Prof. Dr. Nevzat Tarhan: Aşırı koruma ve kontrol sevgi değil çocuğun ruhunun hapsidir
Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, eğer anne-baba sürekli olarak ‘Yapma, dokunma, etme’ diyorsa, bu durumun çocuğun sosyal becerilerinin gelişimini olumsuz etkileyebildiğini vurguladı.
Hata yapmaktan korkmamak gerektiğini, herkesin hata yapabileceğini ifade eden Prof. Dr. Tarhan, içe kapanık kişilikler konusunu ele aldı.
İnsanın sosyal ilişkilerde davranışlarını belirleyen üç ana alan bulunduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, bunlar, iletişim biçimi, stresle başa çıkma yöntemi ve problem çözme ya da olayları ele alma şekli olduğunu söyledi.
Bir kişinin bu üç alandaki performansının, genel iletişim becerilerini oluşturduğunu kaydeden Tarhan, “Literatürde, iletişim becerileri bireyin içe dönüklük ya da dışa dönüklük eğilimlerine göre değerlendirilmektedir. Bu ayrım, özellikle çocuklarda gözlemlenebilir. İçe dönüklük ile içe kapanıklık kavramları genellikle birbirinin yerine kullanılmaktadır. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir. İçe kapanıklık, içe dönüklüğün daha ileri bir durumu olarak anlaşılabilir. İçe dönük kişiler, çoklu zeka teorisinde ‘içsel zekası’ yüksek bireyler olarak tanımlanır. İçsel zekaları genellikle bilgelik seviyesine ulaşır; az konuşurlar, seçilmiş bir yalnızlık içerisinde olmayı tercih ederler. İçe dönük kişiler gerektiği zaman dışarıyla rahat ilişki kurabiliyorlar.” diye konuştu.
Çocuk sosyal ilişkilere yönlendirilmezse kendi hayal dünyasına bağımlı bir hale gelebiliyor
Dışarıyla çok fazla sosyal olma, hiç kendiyle ilgilenmemenin de sağlıklı olmayan bir durum olduğuna dikkati çeken Tarhan, “İçe kapanıklığın temelinde genellikle çocukluk dönemi etkileri yer alır. Bu nedenle içe kapanıklık, özellikle çocukluk dönemlerinde yoğun şekilde araştırılmaktadır. Araştırmalar, bireyin bebeklik, yürüme, okul öncesi, ilkokul, erken ergenlik ve ergenlik dönemlerinde nasıl bir gelişim gösterdiği üzerinde durur. Özellikle bebeklik döneminde, düşük uyarılma seviyeleri ve ailenin aşırı koruyucu ve kontrolcü yaklaşımı, çocukların sosyal gelişimini olumsuz etkileyebilir. Bebekler doğar doğmaz ilk olarak korku hissini yaşarlar ve buna tepki olarak ağlarlar. Bu süreçte annelerine sığınarak güven ve sevgiyi ararlar. Anne sevgisini hissettiklerinde rahatlama ve güven duygusu gelişir. Ancak, çocuk büyüdükçe bu korkuyu aşmalı ve dış dünya ile daha sağlıklı bir ilişki kurmalıdır. Yürüme öncesi ve yürüme dönemlerinde sosyal temas eksikliği yaşayan çocuklar, oyuncaklarına daha fazla bağlanır ve sosyal etkileşim yerine bu oyuncaklarla kendi içe dönük dünyalarını oluşturabilirler. Eğer bir çocuk sosyal ilişkilere yönlendirilmezse, oyuncaklarına ve kendi hayal dünyasına bağımlı bir hale gelebilir. Bu durum, bir noktada otizm benzeri bir sosyal izolasyon durumu ile karıştırılabilir. Otistik gibi olurlar.” diye konuştu.
Sosyal izolasyon, çocukların içe kapanıklığını artırıyor
Modern yaşam koşulları da bu sorunu tetikleyebildiğini, apartman dairelerinde yaşayan çocukların, eskiden olduğu gibi geniş aile bireyleriyle veya mahalle arkadaşlarıyla vakit geçirme fırsatını bulamadığını dile getiren Tarhan, “Komşuluk ilişkilerinin zayıflaması, çocukların sosyal gelişimini olumsuz etkileyerek onları yalnızca televizyon ve bilgisayar gibi bireysel aktivitelere yönlendirebilir. Bu tür sosyal izolasyon, çocukların içe kapanıklığını artıran önemli bir faktördür. Cep telefonlarıyla da tek yönlü ilişki var. Bu çocuklarda öğrenilmiş otizm diyeceğimiz durumlara kadar gidebiliyor. Çocuklar sosyal bir ortamda değilse içe kapanık olur.” şeklinde konuştu.
İnsan davranışları ve kimlik gelişimi çevresel ve sosyal faktörlerle şekilleniyor
Literatürde yer alan ve "vahşi çocuk" olarak adlandırılan elliden fazla vaka bulunduğunu, bu çocuklar, insan etkileşiminden uzak, genellikle orman gibi doğa ortamlarında büyümüş ve hayvanların bakımına bırakılmış bireyler olduğunu, en bilinen örneklerden birinin de Ukraynalı Malaya vakası olduğunu anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Bu vakada, çocuk üç yaşına kadar alkolik ebeveynleriyle orman kenarındaki bir evde yaşamıştır. Ancak, ebeveynleri çocuğa ilgi göstermemiş, çocuk da köpeklerin arasında büyümüştür. Çocuk 10 yaşında bulunduğunda, köpekler gibi havlayan, el ve ayakları üzerinde yürüyen, başını suyun altına sokarak içen ve köpeklerin davranışlarını birebir sergileyen bir durumdaydı. Bu çocuğun cinsiyeti bile başlangıçta net anlaşılamamış, kız olduğu ancak zamanla belirlenebilmiştir. Çocuk, 20'li yaşlarına geldiğinde dahi konuşma becerilerini ancak sınırlı ölçüde geliştirebilmiştir. Bu tür vakalar, insan davranışlarının ve kimlik gelişiminin doğuştan gelen biyolojik özelliklerden çok, çevresel ve sosyal faktörlerle şekillendiğini gösteriyor.” dedi.
İnsan psikolojik olarak erken doğuyor
En sağlıklı çocuğun bile psikolojik olarak erken doğduğunu ve sonradan geliştiğini belirten Prof. Dr. Tarhan, “İnsan yavrusu, diğer canlılara kıyasla ‘prematüre’ olarak doğar. Fiziksel olarak normal bir doğum gerçekleştirmiş olsa bile, psikolojik olgunluğu henüz gelişmemiştir ve dış dünyayı öğrenmesi zaman alır. İnsan bebeği bir yaşında yürüyor. 15 yaşında iyiyi, kötüyü ayırt ediyor.” ifadesinde bulundu.
Üç yaşından sonra çocuğun aile dışındaki kişilerle de temas kurması önemli
Bir insanın içe kapanık olduğunun nasıl fark edilmeye başlandığına ilişkin de Prof. Dr. Tarhan, “Eğer bir çocuk göz teması kurmaktan kaçınıyorsa, biriyle karşılaştığında hemen annesine sarılıyorsa veya davranışlarında ketlenme dediğimiz çekingenlik hali görülüyorsa, bu durum ‘davranışsal ketlenme’ olarak adlandırılır. Hatta bazen çocuk, kendisini almak isteyen birine tükürebilir. Bu durum genellikle emekleme ve yürüme dönemlerinde, yani ilk üç yaşta gözlemlenir. Bu tür özellikler, çocuğun sosyal fobi geliştirme eğiliminde olduğunu gösterebilir. Ancak, çocukların yüzde 10-15'inde bu tür durumlar görülür ve her zaman bir hastalık belirtisi olarak değerlendirilmemelidir. Bu, çocuğun içe dönük bir mizaca sahip olmasıyla da ilgili olabilir. Sosyalleşme süreci ilerledikçe, çocuğun düşük düzeydeki sosyal uyarılma durumu azalabilir. Anne babanın çocuğa olan ilgisi, konuşmaları ve çocuğun çevresinde bulunan kişiler, bu süreçte çok önemlidir. Özellikle ilk üç yaş, anne-baba ile sıcak ve güven dolu bir ilişkinin devam etmesi gereken kritik bir dönemdir. Ancak, üç yaşından sonra çocuğun aile dışındaki kişilerle de temas kurması önemlidir. Apartman ortamında büyüyen bir çocuk için üç yaşından sonra bir kreşe başlamak faydalı olabilir. Bu, çocuğun sosyal ketlenme yaşamaması için önemlidir.” diye konuştu.
Sosyal temas çocuğun gelişimi açısından çok önemli
Sosyal temasın, çocuğun gelişimi açısından çok değerli olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Çocuk hata yaparak öğrenir. Başkalarıyla iletişim kurarak, yaşadığı olumsuz deneyimlerden ders çıkarır ve bu şekilde gelişim gösterir. Bu nedenle, çocuklara bol bol sosyal temas fırsatı sağlanmalıdır. Mesela çocuk eline su bardağını alıyor ve suyu döküyor. Biz, ‘Yaramazlık yaptı’ diyoruz. Halbuki çocuk yer çekimine karşı kaslarının gelişmesini öğreniyor o anda. Çocuklar her şeyi sonradan öğrenir, ancak bu öğrenme sürecinde en önemli rol modeller anne ve babadır. Çocuk, davranışlarını şekillendirirken onların tutumlarını gözlemler. Anne ve babanın her durumda çocuğun davranışlarını onaylayıp onaylamadığını incelemesi, çocuğun gelişiminde belirleyici olur. Eğer anne-baba sürekli olarak ‘Yapma, dokunma, etme’ diyorsa, bu durum çocuğun sosyal becerilerinin gelişimini olumsuz etkileyebilir. Aşırı kısıtlanan bir çocuk, hayatı nasıl öğrenecek? Tehlikelerden korumak elbette önemlidir, ancak çocuğun ev içerisinde özgürce hareket edebileceği bir alan bırakmak da gereklidir. Aşırı koruma ve kontrol, sevgi gibi görünebilir ama aslında çocuğun ruhunu hapseder.”
Aşırı kontrol ve müdahale de bir travma türü
Günümüzde çocukluk çağı travmalarını ölçmek için kullanılan ölçeklere, aşırı kontrol ve müdahalenin de bir travma türü olarak eklendiğini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Bu durum, özellikle bizim toplumumuzda sık rastlanan bir problemdir. Yapılan çalışmalarda, pek çok vakada diğer travma türlerine rastlanmazken, anne ve babanın aşırı kontrol ve müdahalesine bağlı yüksek puanlar gözlemlenmiştir. Bu durum, ‘Dron anne-baba’ diye adlandırılan, çocuğun her hareketini kontrol etmeye çalışan ebeveyn tipini tanımlar. Bu tür bir yaklaşım, çocukların sosyal alandan korkmasına, özgüven eksikliği yaşamasına ve sosyal içe dönüklük geliştirmesine neden olabilir. Hayatın güvenli olmadığı algısı, çocukta aşırı korunma ihtiyacını artırır. Ebeveynler çocuklarına sürekli olarak ‘Aman dikkat et, kimseyle konuşma’ gibi uyarılarda bulunuyor ya da çocuğun her adımını telefonla takip ediyorsa, bu durum çocuğun özgürce deneyim kazanmasını engeller. Sosyal içe dönük, özgüveni düşük çocuklar yetişiyor. Yani tuttuğunu koparan çocukların yetişmesi lazım.” dedi.
Çocuklara ‘hayır’ diyebilme becerisi kazandırılmalı
Çocuklarda sosyal suskunluk genellikle sosyal becerilerin zayıf olması, eleştiriden ya da hata yapmaktan korkma gibi durumlarla ortaya çıktığını, bu tür çocukların, toplumda genellikle "kolay çocuk" olarak kabul edilip ve yüceltildiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Sosyal suskunluğu olan çocuklar genellikle daha saldırgan akranlar tarafından hedef alınır ve bu durum, onların daha da içine kapanmasına neden olur. Bu nedenle, çocuklara ‘hayır’ diyebilme becerisini kazandırmak, kendi kişisel sınırlarını ve haklarını koruma yetisini öğretmek önemlidir. Çocuklara kavga etmeden, yaşadıkları sorunları çözmeyi öğretmek, problem çözme becerilerini geliştirmek gerekir. Bu, anne ve babaların birinci sorumluluğudur. Okula başladıktan sonra ise eğitimciler devreye girer.” şeklinde konuştu.
Eğitimciler öğrencilerin sosyal becerilerini geliştiren rehberler olmalı
Eğitimcilerin yalnızca bilgi aktaran kişiler değil, aynı zamanda öğrencilerin sosyal becerilerini geliştiren rehberler olması gerektiğini de kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Son dönemde Milli Eğitim Bakanlığı'nın başlattığı reformlar bu yönde önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Özellikle proje odaklı eğitime geçilmesi, çocukların bilgi ezberlemek yerine sorun çözmeyi, sosyalleşmeyi ve düşünmeyi öğrenmelerine katkı sağlıyor. Bu sistemde çocuklara projeler verilerek, bilgi tartışmalar yoluyla öğreniliyor. Örneğin, bir çocuk okuldan eve döndüğünde ailesiyle projeleri üzerine konuşabiliyor ve bu da sosyallik ve problem çözme becerilerini pekiştiriyor. Her ne kadar bu reform lise ve ortaokul düzeyinde başlamış olsa da bu tür bir eğitimin ilkokul düzeyinde de uygulanması gerektiği düşünülüyor. Proje üretmek demek yorum yapabilmek, düşünceyi geliştirmek, olaylar arasında bağlantı kurabilmek demek. Bunlar sosyalliği arttırıyor. Takım çalışmasına yatkın çocuklar yetiştirmemiz lazım.” dedi.
İçe kapanıklığın çeşitli şekillerde ortaya çıkabildiğini, bu tip kişilerde genellikle sosyal davranışsal ketlenme, sosyal çekilme, utangaçlık veya sosyal ilgisizlik gibi durumlar gözlendiğini ifade eden Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Bağlanma modelleri de bu süreçte farklılık gösterebilir. Güvenli bağlanma olursa insan sağlıklı gelişiyor. Kaçıngan bağlanma oluyor. Mesela istemediği halde kalabalığın içinde yalnızlık oluyor. İstemediği halde yalnız kalıyor. Yalnız kalmak istemiyor, gelişmek istiyor ama kalabalığın içerisinde sessiz duruyor. Hiç konuşmuyor. Bir de kaygılı bağlanma var. Yüzü kıpkırmızı oluyor. Hemen telaşlanıyor. Eli ayağı titriyor. Konuşamıyor. Benim fikrim budur diyemiyor. Ben böyle düşünüyorum diyemiyor. Sosyal fobi var. Sosyal kaygı var. Bir kalabalığa girse herkes ona bakıyor gibi hissediyor. Bu nedenle kapıya yakın bir yere otururlar veya ortamdan hızla uzaklaşmak isterler. Bu kişilerde yüz kızarması (eritrofobi), çarpıntı, nefes darlığı gibi belirtiler sıkça görülür. Toplum içinde konuşma yapmaları gerektiğinde büyük zorluklar yaşarlar. Özellikle mükemmeliyetçi bireylerde bu durum daha belirgindir. Her şeyin mükemmel olması gerektiğini düşündükleri için hata yapmaktan korkarlar ve çok fazla çalışırlar. Ancak aşırı çalışmaları bazen ters etki oluşturabilir. Mesela bir kişi bir konuya çok iyi hazırlanmış olsa bile toplum önüne çıktığında tüm bildiklerini unutabilir.”
Hatadan korkulduğu an içe kapanıklık başlar…
Hata yapmaktan korkmamak gerektiğini, herkesin hata yapabileceğini ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Hata yapmaktan korktuğunuz an, içe kapanıklık başlar ve sosyal yetenekleriniz gelişemez. Hata yapmak, insanın büyüme sürecinin bir parçasıdır. Önemli olan, hata yaptıktan sonra ne öğrendiğinizdir. Ego düzeyi yüksek kişiler, hata yapmaktan korktukları için bazen hiç harekete geçmezler. Hata yapıp rezil olma korkusu nedeniyle hiçbir şey yapmamayı tercih ederler. Ancak bu da bir hatadır, hatta belki daha büyük bir hata. Hayatta büyümek ve gelişmek için risk almak gerekir. Ancak bu risk, hesaplanabilir olmalıdır. İnsanları hesaplanabilir riskler almaya teşvik ediyoruz, çünkü bu tür riskler sayesinde gizli yetenekler ortaya çıkar. Yeteneklerin gelişmesi için kişinin sosyal ataklık ve girişkenlik öğrenmesi gerekiyor. Atılganlık ve sosyal girişkenlik eğitimleri bu noktada önemli bir rol oynuyor. Bu tür eğitimler sayesinde kişi korkularını yenebilir ve daha rahat bir şekilde kendini ifade edebilir. Elbette, içe kapanıklık ömür boyu devam eden bir durum olmak zorunda değil. Anne-baba bu durumu aşmakta zorlanıyorsa, bir uzmandan yardım alabilir. Uzmanlar, çocuğun yaşına uygun olarak girişkenlik ve atılganlık eğitimi verebilir. Çocukların ruh yapısı oldukça esnek olduğu için, yeni durumlara çok hızlı uyum sağlarlar ve doğru destekle bu tür problemleri kolayca aşabilirler.” şeklinde sözlerini tamamladı. (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.