çok olan bir sünnettir. Bununla beraber, Kadir gecesine ulaşıp ihya edebilmek için Ramazan’ın son on gününde i’tikâfa girmek daha efdaldır. Sahih hadiste de geçtiği üzere, işlenen günahların affı için bu geceyi ibadetle ihya etmek amacıyla i’tikâfa girilir. İmam Şafii’ye göre Kadir Gecesi, Ramazan’ın son on günündedir. Son on günün tekli gecelerinde olması daha fazla ümit edilir. Yirmi bir ile yirmi üçüncü gecelerinde olması ise, çok daha fazla ümit edilir.
İ’tikâf’ın iki rüknü vardır:
1− Niyet etmek:
“İ’tikâfa niyet ettim” veya
“İ’tikâf sünnetine niyet ettim” şeklinde niyet getirilir.
2− Camide Durmak: Kişi, caminin içinde gidip−gelse de, dışarı çıkmaması yeterlidir. Camide duruşu, namazın rükû ve secdelerinde farz olan tuma’nine’den (vücudun bir anlık dahi olsa tamamıyla hareketsiz halde kalmasından) fazla olması şarttır. Fakat camide durmak, bir tuma’nine kadar olursa i’tikâf sayılmaz.
İ’tikâfa giren kimsenin;
−Müslüman
−Akıllı
−Hayızdan
−Nifasdan
−Cenabetten temiz olması şarttır. Abdestli veya oruçlu olması ise şart değildir.
Nezredilmiş i’tikâfta iken insani ihtiyaçlar veya çıkmayı gerekli kılacak bir özür dışında caminin dışına çıkmak caiz değildir.
İnsani ihtiyaçlara şunlar örnek olarak verilebilir: Küçük veya büyük abdest bozmak, ihtilam sebebiyle cenabetten yıkanmak ve camide bir şeyler yemekten utandığı için dışarı çıkıp yemek yemek.
Camiden çıkmayı gerekli kılacak özürlere de şunlar örnek olarak verilebilir: Zarar vermesinden endişe edilen bazı şeyler, kadının hayız ve nifasa girmesi ve kendisiyle camide durmanın mümkün olmadığı, yatak istirahatı, hizmetçi ve ihtiyaç duyulan ağır bir hastalık.
Hafif bir hastalık sebebiyle camiden çıkmak ise caiz değildir. Çıkılsa dahi, dönmek kastıyla çıkılmalı ve erken dönülmelidir. Çünkü bu amaçla camiden çıkmak i’tikâfı bozmaz.
Caminin dışında yapılsa dahi, cinsel ilişki ile i’tikaf bozulur. Kadın ve erkeğin kasten birbirine dokunmasından dolayı meninin akmasıyla da i’tikâf bozulur. Kasten olmayan dokunma ile meni akarsa ve hemen yıkanılırsa, ihtilam ile bozulmadığı gibi, bununla da i’tikâf bozulmaz. Ancak yıkanma geciktirilirse, i’tikâf bozulur. İ’tikâf bozulduktan sonra kişi dilerse camiye gidip niyetini yenileyebilir.
Teravih Namazı:
Sahabe (radıyallahu anhum)’nin icmaıyla, teravih namazı yirmi rek’attır. Hz. Ömer (ra)’in kıldığı ve sahabenin de kabul ettiği gibi Ramazan’ın tüm gecelerinde cemaatle kılmak sünnettir. Teravih namazının cemaatle kılınması sünnettir. Yalnız tek başına da kılınabilir. Teravih namazında her iki rekatte bir selam vermek vaciptir. Dört rekatte bir selam verilirse sahih değildir. Teravih namazı geçersiz sayılır. Fakat Resulullah (sav) teravihi Ramazan’ın sadece 23, 25 ve 27. gecelerinde cemaatle, diğer gecelerde ise evde kılmış ve şöyle buyurmuştur:
‘Üzerinize farz kılınacağından korktuğum (için böyle yaptım)’
Resulullah (sav), teravihi cemaatle kıldığı gecelerde sekizer rek’at kılmış, dağıldıktan sonra herkes kendi evinde yirmiyi tamamlamıştır.” (Büceyremi alel−İkna’)
Vakti, yatsı namazı ile fecir (şafak) arasıdır.
Ramazan ayı bitince Kur’an-ı Kerim’den bir hatim de tamamlansın diye her rek’atte bir sayfa Kur’an okumak suretiyle her gece bir cüz okumak efdaldir.
Niyeti “Teravih sünnetini kılmaya niyet ettim” şeklindedir.
Her dört rek’atten sonra sessizce oturarak dinlenmek sünnet olduğu için bu namaza (Dinlenme anlamına gelen) ‘teravih’ adı verilmişitir. Dinlenme esnasında okunan tesbihler, Şafii mezhebine göre sünnete aykırıdır.
Hanefilerde teravih namazını iki rekatte bir selam vererek on selam ile tamamlamak daha faziletlidir. Dört rekatte bir selam vermek de caizdir fakat bu şekilde kılmak mekruhtur.
Fıtır Zekâtı
Fıtır zekâtı üç şeyle vacip olur.
1−İslam
2−Ramazan ayının son gününde güneşin batması
3−Fıtır zekâtını verdiği gün, kendisinin ve ailesinin (o günün) azığından fazla malının olması.
Kendi şehrinde kullanılan azıktan bir sa’ miktarı, kendisinin ve bakmakla mükellef olduğu Müslüman akrabalarının fıtır zekâtını vermesi gerekir.
Fıtır zekâtını miktarı, Irak rıtlıyla beş rıtıl ve bir rıtlın üçte biri kadardır.
Fıtır zekâtını vermek vaciptir. Fıtır zekâtı demek; iftar yapmakla vacipliği kesinleşen zekât demektir. Zira Ramazan’ın son gününde iftarı açmakla iftar zamanı olan Şevval ayına girildiği vakit fıtır zekâtının vacibiyeti kesinleşmiş olur. Fıtır zekâtına, nefis ve yaratılışı temizlemek için vacip olmuş zekât anlamına gelen “yaradılış zekâtı” da denir.
Fıtır zekâtı, üç şart ile vacip olur:
1−Müslüman olmak. Kâfirlere fıtır zekâtı vacip değildir.
2−Ramazan ayının son gününde güneşin tamamen batıp akşam namız vaktinin girmesi. Bu, fıtırların vacip olduğu vakittir. Cevaz vakti ise Ramazan ayının başından bayramın birinci günü güneşin batışına kadardır. Bayram namazından önce vermek sünnet, sonra vermek ise mekruhtur. Bayram günü güneşin batışından sonraya kadar tehir etmek haramdır. Fakat malının hazır olmaması veya verilecek kimsenin olmaması gibi bir mazeret varsa, bu durumda fıtır zekâtı kazaya dönüşür. Şartlar oluştuğunda acele ile verilmesi gerekir.
3−Bayram günü ve gecesinde, kişinin kendisinin ve geçimiyle mükellef olduğu kimselerin azığından malının fazla olması. Örneğin kişinin bayram günü ve akşamı için kendisine ve mezkûr kişilere yeten on kilo buğdaydan fazla malı varsa, fıtır zekâtını vermesi vacip olur, aksi halde vacip olmaz. Çünkü bu durumda kişi fakir sayılır.
Bu fazlalık, yazlık ve kışlık elbiselerden, evden ve borçlardan da fazla olmalıdır. Malı, uygun olan elbise ve evden fazla ise bu kimse fakir sayılmaz. Bunları satıp fıtır zekâtını vermelidir.
Kişi; kendisinin, anne−baba, çocuklar ve köleler gibi geçimleriyle yükümlü olduğu Müslüman kimselerin fıtır zekâtını vermekle mükelleftir. Kişi başına bir sa’, fıtır zekâtı olarak verilir. Bir sa’, ortalama bir insanın iki eliyle dört avuçtur. Fitre, ancak kişinin, oturduğu şehrin o sene içinde genelde daha fazla tüketilen azığından verilir. Daha pahalı olsa dahi, şehrin azığından başka bir şey veremez. Mesela şehrin azığı buğday ise, pirinç verilemez. Çünkü burada pahalılık değil, azığın uygunluğu önemlidir.
Ailesi başka bir şehirde olsa dahi, bayram arifesi kim nerede iftarını açarsa, fıtır zekâtı orada vacip olur. Mesela kişi Diyarbakır’da, ailesi de Antep’te ise, kendi fıtır zekâtını, Diyarbakır’da bir vekil belirlemek suretiyle, ailesinin de Antep’te vermeleri vaciptir. Vekil yoluyla verilemiyorsa, Hanefi mezhebini taklid ederek ailesinin fıtır zekâtını bulunduğu yerde verecektir. Aynı şekilde, buğday yerine para vermek de ancak taklid yoluyla caiz olur.
Sa’ın, ağırlık ölçüsüyle miktarı, Bağdat rıtlıyla beş rıtıl ve bir rıtlın üçte biri kadardır ki, bu da yaklaşık 2400 gram değerindedir.
Fitre zekatının verilmesi konusunda Şafiilerin, Hanefilere uymasında bir sakınca olmadığı ulemaca belirtilmiştir.
KAYNAKLAR
−M. Ahmed Hilmî el−Koği, Hediyyet−ül Habib
−El−fıkh−ü’l Menhecî
−Haşiyet−ül Muhtar
−Ruus−u’l Mesaîl
−Nur−u’l İzâh
İnzar Dergisi
[1] Bacuri C: 2 S: 429
[2] Nur’ul İzah
[3] İbnüssünni
[4] İbn−u Mace, İbnüssünni
[5] Burada teyemmüm almayı caiz kılacak durumdan maksat; bedenin tümü veyahut bir bölümünün zarar görüp işlevini yitireceği ve dolayısıyla suyu kullanmanın zararlı hale geleceği durumdur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.