Bildane KURTARAN
RESMİNE BAKTIĞIMIZ ÇOCUK...
İki çocuk, atlamakta zorlandıkları bir hendeğin yanı başında durmuş, düşünüyorlardı. İkisinin de kafasından, hendeğin öte tarafına güzel bir atlayışla atlamak fikri geçiyordu.
Derken biri, olanca hızıyla koca bir adım atarak, hendeğin öte tarafına geçmek istedi. Ama sonuç maalesef öyle olmadı. Kendini hendeğin içinde buluverdi. Çevredekilerin yardımıyla çıkan çocuk, az ötede hareketlenen arkadaşına dikkat kesildi.
Arkadaşı geriye doğru sakin ve emin adımlar atmaya başladı; bir adım, iki adım, üç adım...
Sonra aniden ileriye atıldı ve hızla koştu, geriden aldığı enerjiyle, kendinden beklenmeyecek kocaman bir adım attı karşı tarafa. Tıpkı, bir okun önündeki hedefine varmadan önce, yay üzerinde yavaşça geriye çekilip, hızla ileriye savruluşu gibiydi atlayışı.
Az sonra kendinden emin ve mutlu bir şekilde, hendeğin öte tarafından gülümseyerek ona el sallıyordu...
Teşbihte hata olmaz. Her insan tıpkı yukarıdaki hikayecikteki gibi, çocukluğuna dair geriye atabildiği sağlam adımlar nispetince, ileriye sağlam adımlar atabilme nimetine sahip olur. Hayatı boyunca önüne çıkan her hendeği, her tümseği bu şekilde aşar çoğunlukla.
Yani güçlü bir yetişkin olmanın yolu, bir nevi güçlü bir çocukluktan geçer.
Çocukluğumuzda, hayatımızda yer almış kahramanlar, zihnimize (taşa yazılmış yazılar misali) kazınan nasihat ve sözler, her biri üzerimizde kalıcı izler bırakan olaylar ve olgular aslında birer yetişkin olduğumuzda bile bizleri etkisi altında tutar. Çoğu zaman hareketlerimiz, tercihlerimiz, hayatımıza dair işleyiş serüvenimiz bu etkinin tesiriyle yön bulur, yordam kazanır.
İçimizdeki çocuğa dair her kare, milyon kere çıkıverir maziden ve bizi yönetir, yönlendirir. Ağlatır veya şenlendirir.
Öyle veya böyle içimizdeki çocuğun resmi saklıdır hep bir yerlerde...
Herhangi bir vakitte, herhangi bir yerde ansızın o resmi seyrederken buluveririz kendimizi.
Şurasını şöyle, burasını böyle değiştirsem deme gücüne sahip olamadığımız resimlerdir onlar...
Ancak henüz hayatın şövale tahtasında resimleri tamamlanmamış olanlar var.
Yani çocuklarımız!...
İleride seyredecekleri resimlerini resmedecek olan bizleriz. Her biri, Yüce Rabbimizin bizlere emaneti olan çocuklarımızın iç dünyasına feyiz ve bereket vesilesi olacak resimler bırakmak, Rabbimizin müsaade ettiği ölçüde bizim ellerimizde.
O resmin ressamı bizleriz...
Öyle ya, çocuk henüz kırklıyken çizilen resim, kırkında çıkıverir karşısına. Yedisinde nakşedilen, yetmişinde arar bulur onu...
O halde henüz çizimi bitmemiş, boyası kurumamış her resim bizi bekler. Dünya fani ve firaklar her an kapımızı çalabilir. Şu an için sarıp sarmaladığımız çocuklarımıza ulaşamayacağımız zamanlar muhakkak olacaktır. O günler gelmeden, güçlü birer mümin olmaları için, onları bugün ve yarın zayıflığa, çaresizliğe itecek her etkenden kurtarmanın yollarını içinde barındıran, dönüp baktıklarında kendilerine kılavuzluk edecek bir resimleri olmalı.
Öyle bir çocukluk resmi ki, gelecekteki yaşamlarında her tökezlediklerinde, sendelediklerinde, daraldıklarında, ne yapsam acaba çırpınışlarında, pes etmeye beş kala anlarında, bakınca kendilerini şarj edecek, manevi olarak resetleyecek, fıtrat üzere istikamet rotasını gösterecek, Allah’ın (c.c) boyasıyla boyanmış muazzam bir resim...
Aile muhabbeti, şefkati, bereketi ve bu minvalde biriktirilmiş her an ve anı ise, o resme yakışacak en güzel çerçevedir...
Çaba bizden, takdir Rabbimizdendir. Rabbimiz, tüm çocuklarımızın hayatlarına dair her kareyi, lütuf ve ihsanıyla bezesin!
Muhakkak ki O, depremlere/sarsıntılara, hüzünlere/sıkıntılara rağmen, hayatlarımıza umudun, sabrın, azmin timsali olacak bir çocuk resmi bırakmaya muktedir olandır.
Zatının ve azametinin karşısında teslimiyet ve hayranlıkla “ALLAHU EKBER” demeyi bize bahşeden Rahmandır, Rahimdir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.