Abdullah ASLAN
Öyle anılmaları bile yanlışsa
Geçen haftaki yazımda adalet isteyen her kim olursa olsun insanları peşinen mahkûm etmenin doğru olamayacağını ifade etmiştim.
Tabi ki adaletin istenmesi meselesinin, adaletle isimleri yan yana gelmeyecek kadar adaletten uzak olanların diline düşmesi kadar fecaat arz eden bir hal da yoktur.
Darbe girişimi sonrası mağdurların olabileceğini ve bunlar için acilen devreye girilmesi gerektiğini söyleyecek en son kişilerin bugün o hakları savunacak duruma gelmeleri veya öyle görünmeleri adalet sistemimiz açısından çok ilginç ve trajikomik olsa gerek. Adaletin tecili ve tehiri yoktur. Geciken adalet adalet olmadığına göre CHP ve benzer kurumların bunu kullanmalarına bir kere fırsat verilmemeli.
Yaşla kurunun birlikte yanabileceği mazereti her zaman kabul görmeyebilir. Çünkü bile bile ve göz göre göre yakılan mazlum yüreklerin bir izahı olamaz, olmamalıdır.
Bu konuda birçok şey söylendi, ancak tarihe not düşme adına bile olsa burada bir kez daha yanlış giden bir hususun altını çizmede fayda görüyorum.
FETÖ, ETÖ ve başka kimi dış istihbaratların kumpası, etkisi ve yönlendirmesiyle 20 yılı aşkındır içeride bulunan dindar insanların bu mağduriyetiyle ilgili müspet yeni bir adım atılmadığı gibi, adaletin canına okunduğunun işareti sayılacak yeni kararların izahı nasıl olabilir?
6 yıl önce İslami Sivil Toplum Kuruluşları ve İslami medya mensuplarına kurulan kumpas sonucu gerçekleşen gözaltılar sonrası ‘terör' sözcüğü arkasına sıvışarak karalamaya çalışanlara isimler üzerinden sorular sormak suretiyle yapılanların doğru olmadığını teyit ettirmiştik.
6 yıl önce kendi medya ve ajanslarında kullandıkları ‘terör' dilliyle ilgili Zaman Gazetesi binasında görüştüğümüz etkili ve yetkililere Fikret Gültekin'in ‘terör'le nasıl bir alakasının olabileceğini sormamız üzerine, muhatapların ‘hayret'leriyle karşılaşmış ve böyle bir yaftalamanın söz konusu olamayacağı cevabına tanıklık etmiştik.
O gün kurulan kumpaslar sonucu açılan davalar yüzünden 6 yıl sonra tekrar aynı akıbetle karşılaşan bu Müslümanlar için yine aynı soruyu bugünün muhataplarına yöneltmek gerekmez mi?
6 yıl sonra değişen ve sözüm ona ‘pak u pakize' olmuş dostlarımıza yine aynı şeyi soruyoruz: ‘Sizce M.Bahattin Temel, Sait Şahin ve meslektaşımız Fikret Gültekin'in terörle, tedhişle veya kargaşayla' bir alakaları veya iltisakları olabilir mi?'
İnanıyorum ki bugün de alacağımız cevap, ‘Tabi ki böyle bir durumları söz konusu dahi olamaz. Onların böyle bir alakalarının olmadığını adımız gibi biliyoruz' şeklinde olacaktır.
Dün bize bu cevapları verenlere bir noktada samimiyetleri konusunda endişelerimiz vardı ve inanmamıştık. Peki, dünkülere eleştiriler yönelten bugünün etkilileri! Samimiyetiniz konusunda bugün sizlerin nasıl bir gayretiniz olacaktır? Bize öyle saf ve her şeye inanan garibanlar diye bakıp muamele etmek isteyenlere tavrımız ‘monoton' olmayacağı gibi onlara karşı beslediğimiz hüsnü niyetimiz konusunda da hakkımız helal olmayacaktır.
FETÖ, ETÖ ve bilumum karanlık mihrakların yapıp ettikleri konusunda hiç birimizin bir şüphesi yoksa ve ‘bu kumpaslar sonucunda 15-20 yıldır içerde mağdur yatan vatandaşlarımız vardır' hususuna da hep beraber muttali olduysak, o zaman bugün siyasi bir partinin temsilcileri ve basın mensuplarıyla ilgili göstermeye çalıştığımız bu ‘bilinen doğrularımız' muvacehesinde davranmak icap edecektir. Bu insanların terör ve tedhişle yakından uzaktan bir alakası olamayacaksa, o zaman kim, niye ve hangi amaçla böyle bir kararı aldırdı? Bunun peşine düşmek, hepimizin görevi olmalıdır! Aksi takdirde 6 yıl önceki gibi ‘aynı tas aynı hamam' türünden devam ediyoruz demektir.
Selam ve dua ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.