Papa neden İslamiyet’i konuştu?
Papa 16 Benedict bir “din adamı” olmanın ötesinde aynı zamanda bir akademisyendi; iyi eğitim almıştı, birkaç yabancı dil biliyordu. İslamiyet ve Hz. Peygamber’le ilgili konuşmayı da görev yaptığı üniversitede yapmıştı.
Papa 16 Benedict bir “din adamı” olmanın ötesinde aynı zamanda bir akademisyendi; iyi eğitim almıştı, birkaç yabancı dil biliyordu. İslamiyet ve Hz. Peygamber’le ilgili konuşmayı da görev yaptığı üniversitede yapmıştı. Diğer papalardan farklı olarak temel bir konsept değişikliğine giderken, tabiri caizse inisiyatif alayım derken, risk almaktan da çekinmeyen bir kişiliğe sahipti; belki de Alman oluşunun o kararlığını ve cesaretini üzerinde taşıyor ve bunu yaparken de nezaketen akademik kimliğini orada öne çıkarıyor, atıflarda bulunuyor, hatta atıf yaptığını özellikle belli ediyordu.
Papa, Bizans kralı II. Manuel Paleologos’un bir Farslıyla yaptığı konuşmada: “Peygamber Muhammed ne getirdi derseniz şiddetten başka” sözünü söylüyor. Türkiye’de bu Farslının Hacı Bayram Veli olduğu yönünde iddialar ortaya atıldı. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre, II. Manuel bu sözü, 1243–1320 yılları arasında yaşanan Dominiken rahip Ricoldo’dan almıştır. Papanın böyle bir konuşma yapmaktaki amacı, Katolik Kilisesi’nin temel bir değişikliğe gittiğini belli etmek içindi. Bu yönde de bir değişiklik olduğu gözlerden kaçmıyordu.
Papa, Almanya konuşmasından bir hafta önce, “Avrupa Hasta” başlıklı başka bir konuşma yapmış ve şöyle demişti: “Avrupa hasta. Avrupa Tanrı inancını kaybediyor; Tanrı inancını kaybetmiş bir uygarlığın ayakta durması mümkün değildir.” Avrupa şu anda ekonomik ve teknolojik bakımdan güçlü –Papa’nın konuşma yaptığı sene Avrupa finansal krize girmemişti-; fakat kültürel ve dini bakımdan son derece zayıf bir durumda; laiklik, dini mutlakıyetçiliğin önüne geçmiş bulunmakta, giderek kök salmakta olan sekülerleşme Avrupa’ya büyük bir güç kaybettirmektedir. Zira Avrupa’nın sekülarizasyonla dünyaya ihraç ettiği nihilizmden başka şey değil; ne dünyanın ne Avrupa’nın nihilizmle iç içe yaşaması da mümkün değildir.
Bir bakıma Papanın yapmak istediği, Avrupa’ya Hıristiyanlık özünü hatırlatmak ve Avrupa’yı Hıristiyanlık zemininde yeni bir iç bütünlüğe kavuşturmaktı. Tabii Avrupa derken, liberalleri, sosyalistleri, komünistleri, yeşilleri, dini hayatı zayıf olanları, dine karşı yer alanları, ateistleri hesaba katmalı. Avrupa’nın kanlı mücadele tarihinden gelen, kolektif hafızasında halen diri olan insanlar var; Papa, onları ötekileştiremez ve karşısına alamazdı. Dolayısıyla Papa, 11 Eylül’ün “Medeniyetler Çatışması” konjonktüründen istifade ederek ve biraz da uzak mesafeden Amerika’nın desteğini, sempatisini arkasına alarak Müslümanları ve İslamiyet’i ötekileştirmeyi; İslamiyet’i şeytanlaştırarak Avrupa’da din temelinde bir iç bütünlük sağlamayı düşünüyordu. Bir bakıma konuşması araçsaldı; fakat muhakkak ki, felsefi ve teolojik anlamda bir anlamı vardı.
İslamiyet ile Hıristiyanlık arasında iki temel fark olduğunu kimse görmezlikten gelemez:
1) Hıristiyanlıkta Tanrı, insan bedenine indirgenmiştir. Onu akılla kavramak mümkün; çünkü bir insanı -İsa’yı- bedeniyle, etiyle, kemiğiyle, kanıyla, söyledikleriyle, hayatıyla ve yaşayışıyla kavrayabilirsin; bu mümkündür.
2) Hıristiyan telakkisine göre vahy kavramı, Cebrail’in Levhi Mahfuz’dan alıp peygamberin kalbine ilka ettiği bilgi değildir; bizzat İsa’nın kendisi yani bedinidir. Papa konuşmasında, İbn Hazm’a da atıfta bulunarak, İslamiyet’teki Tanrı kavramının, soyut ve anlaşılmaz bir şey olduğunu ve aklın bunu kavramasının mümkün olmadığını söyler. Fakat burada Papa, bağlamı kaydırarak İslamiyet ile akıl arasında uyuşmazlık olduğunu iddia etmektedir: İslam kelamına göre aklın, Tanrı’yı, Zatı’yla kavraması mümkün değildir; Tanrı bize Zatı hakkında somut bilgiler vermiyor. Çünkü insan Zatı akılla anlayamayız; Zatı bireysel akla indirgediğimiz zaman, buradan izafiyetçilik çıkar; herkesin kendine göre bir Tanrı inancı, bir din anlayışı türer ki, şirkin, birden fazla tanrı tasavvur etmenin bir sebebi budur. Tanrı, daha doğrusu Allah, vahiy yoluyla bize isimleri, sıfatları ve fiilleriyle ilgili bilgiler vermektedir; aklımızla bunları anlıyor ve idrak ediyoruz ve hayatımızı da bu bilgi çerçevesinde kuruyoruz. Bu anlamda Hıristiyanlık ile İslamiyet arasında uzlaşmaz bir paradigma farkı vardır.
Papa’nın yaptığı konuşmanın kendi hatırına entelektüel ve teolojik boyutları önemliydi. Fakat politik bir mesaj vermekten de geri kalmıyordu. Bu sayede Papa Katolikliği dünya ölçeğinde öne çıkarmaya çalışıyordu, zira ortaya çıkan verilere bakılırsa Katoliklerin dünya üzerindeki sayısı çoktan 1 milyarın altına düşmüştü, bazı kaynaklara göre 700-88 milyon civarındaydı. Kilisenin Avrupa’da ve başka yerlerde müntesip bulamadığı için, kiliseler boş kalıyor, satılığa çıkarılıyorlar.
NOT: Mustafa Özcan Dünya Bülteni, 30 Ağustos 2013 tarihli yazısında benimle ilgili şöyle bir cümle kullanmaktadır: “Son dönemlerde Ali Bulaç gibi kimi zevat Allah’a düşünce veya düşünme (melekesi) nispet etmektedirler. Halbuki, düşünmek bir noksanlık sıfatıdır ve Allah bundan beridir. Düşünmede isabet ile isabetsizlik arasında bir zorlanma payı vardır. KAF 50/38.’inci ayette belirtildiği gibi Allah zorlanmaz ve ona yorgunluk da arız olmaz. “And olsun ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattık ve Biz bir yorgunluk da duymadık.” Dünyanın altı günde yaratılması ise hikmete mebnidir. Sebebi Allah’a değil kullara racidir.”
Şanı yüce Allah’a “düşünce, düşünme, fikir, teemmül, ma’rifet, akletme vb.” meleke ve yetilerin nisbet edilemeyeceği hususuna ben de aynen katılıyorum. Bu hakikati bilemeyecek kadar cahil değilim. Hatta bir kitabımda bir ifade olarak kullandığımız “İslam düşüncesi”nin tavzihi babında şu dipnotu düşmeyi zaruri görmüşüm: “Deyim olarak ‘İslam düşüncesi’ darken, bizzat vahyin kendisinde zihni faaliyet vardır anlamını çıkarmak yanlıştır. İslami düşünce insane göredir; yani insanın kendi zihni faaliyetlerini vahy ile discipline etmesidir.” (Bkz. A. Bulaç, İslam Dünyasında Düşünce Sorunları, 7. Bsm., İstanbul,-2012, Çıra Y. s. 74.)
Bu konuyu ayrıca Darwin teorisine karşı çıkıp da “tasarım” fikrini savunanlarla uzun uzadıya tartışmışım, Zaman Gazete’sindeki köşe yazılarımda mevcuttur. Zira “tasarım” da zihni bir faaliyet ürünüdür.
Buna rağmen sehven veya dikkatsizlik sonucu bu anlama gelebilecek ifadeler kullanmış olabilirim. Eğer Mustafa Özcan bana Allah’a düşünce izafe edecek fikirler kullandığımı kaynak vererek –hangi kitap ve yazımda- gösterebilirse ya ne demek istediğimi izah etmeye çalışır veya sahiden böyle bir hata işlemişsem yüce Allah’tan tevbe ve istiğfar diler, hemen düzeltirim. Mustafa Özcan’ın bu konuda kaynak göstermesini bekliyorum.
dünyabülteni
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.