Mehmet YAVUZ
Özerklik ısrarı ve “İkiz Yasalar”
Kendi partisinden seçilen milletvekillerinin dahi eleştirmesine rağmen bu ısrar niye?
Barış güvercini imajının leş kargası imajına dönüşmesi pahasına...
Rüyalarında görseler inanamayacakları siyasi bir kazanımın heder edilmesi pahasına...
Elbette çok şey söylendi daha da söylenebilir.
Ancak şu soru her şeyden daha çok ehemmiyet arz etmektedir:
NATO üyesi bir ülkenin toprakları üzerinde özerklik ilanına NATO neden sessiz kalır?
NATO'nun 5. maddesi: “Üye ülkelerden birine yapılan tecavüz, tamamına yapılmış kabul edilir” şeklindeki açık hükme rağmen.
Bu sorunun cevabı T.B.M.M.'nin 04/06/2003 tarihli oturumunda kabul edilen ve hukuk literatürüne “İKİZ YASALAR” olarak geçen 4867 ve 4868 no'lu yasaların metninde gizlidir.
Buna göre;
1. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
2. Bütün halklar, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.
3. Bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir.
Anayasa'nın 90. maddesi karşısında, TBMM kararıyla onaylanan bu sözleşmelerin “Türk kanunlarını değiştirici” özellikleri olacak, “iç hukukun bir parçası” kabul edilecek ve diğer yasalardan farklı olarak anayasaya aykırılıktan dahi ileri sürülemeyecektir.
Nitekim, onaylanan bu sözleşmelerin 2. maddesine göre; “Sözleşmede tanınan hakları kendi mevzuatında veya uygulamasında henüz tanımamış olup da bu sözleşmeye taraf olan devletler, kendi anayasal usullerine ve sözleşmenin hükümlerine uygun olarak, sözleşmede tanınan hakları uygulamaya geçirmek için gerekli olan tedbirleri ve diğer önlemleri almayı taahhüt ederler.”
Üstelik, bu sözleşmeleri onaylayan TBMM'nin daha sonra bu sözleşmelerin içeriğini değiştirme olanağı da yoktur.
Ayrıca, Anayasanın 15. maddesinde; savaş, seferberlik, sıkıyönetim gibi olağanüstü hallerde dahi bu sözleşmelerde yer alan “hakların” kısıtlanamayacağı öngörülmüştür.
Bu sözleşmelerde yer alan ortak hükümle, BM bünyesinde oluşturulacak komisyon ve komiteler, Türkiye'de denetim yapma ve iç işlerimize doğrudan müdahale etme olanağına kavuşuyorlar.
Yukarıdaki satırları İstanbul Barosu Yönetim Kurulu'nun hazırladığı 13/06/2003 tarihli raporundan aynen aktardım.
Burada her halkın kendi kaderini tayin hakkına sahip olması/olmaması meselesini gündem edinmiyorum.
Çünkü karşı karşıya olduğumuz vaka, bir halkın kendi kaderini tayin etmesi değil, bu halkın yaşadığı coğrafyayı yaşanılmaz kılacak derecede zulümlere imza atan bir örgütün kendi ideolojik ve örgütsel statüsü için özerklik ilan etmiş olmasıdır.
Halka danışmadan ve halka rağmen.
PKK, yaptığı hesaba göre seçim sonuçları üzerinden örgütten halka dönüştüğünü uluslararası gözlemcilere ispat edecek ve böylelikle BM'ye bu sözleşmeler kapsamında müracaat edebilecekti.
Yani bir çeşit “oldubitti” ile komünist bir devlet ilanında bulunabilecekti.
Aynen Cumhuriyet'in ilanı gibi...
Silahlı örgüt, halkın buna prim vermeyeceğini hesap edememenin yanı sıra, medet umduğu ABD tarafından satılacağını da hiç düşünmemiş anlaşılan.
ABD'nin Avrupa Ordusu EUCOM ve NATO'nun Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Komutanı Orgeneral Philip Breedlove'den anladığımız kadarıyla Temmuz'da ABD'yle varılan anlaşma kapsamında ABD Hava Kuvvetleri İncirlik'ten sonra Diyarbakır'a da uçak ve personel konuşlandırmaya başlamış.
Yani tam bir “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” politikası.
Belki de gelecek döneme bir hazırlık.
Belli mi olur?
Şimdi daha iyi anlaşılıyor Espinoza'nın Diyarbekir başta olmak üzere Kürdistan şehirlerine yaptığı seyr ü seferler...
Ya da Gülten Kışanak'ın “Bölgeden çıkarılan petrol gelirlerinden pay istiyoruz” şeklindeki iddialı çıkışları.
Espinoza-Amerika-BM demişken TBMM resmi sitesinde kabul tarihi 04.06.2003 olarak verilen yukarıdaki kanun maddeleri ile ilgili şu bilgiler yer alıyor:
“Birleşmiş Milletler tarafından 16 Aralık 1966 tarihinde imzaya açılan ve Türkiye Cumhuriyeti adına 15 Ağustos 2000 tarihinde New York'ta imzalanan “Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin, beyanlar ve çekince ile onaylanması uygun bulunmuştur.”
Allah sonumuzu hayretsin, selam ve dua ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.