Muhammed Ali AKAY
Risale-i Nur’dan Propaganda Dersleri…
Allah Rahmet etsin, Üstat Said-i Nursi küfrün, zulmün, asimilasyonun zirvede olduğu bir zamanda yaşadı. Kendi; ‘Biz kışta geldik.’ tabiri ile karakışta geldi. Gerçekten de onun dönemi zemheri bir kışının zifiri bir gecesi gibiydi. Kur’an okumanın yasak olduğu, ezan seslerinin bile yasaklandığı, idamların kol gezdiği bir süreçte Risale-i Nur gibi bir eseri topluma ulaştırmak nasıl mümkün oldu?
Risale-i Nur’u okuyanlar veya anlatanlar bu değerli eserin iman hakikatlerine olan faydasından sürekli bahsederler. Fakat birçok insan şu noktayı gözden kaçırır: ’Öyle şerli bir dönemde bu kitaplar nasıl topluma ulaştırıldı?’ İşte soru bu? Bu sorumuzun önemini İslami neşriyat yapan yazar kardeşlerimiz, dergiciler, gazeteciler kısacası basın yayın alanında uğraşanlar daha iyi idrak ederler.
Bugün İslami neşriyat yapan birçok kesim 500 dergiyi bile 80 milyonluk Türkiye halkına ulaştıramıyorsa burada bir sorun var demektir. Veya bir yazarın 1000 adet basılan kitabı 2-3 sene geçmesine rağmen yayıncıların raflarında tozlanıyorsa burada çok büyük bir ihmal ve eksik var demektir. Nedir o eksik? Ürünlerimizi pazarlamasını bilmiyoruz. İhlas, tevazu, mefhumlarını tam anlamamışız. Propaganda yapmayı ihlasa zarar verecek diye yazdığı kitabın reklamını yapmaktan çekinen birçok yazar tanıyoruz. Bir yazar, yazdığı kitabın faydasını halka izah etmezse bu yazarı kim okur? Bir dergi topluma olan faydasını ifade edemezse kepenk kapatmak kaderi olmaz mı? Sakın zaman değişmiş, insanlar okumuyor yalanı bizi kandırmasın. İnsanlar okuyor. Neyi okuyor? Kendini pazarlamasını bilen eserleri okuyor.
Risale-i Nur’u okuyanlar bilir… Risalelerin üçte biri bu eserlerin faziletinden, imana ve İslam’a olan faydasından, küfrün önünde bir kale oluşundan bahseder. Üstad bunu mükemmel yapmış da bu üstadın talebeleri niye bunu beceremiyor, hayret! Bakın günümüzde çok mükemmel dergiler, gazeteler, kitaplar neşrediliyor. O dönemde Risale-i Nur ne kadar elzemdi ise bu dönemde de çıkan İslami neşriyat o kadar önemlidir. Üstad ve arkadaşları İslami neşriyatlarına sahip çıkıp İslam davasını bugünlere ulaştırmayı becerdiler. Peki, biz İslami neşriyatımıza sahip çıkıyor muyuz?
Bu soruya olumsuz cevap veriliyorsa bunda en büyük vebal İslami neşriyatı yazan yazar ve yayıncılara aittir. Bu demek oluyor ki: ’Biz halka İslami neşriyata sahip çıkılması gerektiğini anlatamamışız. Hayatın acımasız emperyal çarkı altında ezilmişiz. Öğütülmenin verdiği his bizi çıkardığımız eserlere güvenmeme, sahiplenmeme hastalığına duçar etmiş. Mücadele etme azmimiz zayıflamış.’
Peki, ne yapmalıyız? Öncelikle etkili ve tesirli, günümüz dünyasına hitap eden İslami neşriyatların reklamını, çok iyi yapmalıyız. Bakın İNZAR Dergisi çıktığı günden beri her sayısını almışım ve evimde bir altın gibi saklarım. Çok değerli bir dergi olmasına rağmen sahipsizlik yüzünden bize küsüp dünyamızı terk etmesinden korkarım. Hakeza, Nisa Nur Dergisi, gerçi bacılar bu dergiye sahip çıkıyor olsalar da hak ettiği konumda olmadığı kanaatindeyiz. Yine Nisa Nur’un Nur Çocuk eki daha çok çocuğa ulaşması gerekmiyor mu? Hakeza bu ülkenin Doğrularının Sesi olan gazetemiz DOĞUHABER GAZETESİ sizce hak ettiği değeri görüyor mu? Bu ülkede 1 milyon satıyor mu? Satmıyorsa bunda hepimizin payı var. Yine DUA YAYINCILIĞIN ESERLERİ halka ulaşmamışsa Üstadın bu yönünü anlamamış olmamızdan kaynaklı olduğu kanaatindeyim. İslami anlamda birçok yayın evi var. Ama biz en gözde olanlarını örnek gösterdik ki emsal olsun.
Üstadın ve arkadaşlarının yaşadığı o karanlık dönemin üzerinden üç nesil geçti. Sanki bahara girdik. Ama halen kışın zemherisi ara ara hissediliyorsa bunda bizim kulağı genişliğimizin etkisi vardır demek. Baharın gelişinin hızlanması için Üstad kadar propaganda sanatını becermemiz gereklidir. Vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.