M. Zülküf YEL
Özgürleştirilen (!) şehirlerimiz, yok olan medeniyetimiz
Çeşitli bahanelerle topraklarımıza çöreklenen ve her gün bizleri birisinden kurtarıp(!) kahraman rolleri oynayan küresel şer güçler, medeniyetimizi yok etmektedirler. Kadim şehirlerimiz, emperyalistlerin ve küfrün av köpeklerinin eli ile harabeye çevrilmektedir. Harabeye dönen beldelerimiz ile beraber, bin yıldan daha fazla bir geçmişe sahip olan kültürümüz ve medeniyetimiz de toza toprağa karışmaktadır. Tarihi camilerimiz, medreselerimiz, medeniyetimizin simgesi olan, bizi biz yapan değerler yok olmaktadır. Ve emperyalistler, bizim kendilerinden kurtardığını iddia ettikleri güçlerden kat be kat daha fazla sivil insanlarımızı, kadınlarımızı ve çocuklarımızı katletmektedir. Emperyalistlerin bir yere ayak basması, felaketin startı olmaktadır. Musul, Halep, Rakka ve diğerleri buna çok güzel örnektirler. Halep şehri, Halep olmaktan çıktı. Yine tarihi Musul şehri harabeye döndü. Neredeyse eski Musul'dan eser kalmadı. Canlarımız ile beraber, medeniyetimiz de katledildi. Buna rağmen, siyasi hırslardan dolayı gözü dönen ve emperyalistlere eklemlenmeyi marifet sayanlar, zafer naraları atıp bunu bir başarı olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Tamamen yıkılan şehirlerimizin tarihi kimliği toza toprağa karışırken, kimliksiz bir şehrin imar edilmesi bile yıllarca sürer. Şehirlerin imarı, Batılı şirketlerin rant alanına dönüştürülür. Yani, "yıkarken para kazan, inşa ederken de para kazan" felsefesi ile hareket edilmektedir. Coğrafyamız, işgaller üzerinden, vahşi kapitalizmin tüketim ve pazar alanına çevrilmiştir. Yıkarken, bize silah; imar ederken de bize ürettikleri inşa malzemelerini satmaktadırlar. Karşılığında kaynaklarımıza ipotek konur, siyasetimize prangalar vurulur. Birileri bunu zafer olarak görür. Her şeyi toza toprağa gömülen ve istikbali de ipotek altına alınan bir coğrafyanın özgürlüğünden nasıl bahsedilebilir?
Sadece bu boyutu bile, işgallerin ne denli korkunç bir yıkım olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. O halde, ilkesel gerekliliğin yanı sıra, sadece neticelerine odaklansak bile yabancı işgaline karşı çıkmayı temel bir düstur haline getirmeliyiz. Hele Haçlıları topraklarımıza davet edip onlarla işbirliği yapmak ve bazı siyasal mevziler uğruna halkımıza dünyayı dar etme anlayışından kesinlikle vazgeçmeliyiz. Uhrevi hesabının yanı sıra, böyle bir politikanın geleceği de yoktur. Emperyalistlerin desteği ile kısa vadeli olarak kazanılan mevziler, siyasi geleceğimizin ve medeniyetimizin ölümüdür.
Özellikle 11 Eylül ile başlayan süreci ibret nazarıyla analiz etmeliyiz. Emperyalistlere boyun eğmede ve kulluk yapmada bir sınırın olmadığını görmeliyiz. Emperyalistlere kulluk yapıp onları memnun etmeye ve gazaplarından korunmaya çalışanlar, emperyalistlerin hiçbir zaman isteklerinin bitmediğini yakinen görmüşlerdir. Zilleti, siyaset olarak kabul eden bu insanlar, hakları ve hukuklarıyla beraber, şeref ve onurlarını da kaybettiler.
O halde onurlu bir siyaset ile insanlarımıza ve beldelerimize sahip çıkmalıyız. Aksi halde, maddi kayıplarımızın yanı sıra, bizi tarihimize bağlayan, toplumsal kimliğimizi oluşturan tarihi hafızamız da yok olmaktadır. Emperyalistlerin gerçekleştirdikleri işgallerin bir boyutu da budur.
Hırsız ve haramilerle beraber evini talan eden arsız misali, birlikte İslam topraklarına dadanıp eşkıyalık yapmak yerine, tevbe edip kendimize dönelim. Siyasi karşılığı olmayan kısır politikalardan vazgeçelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.