Risale-i Nur'da yapılan tahrifatlar!
Yazar Remzi Peşeng tarafından Risale-i Nur'da yapılan tahrifatlarla ilgili çok belgeli bir yazı kaleme alındı....
Yazar Remzi Peşeng Risale-i Nur'da yapulan tahrifatla ilgili olarak geniş bir çalışma kaleme aldı. Belgelere dayanan bu çalışmayı virgülüne dokunmadan yayımlıyoruz. Çalışmadaki ifadelere özellikle dokunmadık...İşte o çalışma ve Risale-i Nur'da yapılan tahrifat:
Araştırma: Remzî Pêşeng
Şu bir gerçektir ki meselelerin derin aydınlatıcı bir yorumuna ve bilimsel tahliline her yönü ile ihtiyaç duyulmaktadır. Şayet Kürt insanının sosyal vicdan ve aklının değişim ve düşünsel tekamül sürecinin ulaştığı en son noktayı tek kelime ile açıklamak istersek “özgürlük” aşamasına gelmiş olduğumuzu söylemek yeterlidir.
Hangi konuda hüküm verme? kendi halkının sorumluluğunu hisseden bir insanın veya uyanık bir toplumun, bilgi ve sorumluluk sahasına giren her konuda. İçinde bulunduğumuz dünya, sahip olduğumuz vaziyet, tarih, din, yarınki geleceğimiz ve mahiyetimiz eksikliklerimiz, zulümler, ihtiyaçlar ve ideallerimiz konusunda hüküm verme.
Ama bu durumda asli kültür özelliklerimize göre, mantıkçı, araştırmacı, tarafsız,ve bilimsel yöntemle tanıma ve tahlil etme kabiliyetini ve zekiliğine sahip olanlar Kürt toplumunda yeni bir hareket yeni bir dünya görüşü ortaya çıktığını kendi kültürü kendi imanı kendi sorumluluğu ve hatta kendine has mevzisi, yani demek istiyorum ki Kürdün kendisine has bir Dili bulunan yeni bir dünya görüşü ruh davranışı biçimi ve ahlaka sahip insanların gün yüzüne çıktığı artık hiç kimse inkar edemez. Burada ideolojik bir konuyu gündeme getirmek değil gayemiz, tam tersine söz konusu olan şuan Kürt halkının ortaya yeni çıkmış olan yüzeysel ve avamca hüküm vermemek, “şunun aklı” “şu Ağbinin sözü” “şu hocanın dediği” veya şu hizmetin veya bu gurubun gördüğü “rüyanın” neticesi telakki etmemek gerektiğidir. Çünkü meselemiz bundan daha derindir.
Demek istiyorum ki, dünyayı algılama tarzımız daima kendi hayat tarzımızı da tayin eder. Düşünceler ve ideal kişilikler arasında ki farkı anlamak istersek bu onların dünyayı ve kainatı nasıl algıladığına bakmamız gerektiğini gösterir. Bu “şahsiyet” ve “hizmetlerin” Kürdistan’a Kürtlere yaklaşım biçiminden yola çıkarak dünyayı, siyaseti, de nasıl algıladığını anlamak içinde bir yol gösterici olur.
Kürt halkının geleceği yüz yıllardır “iyi niyetlere” terk edildiği gibi Saîdê Kurdî’nin eserlerinin “tahrifata” uğrayıp uğramadığı “iyi niyetlere” terk edildiği açıktır. Kürdistan sorununu basit polemik durumuna düşürülmesi gibi, bu gibi konularda polemik olmaktan kendini kurtaramamış, şahıslar düzeyinde kalmıştır. Tartışmasız bir hakikat vardırki, bu tahrifatlar bir devlet politikası oldugu gerçeğini hiçbir zaman gizlenemez. Zira Saîdê Kurdî ninde dediği gibi, “siyasi istibdadın veledi olan istibdad-ı ilmiye her cemiyete ve şahsa sirayet etmiştir.” İşte bu ilmi istibdad’ı Risale-i nur üzerinde görmek mümkündür.
Saîdê Kurdî’nin eserlerinin tahrif olup olmadı konusu da bir söz sahibiyiz. Bu konuda elimizde “el yazma” eserler ile birlikte “T.C. mahkeme kararlarının” varlığı söz konusudur.
Saîdê Kurdî ‘nin kendisi bu “değişiklikleri” “tashih” yaptı iddiası yine “iyi niyete” terk edip bilimsel bir araştırmaya gerek duyulmamıştır. Ve daha ileri giderek şu söyleye biliriz ki Nurcuların iddiası şuna dönüşmektedir ki, “Ustad her yayınevi için ayrı ayrı tashih yapmıştır” çünkü mevcut yayın evlerinin arasında aynı metinde farklı farklı ifadelerin varlığı söz konusudur.
Hutbe-i Şamiye den bir örnek verelim.
Elimizde üç tane ayrı el yazması orijinal nüsha vardır.
1.Abdulmecit Nursinin yazdığı Hutbe-i Şamiye Nüshası,
2. Süleymaniye Kütüphanesinde bulunan Nüshası.
3. Şahsımın bir Rufai Şeyhi olan Şeyh Ömer den bizzat aldığım Nüsha.
Asıl nüshdadaki ifade: “Hamd ve salattan sonra: - ila ahir - Babasının irşadını veya tasvibini bekler. Evet biz Kürdler size nisbeten çocuk hükmündeyiz ve talebeleriniziz..”
Şimdi de orjinal nüshalara bakalım.
1. Nüsha, Abdulmecit Nursi Ağbinin nüshası.
2. Nüsha, Süleymaniye Kütüphanesinde bulunan nüsha.
3. Nüshan, Şeyh Ömer den aldığım nüsha.
Bu üç ayrı nüshada da “Evet biz Kürdler size nisbeten çocuk hükmündeyiz” ifadeleri söz konusu iken, Envar Neşriyat, Sözler Yayınevi, Yeni Asya Neşriyatın baskısında şu şekildedir.
“Babasının irşadını veya tasvibini bekler. Evet, bizler size nispeten çocuk hükmündeyiz ve talebeleriniziz.
Yani, “biz Kürdler” ifadesi “bizler” şeklinde değiştirilmiş.
Bir örnek daha verelim, “Hakikat” bahsinde ki ifadeler.
Bu makale Volkan Gazetesinde yayınlanmıştır, gazetedeki şekli aynen şöyledir.
”Biz kalu beladan cemiyet-i Muhammedi de dahiliz. Cihetü'l-vahdet-i ittihadımız tevhiddir. Peyman ve yeminimiz imandır. Madem ki muvahhidiz, müttehidiz. .
Molla Ahmed-i Cezirî-i Kürdi Kürtçe olarak buyurmuş ki, “Sirrê wehdet ji ezel girtiye hetta bi ebed “ Herbir mü'min i'lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir.
Volkan Gazetesi İz yayıncılık tarafından Latinceye tercüme edilerek basıldı.
Fakat “Hakikat bahsi sonradan Risale–i Nur Külliyatına dahil edilirken, Türkler bu ifadeyi şu şekle dönüştürdüler,
“Biz kalu beladan cemiyet-i Muhammedide (aleyhissalatü vesselam) dahiliz. Cihetü'l-vahdet-i ittihadımız tevhittir. Peyman ve yeminimiz imandır. Mademki muvahhidiz, müttehidiz. Herbir mü'min i'la-yı kelimetullah ile mükelleftir.
Saîdê Kurdî’nin, Melayê Cizîrîden aldığı beyti “Kürtçe olmasında dolayı” içinden çıkarılarak yayınladılar. Ve bunu da Ustadın yaptığını iddia etmektedirler.
Bir başka örnek, Hürriyete Hitap adlı bölümden bir örnek:
Asıl nüshadaki ifade. “Ey hürriyet-i Şer'î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir şada ile çağırıyorsun., benim gibi bir “Kürd'ü” tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyan¬dırıyorsun”.
Yeni Asya neşriyat, aynı metni Haziran 2000 bastığı “Divan-ı harbi örfide” şu şekilde neşretti, “Ey hürriyet-i şer'i! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sada ile çağırıyorsun, benim gibi bir “Şarklıyı” tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun.
Yeni Asya neşriyat daha sonra 2002 de bastığı “Tarihçe-i Hayatta” ki ifade: “Ey hürriyet-i şer'i! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun, benim gibi bir “benim gibi bir “ Bedeviyi “ tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun “ifadesi kullanılmış.
Bir ağbi Ustadı “Rüyasında” görüp, Kürt ve Kürdistan kelimelerini tashih etmesini istemiş “Kürt” kelimesi “Şarklı” yapması söylemiş, bu şekilde basıldıktan sonra iki yıl aradan geçiyor Ustad bu defa ağbilerin “Rüyasına” tekrar geliyor Şarklı kelimesinin Bedevi yapılmasını istemiş ve bu böylece devam ediyor.
Sözler yayınevi ise bu metni şu şekilde yayınladı; “Ey hürriyet-i şer'i Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sada ile çağırıyorsun, benim gibi bir “Şarklıyı” tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun.”
Risale-i Nur’un bir çok yerinde “aynı konu” neşriyatlar arsında farklı farklı yayınlandığını görmekteyiz. Bu tip örnekler neşriyatlar arasındaki farklılıklar dolup taşmaktadır. Buradan şu sonucu çıkara biliyoruz, Ustad her yayınevi için ayrı ayrı ve hatta öldükten sonrada ( bu konuda sürekli Rüya aleminde gözüktüğü iddia edilmektedir ) “tashih” yapmaya devam etmiştir dememiz gerekiyor mu ?
“Ey hürriyet-i Şer'î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir şada ile çağırıyorsun. benim gibi bir “Kürd'ü” tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyan¬dırıyorsun”.
Bu konuda bir örnek daha verelim. İşaratül icaz adlı eserdeki Münafıklar bahsi de Ustad tarafından “tashih” edildiği “iddia” edilerek 90 sahifelik bahis çıkarıldı. İşaratül İcaz a bir göz attığımız da bunun ne büyük bir “yalan” olduğu metnin kendisi bunu ispatlamaktadır.
Şöyle ki, Kitabın girişinde “üçüncü nüktede” şöyledir. “Türkçeye tercümesi, Arapçadaki cezalet, belagat ve harika kıymetini muhafaza edememiş, bazan da muhtasar gitmiş. Onun için Münafıklar hakkındaki uzun tafsilatı neşretmemeyi niyet ettim. Fakat Kur’ana ait bir zerrenin de kıymeti büyüktür. Belki bazılarına da faidesi vardır. İnşaallah Arabi tefsir, bu tercümenin ahirinde bir mani olmazsa neşredilecek, tercümedeki noksanlarını izale edecek. Fakat Arabi tefsirde tevafukun envaından çok harikalar vardır, beşer ihtiyarı karışmamıştır. Onun için, o matbuun aynı tarzında -imkanı varsa- mümkün olduğu kadar çalışmak lazımdır ki, alamet-i makbuliyet olan o harikalar kaybolmasın.”
Bu “üçüncü nükte” şu şekilde neşredildi. “Türkçeye tercümesi, Arapçadaki cezalet, belâgat ve harika kıymetini muhafaza edememiş, bazan da muhtasar gitmiş. İnşaallah Arabi tefsir, bu tercümenin âhirinde bir mâni olmazsa neşredilecek; tercümedeki noksanlarını izale edecek. Fakat Arabî tefsirde tevafukun envaından çok harikalar vardır; beşer ihtiyarı karışmamıştır. Onun için, o matbuun aynı tarzında-imkânı varsa-mümkün olduğu kadar çalışmak lâzımdır ki, alâmet-i makbuliyet olan o harikalar kaybolmasın.”
Yukarıda verdiğimiz Orijinal nüshadaki altı çizili olan paragraflar ve kitabın içinde olan 90 sahifelik Münafıklar bahsi de çıkarılıp tahrif edilerek yayınlandı. Bunu Nur camiası Ustadın kendisinin tashih ettiğini onun bu bahsi çıkardığını iddia ettiler.
Ama kitabın “İfadetü’l Meram bölümünde ise bu iddiayı çürütecek ifadeler var.
Ustad’ın ifadesi aynen şöyledir “Evet, tashihe muhtaç yerleri vardır, fakat hatt-ı harpte, büyük bir ihlas ile şehidler arasında yazılıp giydirilen o yırtık ibarelerin tebdiline (şehidlerin kan ve elbiselerinin tebdiline cevaz verilmediği gibi) cevaz veremedim ve kalbim razı olmadı. Şimdi de razı değildir; çünkü o zamandaki ihlas ve hulusu şimdi bulamıyorum.” Bu sözlerin altına da şu haşiye konuldu.
“HAŞİYE, Yeni Said, Risale-i Nur'daki hakiki ihlasla yine o ihlası buldu. Yeni Said, aynı ihlasla baktı, “tashih” yerini bulamadı. Demek Sünuhat-ı Kur'aniye olduğundan, i'caz-ı Kur'aniye, onu yanlışlardan himaye etmiş.”
Şimdi metindeki bu ifadeler ile Ağbilerin iddaları çelişmiyormu.? Ayrıca Yeni Asya, yeni baskılarında Münafıklar bahsini yayınladı ama bu üçüncü nüktedeki paragrafı hala yerine koymadı. Demek Ustad sosyal ve siyasal atmosfere göre neyin çıkarılıp nelerin konulacağına “Rüya aleminde tasarruf yaptığı ” nelerin yayınlanması gerektiğini söylemiş ki! yeni baskılara konuldu. “ki sanıyorum Demokrat Parti ve onun devamı olan DYP nin iktidarı ve Muhalefeti olduğu dönemleri de göstermektedir.” Bu tahrifat kültürü zihinlerde öyle bir asimilasyon oluşturdu ki Tansu Çiller hükümeti döneminde bu camia “ahir zamanda ihtiyare kadınların din’ine sarılın” hadisini Tansu Çilere destek için propaganda malzemesi olarak kullanıldı.
Ayrıca Saîdê Kurdî’nin bu rejim ile ilgili metinlerde gecen “tenkit ve karşıtlığını ifade ettiği kısımlarda ya “hafifletilmiş” yada “tamamen çıkarılarak” ve “değiştirilerek” neşrediliyor, ama konumuz “Kürtlerle” ilgi olmasında dolayı biz bu konulara girmiyoruz. İnş. İleriki dönemde ve şuan da devam ettiğim kitap çalışmasında bu konulara da değineceğiz.
Divan-ı Harbi Örfi adlı eserin den birkaç örnek.
Asıl Metin; "Merhum Ahmed Râmiz'in ifadesidir."
1323 senesi zarfında idi ki; Kürdistan'ın yalçın, sarp ve âhenin mavera¬yı şevahik-i cibalinde tulu' etmiş Said-i Kürdî isminde nevâdir-i hilkatten ma'-dûd bir ateşpâre-i zekânın İstanbul âfakında rü'yet edildiği haberi etrafa ak¬setmiş ve fıtraten mütecessis olan bazı kimseler o harika-i fıtratı peyâpey gör¬dükçe, mâder-ı hilkatin hazâin-i lâ-tefnasındaki sehâveti bir türlü hazmede¬meyenleri, şu Kürd kıyafetinde o şâl ve şalvar altında öyle bir kanun-u de-hanın ihtifa edebileceğini bir türlü anlamayarak, âtıl ve müzevvir olan ekse¬riyet hasîse-i zelil olan hissiyât-ı umûmiyesini bir kelime-i tezyifin ma'na-yı intikamında telhis etmişlerdi: "Mecnûn!.."
Envar Neşriyat, S: 5
Sözler Yayınevi, S:5
Yeni Asya Yayınları, S:13
Ahmed Râmiz der ki:
1323 senesi zarfında idi ki; Şarkın yalçın, sarp ve âhenin mavera¬yı şevahik-i cibalinde tulu' etmiş Said-i Nursi isminde nevâdir-i hilkatten ma'-dûd bir ateşpâre-i zekânın İstanbul âfakında rü'yet edildiği haberi etrafa ak¬setmiş ve fıtraten mütecessis olan bazı kimseler o harika-i fıtratı peyâpey gör¬dükçe, mâder-ı hilkatin hazâin-i lâ-tefnasındaki sehâveti bir türlü hazmede¬meyenleri, şu Şarki Anadolu kıyafetinde o şâl ve şalvar altında öyle bir kanun-u de-hanın ihtifa edebileceğini bir türlü anlamayarak, bir kısım adamlar ona mecnun demişlerdi.
Asıl Metin; Said-i Kürdî filvaki' ifrat-ı zeka i'tibarıyla hudûd-u cünunda idi. Fa¬kat, öyle bir cünûn ki: Onun ruh-u kemal ve aklına en ulvî ve fedâî-i şair bedbahtı olan üstad-ı muhterem A. Cevdet şu mısralarında tercüman-ı zîşânı olmuştur:
Envar Neşriyat, S: 5
Sözler Yayınevi, S:5
Yeni Asya Yayınları, S:13
Said-i Nursi filvaki' ifrat-ı zeka i'tibarıyla hudûd-u cünunda idi. Fa¬kat, öyle bir cünûn ki: “Onun ulvi ruh ve kemal-i aklına işarattir.” diye bir zat şu mısralarında tercüman-ı zîşânı olmuştur:
Asıl Metin; Evet, Saîd-i Kürdî İstanbul'a, şûrezâr-ı Kürdistan'ın maarifsizlikle öl¬dürülmek istenilen kâinat idrâkinde yapamadığı kaşanelere bedel Yıldız siyâset selhhânelerini zelzelelere vermek azmiyle gelmişti. Daha istanbul'a gel¬meden Van'dan, Bitlis'ten, Siirt'ten, Mardin'den, Erzurum'dan defaatla nefy olundu. İstanbul'a gelmesiyle beraber Abdülhamid tarafından da suret-i cid-diyede tarassud altına aldırıldı ve bir kaç kere tevkif edildi. Nihayet bir gün geldi ki; Saîd-i Kürdi'yi Üsküdar'a Toptaşı'na yolladılar. Çünki, hapisha¬nede îkaz edilecek kimseler bulunmak muhtemeldi. Tımarhaneden ikide bir¬de çıkarılır., maaş, rütbe tebşîr edilir.. Hazret-i Saîd: "Ben Kürdistan'da mek-teb açtırmak üzere geldim. Başka bir dileğim yoktur. Bunu isterim, başka birşey istemem." diyordu. Ta'bîr-i âherle; Bediüzzaman iki şey istiyordu: Kürdistan'ın her tarafında mektebler açtırmak istiyor; başka birşey alma¬mak istiyordu.
Envar Neşriyat, S: 6
Sözler Yayınevi, S:6
Yeni Asya Yayınları, S:14
Evet, Saîd-i Nursi İstanbul'a, Şuresarı vilayat-ı Şarkiyenin maarifsizlikle öl¬dürülmek istenilen yıldız siyasetlerine istikamet vermek azmi ile gelmişti. Daha istanbul'a gel¬meden Van'dan, Bitlis'ten, Mardin'den, defaatla nefy olmasından İstanbul'a gelmesiyle beraber merhum Sultan Abdülhamid tarafından suret-i cid-diyede tarassud altına aldırıldı. ve bir kaç kere tevkif edildi. Nihayet bir gün geldi ki; Saîd-i Nursi'yi Üsküdar'a Toptaşı'na yolladılar. Çünki, hapisha¬nede îkaz edilecek kimseler bulunmak muhtemeldi. Tımarhaneden ikide bir¬de çıkartılıyor., maaş, rütbe tebşîr ediliyor.. Hazret-i Saîd: "Ben memleketimde mek-teb açtırmak üzere geldim. Başka bir dileğim yoktur. Bunu isterim, başka birşey istemem." diyordu. Ta'bîr-i âherle; Bediüzzaman iki şey istiyordu: Vilayet-ı Şarkıyenin her tarafına dini mektepler, medreseler açtırmak istiyor ve başka birşey alma¬mak istiyordu.
Asıl Metin; Ey şu şehadetnâmemi temaşa eden zevat!
Lütfen, ruh ve hayalinizi misafireten yeni medeniyete karışmış asâbî bir Kürd Talebesinin hâl-i ihtilâlde olan cesed ve dimağına gönderiniz. Tâ tahtie ile hataya düşmeyesiniz.
Envar Neşriyat, S: 9
Sözler Yayınevi, S:9
Yeni Asya Yayınları, S:18
Ey şu şehadetnâmemi temaşa eden zevat!
Lütfen, ruh ve hayalinizi misafireten yeni medeniyete karışmış asâbî bir Bedevi talebenin hâl-i ihtilâlde olan cesed ve dimağına gönderiniz. Tâ tahtie ile hataya düşmeyesiniz.
Asıl Metin; Bu haydut hükümet zaman-ı istibdatta akla husûmet, şimdi de hayata adavet ediyor. Eğer hükümet böyle olursa; yaşasın cünûn!.. Yaşasın mevt!.. Zâlimler için de yaşasın cehennem!..
Envar Neşriyat, S: 10
Sözler Yayınevi, S: 10
Yeni Asya Yayınları, S:19
Bu hükümet zaman-ı istibdatta akla husûmet, şimdi de hayata adavet ediyor. Eğer hükümet böyle olursa; yaşasın cünûn!.. Yaşasın mevt!.. Zâlimler için de yaşasın cehennem!..
Asıl Metin; Üçüncü Cinayet: istanbul'da yirmibine yakın Kürdler, hammal ve gafil ve safdil olduklarından müstebidlerin onları iğfal ile Kürd kavmini lekedar etmelerinden korktum. Kürdlerin umûm yerlerini ve kahvelerini gez¬dim. Geçen sene anlayacakları bir tarikle meşrutiyeti onlara telkin ettim. Şu mealde:
Istibdad, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve Şeriattır. Padi¬şah, ne vakit Peygamberimizin (A.S.M) emrine itaat etse ve yoluna gitse ha¬lifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, zulüm edenler, padişah da olsa hay¬duttur.
Bizim düşmanımız: Cehalet ve zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana kar¬şı cihad edeceğiz; san'at, ma'rifet ve ittifak silahıyla... Amma, komşuları¬mız ve bizi teyakkuz ve terakkiye sevkeden Ermenilerle kemal-i memnuni¬yetle dost olup elele vereceğiz. (2) Zira, husûmette fenalık var. Husûmete vaktimiz yoktur. Hükümetin işine karışmayacağız. Zira, hikmet-i hükümeti bilmiyoruz. Hammallar Avusturya'ya karşı -benim gibi umûm Avrupa'ya-boykotajları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda âkılâne hareketleri bu nasihatlann te'sîriyle olmuştur. Padişaha karşı irtibatlarım ta'dil etmek ve boykotajla Avusturya'ya karşı harb-i iktisadi açmaya sebebiyet verdiğimden demek cinayet ettim.
(2) Ermeni vatandaşımızla bil-külliye umûr-u dünyeviyede kardaşız. Zira; her vecihle birbiri¬mize lâzım Ve melzûm kabilindeniz. Fakat; ben cami'e gidip i'tikadım üzere ibadetimi edâ; o da kilisesinde ibadet eder...(Râmiz)
Envar Neşriyat, S: 15
Sözler Yayınevi, S:14
Yeni Asya Yayınları, S:23
Üçüncü Cinayet: istanbul'da yirmibine yakın hemşerilerimi- hamal ve gafil ve safdil olduklarından- bazı particiler onları iğfal ile vilayet-ı şarkiyeyi lekedar etmelerinden korktum. Hamalların umûm yerlerini ve kahvelerini gez¬dim. Geçen sene anlayacakları suretle meşrutiyeti onlara telkin ettim. Şu mealde:
Istibdad, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve Şeriattır. Padi¬şah, Peygamberimizin (A.S.M) emrine itaat etse ve yoluna gitse ha¬lifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, peygambere tabi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsa hay¬duttur.
Bizim düşmanımız: Cehalet ve zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana kar¬şı san'at, ma'rifet ve ittifak silahıyla cihat edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevkeden hakiki kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zira, husûmette fenalık var. Husûmete vaktimiz yoktur. Hükümetin işine karışmayacağız. Zira, hikmet-i hükümeti bilmiyoruz.
İşte o Hamalların Avusturya'ya karşı -benim gibi umûm Avrupa'ya karşı –(*)boykotajları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda âkılâne hareketlerinde bu nasihatlann te'sîriyle olmuştur. Padişaha karşı irtibatlarını ta'dil etmeye ve boykotajlarla Avrupa’ya karşı harb-i iktisadi açmaya sebebiyet verdiğimden demek cinayet ettim ki bu belaya düştüm….
*Bediüzzaman’a zurefedan biri, bir gün irfaniyle mütenasip bir esvap giymesi luzumundan bahseder müşarünileyh de: “Siz, Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz hem gönderdiği kalpakları giyorsunuz ben ise bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddi ve manevi mamulatını giyiyorum” buyurmuştur.
T.C. Mahkeme Kararları.
Mustafa Sungur ağbinin sahibi olduğu Sözler Yayınevi hakkın da ki mahkeme kararları.
Kendi ifadeleri aynen şöyledir. “ Bu kitapların telif hakkı elinde bulunduran ve İstanbul Cağaloğlu Babıali cad. No: 29/2 de faaliyet gösteren Sözler Yayınevi tarafından eskiden Suç teşkil e den kısımları çıkarmak ve bazı değişiklikler yapmak suretiyle Mart 1984 tarihinde yayınladığı 35 adet kitaptan ibaret Risale_i Nur Külliyatının gazetelerde reklam yapılması üzerine Genel Kurmay Başkanlığı 21.3.1984 tarih ve İSTH. 3598-1384/snr ( 148 ) sayılı yazıların atfen Adalet Bakanlığı 26.3.1984 gün ve CİGM-1-133-47-1984-19507 sayılı yazıları muvacehesinde bu kitapların her biri hakkında eski tarihlerde ayrı ayrı verilen takipsizlik ve beraat kararları ile …… ve saire devam etmektedir. Kararın ileri ki sahifelerinde şu ifadeler yer almaktadır.
“ Bu müsadere kararı 1961 tarihinde alınmıştır. Kitabın eski baskılarının genellikle 800 sahife civarında olduğu hatırlanırsa eskiden suç unsuru ihtiva eden bazı sahifelerin 1961 yılından sonraki baskılarında kitaptan çıkarılmış olduğu pek muhtemel olarak ortaya çıkmaktadır. Ve bu kitap baskısı ayrı bir fiil olduğu için bu mahkeme kararının konumuz yönünde geçerli olmadığı sonucuna varılmıştır.”
Mahkeme kararını dikkatli okuyunca Ustad’ın vefatından sonra nasıl tahrifat yapıldığını açıkça kendileri ifade etmektedir. Bu 1961 baskılarının ayrı bir fiil olduğunu beyan ederek beraat etmişlerdir.
Mahkeme kararlarının toplamı 44 sahifedir.
Bir başka mahkeme kararı. Mahkeme 2. Asliye Ticaret mahkemesin de görülmüştür.
Bu mahkeme kararı yaklaşık 80 sahifedir.
Mahkeme, Ustadın talebeleri olduğunu iddia eden zatlar tarafından açılmıştır.
1- Ahmet Aytemur.
2- Bayram Yüksel
3- Hüsnü Bayramoğlu
4- Mustafa Sungur
5- M. Sait Özdemir
Avukatları ise: Şener Akyol. Davalı ise Tenvir Neşriyattır.
Bu mahkeme ile ilgili birkaç belge.
Bu mahkemenin açılma nedeni Tenvir Neşriyat Risalelere ekleme yaparak yayınlıyor olması ve verasetin kendilerine ait olduğu iddiasıdır. Dava metni okunduğun da da çok gülünç nedenler söz konusudur. Örnek Ustad 1963 yılında dava sahiplerine noter tastikli veraset metni bıraktığı iddia edilmektedir. Ustadın 1960 vefat ettiği iskalanmıştır. Mahkemenin detayına girmiyorum. Mahkemeyi kazanan taraf Tenvir Neşriyat olmuştur.
Benim ilgimi çeken yön ise Davacıların tuttuğu avukat Masondur. Said Özdemir’e sordum neden Mason bir avukat tuttunuz,? cevabı ise hayli ilginçti. “Kardeşler bilememişler.” Aslında davayı bu zat ile kazana bilecekleri sanıyorlardı her halde, çünkü siyasi ilişkileri davaya yön verecekti ama davayı açan Envar neşriyat ve Sözler yayınevi kaybedip, üstelik bunların “Tahrifat” yaptığı saptandı. Mahkemede bilirkişi olarak Sulhi Dönmezerdir, ve onun kararı ise “Evet Risale-i Nur tahrif olmuştur basit bir ahlak kitabı haline getirilmiştir” saptamasıdır. Son yüz yıllarda Kürtler dışında hiçbir millet geleceğini “iyi niyetlere” havale etmemiştir. bundan dolayı da yüzyıllardır statüsüzdürler. Neden? Hangi faktörlerden?
Konumuza dönersek bu mahkemenin bir başka yönü ise, Mahkemenin bu kararından sonra bu zatlar Tenvir neşriyatın bastığı Münazarat adlı eserde bazı eksiklikler olduğu fark edilince “Tenvir tahrifat yapıyor diye” daha önce tahrif edilerek bastıkları Münazaratı bu defa Tenviri devre dışı bırakmak için eksiksiz bastılar. Bakın Yeni Asya’nın ilk bastığı Münazarat ile dava sonrası basılan Münazarat ta ki farklılıklar dikkate değerdir. “Ustad’ın Rüya aleminde ki tasarrufu devam etmektedir.” Yeni Asya bu tavrıyla Envar ve Sözler yayınevini meşrulaştırmaya çalıştı. Ama Envar ve Sözler bastığı Münazarat ile Yeni Asyanın bastığı Münazarat arsında da şuan bile çok ciddi farklılıklar var. Bu arada Sözler yayınevinin bir uzantısı olan “Şahdamar yayınları” ise Münazaratı bastı, Zaman Gazetesi yazarlarında Abdulah Aymaz hazırladığı kitabın mübalağasız yarısı yok. Daha önce dediğimiz gibi bir haddi ve sınırı olmayan Maslahat anlayışının geldiği nokta o kadar tırajiktir ki bu kadro Saîdê Kurdî ve Binbaşı Esat Oktay Yıldıran ile aynı çizgide aynı ekolün temsilcisi olarak buluştura biliyor. Bakın Timaş yayınları “Mahsun madalya” adlı kitap.
Türklerin özellikle Kürtlerle ilgili bilimsel! çalışmalarında manipülasyona yönelerek bilim dışılığı benimsediklerini söylemek en isabetli olanıdır. Bu konudaki gayretleri başlı başına ansiklopedik/akademik araştırmaya dahi konu olabilecek kadar derinliklidir. İdris-i Bitlisi, Mevlana Xalid, Saîdê Kurdî, Muhammed Hamidullah, Muhammed İkbal, Ali Şeraiti gibi bir çok alim ve entelektüelin yazdıkları ve söyledikleri "tahrif" edilerek yayınlanmıştır.
Genel olarak bilimsel metinlerin veya çeşitli yazarların eserlerinin tercümesi ve açık olan konuların tevil ile apayrı anlamlara çekilmesine Türkler açısından ileri sürülecek nedenlerin gayri ahlakiliği ayrı bir konudur. Müslüman Türk halkı önderlerinin bir özelliği de İlmi Türkleştirmektir. bu özellikleri Türk toplumunda göre bilmekteyiz. İlmin Türkleştirilmesinde ve ilmin düşüşüne sebep olarak iki bölümde ele almak mümkündür. Toplumsal sistemi ve Düşünce sistemi, yani kısaca Saîdê Kurdî’ninde parmak bastığı gibi, “siyasi istibdad’ın veledi olan İlmi istibdad”
İnş. Dördüncü Bakış adlı kitap çalışmamızın 3. Cildi hem “metin” üzerindeki hem de “zihin ve ahlak” üzerindeki tahrifatları ve mahkeme kararları yayınlayacağız.
TİMETÜRK
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.