Şahitler ve Seyirciler

Şahitler ve Seyirciler

Kasem olsun burçlu göğe ve vaat olunan güne. Şahit olana ve şahit olunana…”(Buruc:1-3).

Kasem olsun burçlu göğe ve vaat olunan güne. Şahit olana ve şahit olunana…”(Buruc:1-3). Sema yani gök, yerin sathından başlayan yüksekliktir. İnsanın tabiatı, gök ile yerin mutabakatından oluşuyor. Bu birlik korunduğu sürece insan azizdir, kıymetlidir. Aksi takdirde insan yere ve yerelliğe mahkûm olur. Evrenselliğini yitirir. Yer, evrenselliğin zıddıdır. Çünkü yer, sınırlara mahkûmdur... “Kasem olsun burçlu göğe ve vaat olunan güne. Şahit olana ve şahit olunana…”(Buruc:1-3). Sema yani gök, yerin sathından başlayan yüksekliktir. İnsanın tabiatı, gök ile yerin mutabakatından oluşuyor. Bu birlik korunduğu sürece insan azizdir, kıymetlidir. Aksi takdirde insan yere ve yerelliğe mahkûm olur. Evrenselliğini yitirir. Yer, evrenselliğin zıddıdır. Çünkü yer, sınırlara mahkûmdur.

Allah(c.c) göğe ve burçlarına yemin buyuruyor. Burç; yerden göğe doğru uzanan kale, gökdelen, bina v.s her türlü yapıdır. Ayeti kerimede Allah(c.c), önce “burçlu göğe” sonra “vaat olunan güne” yemin ediyor. Burada latif bir mesaj vardır. Demek ki burçlar göğe doğru yükseldiğinde insanın göğe ilgisi azalıyor. Gök burçlarla doldukça insan; yüzünü, bakışını yere doğru çeviriyor. Gaflete düşerek İlahî mesajın ve vaatlerin yeri olan göğe karşı kayıtsız kalıyor. Halbuki Allah(c.c); “Göktedir rızkınız ve vaat olunduklarınız”(Zariyat 22) buyuruyor. Demek ki insan için asıl ve daimi güzellik, vaat olunan her şey göktedir. Fakat yerin yapıları göğe doğru yükseldiğinde insan güzelliği yerden beklemeye başlar. Bu nedenle “burçlu göğe” yapılan yemini “vaat olunan gün” yemini takip ediyor. Yani burçlu gök, sizi vaat olunan güne karşı gaflete düşürmesin. O gün mutlaka gelecektir. “Vaat olunan gün” hem tehdit hem de müjdedir. Herkes bunu kendi durumuna göre bulacaktır. Gaflette olanlar için vaat olunan gün tehdit; müminler içinse müjdedir.

Allah(c.c), burada son olarak “şahit olana ve olunana” yemin buyuruyor. Şahitlik temel olarak iki anlama gelir; seyirci olmak ve tanıklık yapmak. Arapçada bir şeyi seyredene “şahit-müşahit” denildiği gibi bir olayda tanıklık yapana da “şahit” denilir. Bu yemine her iki sınıf da dâhildir. Şahit olunan şey, ya bir mazlumdur ya da bir münkerdir. Yani her hal u kârda müdahale gerektiren bir şeydir. Fakat buna rağmen insanlar bu durumda iki sınıf oluyor; kimileri olayın tanığı oluyor, kimileri de seyircisi. Seyirci olmak neticeyi ve hükmü kendi aleyhinde tesis etmektir. Tanık olmak ise hükmü zalimin ve münkirin aleyhine tesis etmektir. Hadisi şerifte de buyrulduğu üzere eğer insan gördüğü münkeri eli veya diliyle değiştirmeye çalışır veya en azından kalbiyle buğz ederse bu durumda insan tanıklık makamında olarak; hükmün kendi üzerinde değil, zalimlerin ve fasıkların aleyhine tesis olmasını sağlar. Aksi takdirde, gördüğüne ses çıkarmaz, şahit olduğu zulmü ve fıskı kanıksarsa o zaman insan, seyirci hükmündedir ve bu durumda hüküm kendi aleyhine tesis olmuş olur.

Şahitler sorumluluk sahibidir. Semadan gafil değiller. Yerden göğe doğru yükselen yapılar onları gaflete düşüremez. Onlar sorumluluk sahibi oldukları için dünyada azizdir. İnsanlar onlara bakarak gafletten uyanır. Dünyanın büyüsüne ve cazibesine karşı hakkın ve hakikatin şahididirler. Kıyamet günü de Peygamberlerle birlikte şahitler makamındadırlar(Zümer:69). Onların tanıklığıyla insanlar cennete nail ya da cehenneme mahkûm olur.

Seyirciler ise iki türlüdür. Zalimler ve ehli dünya. Zalimler sadistçe Müslümanlara yaptıkları işkenceyi seyreder. Onlara zulüm yapar. Diğer seyirciler ise gaflet ve dalalet içinde olanları umursamayarak seyreder. Bunların seyirciliği aleyhlerinde şahitliğe dönüşür.

İnsan, ya tanık ya da seyircidir. Müslüman, seyirci olmaktan şiddetle kaçınmalıdır. Hadiste Peygamber(sav); “Sizden kim bir münker görürse eliyle, gücü yetmiyorsa diliyle onu değiştirsin. Gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin ki bu, imanın en zayıf derecesidir.” buyurur. Dikkat edilirse hadisi şerif, “sizden kim bir münkeri görürse…” diye başlıyor. Bunu gören insan sorumluluğunu yerine getirmeyerek seyirci kalabileceği gibi; bu görme, sorumluluğun yerine getirilmesiyle tanıklığa da dönüşebilir. Bu, insanın hadiste buyrulan emre uyup uymamasına bağlıdır. Eğer sorumluluğunu yerine getirerek tepki gösterirse şahit, aksi takdirde seyircidir.

İnsan seyirci değil, şahit olmaya çalışmalıdır. Şahit ve şehit aynı köktendir ve birbiriyle bağlantılıdır. İkisi de Hakkın ve hakikatin tanığıdır. İkisi de gayretlidir, mücahittir. Şu farkla ki “Şehid olmak” insanın elinde değildir ama “Şahit olmak” onun elindedir. İnsan, şehid olmakla mükellef değildir. Ama tanık olarak şahit olmakla mükelleftir. Bir daha Peygamber gönderilmeyeceğine göre onların vazifelerini şahitler ifa edecektir.

Burçların, gökdelenlerin insanların gözünü boyadığı, görüş mesafelerini kısıtladığı bu zamanda hakkın Şahitlerine ne mutlu.

Abdurrahim Güneş / İnzar Dergisi - Eylül 2012

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.