Sakine Cansız
Sakine Cansız ve yanında bulunan iki bayanın Paris’te öldürülmeleri; gündemi meşgul etmeye devam ediyor.
Sakine Cansız ve yanında bulunan iki bayanın Paris’te öldürülmeleri; gündemi meşgul etmeye devam ediyor.
Herkes kendince bir yorum yapıyor, muhtemel sonuçları üzerinde kafa yoruyor. Ancak kim yaptı, kim kazançlı, kimler olabilir sorularına cevap aramayı ve bu konuda ihtimaller üzerinde durmayı gereksiz görüyorum.
Zira bu konuda yapılacak yorumlar spkülasyondan öte bir anlam ifade etmez. Cinayeti işleyenler yani failler ortaya çıksa bile, ki Fransa kısa zamanda tetikçileri ortaya çıkaracaktır, karar verenlerin ortaya çıkarılması zor bir ihtimal. Ya “derin devlet” ya da “merkezden bağımsız düzenlenmiş bir eylem” denilerek fatura tetikçilere kesilir. Çok yabancısı olduğumuz durumlar değil.
Olayın hemen ardından PKK ve türevleri tarafından Sakine Cansız adeta azize ilan edildi. Sakine Cansız bu sıfatı hak ediyor muydu, etmiyor muydu ayrı bir soru. Ama her ne olursa olsun ömrünü (farklı bir ideolojide harcamışsa da) bir davaya adamış insana saygı duyulur. En azından kararlı, samimi ve davasına sadık kişiliğine…
Genç yaşında PKK içinde yer almış, Diyarbakır zindanını görmüş, Esat Oktay Yıldıran gibi zalimi tanımış, yüzüne tükürmüş, erkeklerin dahi direnemediği bir yerde direnmiş, senelerce içerde kalmış, yılmamış; dışarı çıktığı gibi tereddüt etmeden soluğu Bekaa’da almış…
Peki, PKK açısından daha doğrusu Öcalan açısından Sakine Cansız bir azize miydi? İşte orası soru işaretleri ile dolu…
Öcalan’ın kaprisleri ve kendine rakip olabilecek insanları bir şekilde ortadan kaldırma dürtüsü, sonuçta Mehmet Şener’in öldürülmesi ile neticeleniyor ve bu yaşanan hadiselerden Sakine Cansız’da sorumlu tutuluyor, tasficilik ile suçlanıyor, dışlanıp izole ediliyor ve boyun eğince de serbest bırakılıyor.
Mehmet Şener olayını bahane ederek Bekaa’da kendisine etmediğini bırakmamış, Öcalan. Sadece kendisine değil “Diyarbakır Zindan Direnişçileri” denilen hiç kimseye etmediğini bırakmamış. PKK Diyarbakır zindanında büyüdü gerçeği, Öcalan’ın asla kabullenebileceği bir durum değil. Zira PKK’de Öcalansız hiç bir şey başarılamaz! Dirençli, kararlı, asi denilen kız; Esad Oktay gibi bir adama kafa tutan kız diğer arkadaşları gibi Öcalan’a boyun eğmek zorunda kalıyor. Tabii akla şu soru geliyor; Esat Oktay’a kafa tutan biri nasıl oluyorda Öcalan’a teslim oluyor? Belki tek başına kalmanın verdiği çaresizlik, belki davasına sadakat, belki hain damgası yeme korkusu, belki TC’nin avuçlarına düşme tehlikesi, belki de...
Belgeler hafızaları canlı tutar. Bilindiği gibi Selim Çürükkaya “Apo’nun Ayetleri” adlı kitapta Bekaa’da Sakine Cansız’ın Öcalan’a kafa tuttuğunu dile getiriyor. Benzer ifadeleri başkaları da dile getirdi. Hatta Öcalan’ın hakaretlerinden dolayı kendisine “terbiyesizlik yapma” diye çıkıştığını ve yaka paça dışarı atıldığı söyleniyor. Temmuz Çözümlemeleri ve Talimatları adlı eserde de bu ibare yer almasa da sahne detaylıca anlatılıyor…
Ancak daha ilginç bir durum daha var. PKK’nin resmi yayın organı Serxwebun’unun 118. sayısında bulabilirsiniz. Bir örgüt veya hareket kendi ferdinin bazı davranışlarından rahatsız olabilir. Ferd hatalı davranıyor olabilir, bundan dolayı eleştirilebilir, ama kendine çeki düzen verirse affedilir ya da o hatalar görmezden gelinir ve yola devam edilir. Bu normal. Ama eğer bir örgüt bunu resmi gazetesinde çarşaf çarşaf yayınlıyorsa, onu özeleştiri adı altında adeta itiraflara zorlayıp teşhir ediyorsa ve o teşhir tarihe mal oluyorsa o başka. Tabii özeleştiri 3 gazete sayfası uzunluğunda olduğu için böylesi kısa bir köşe yazısına sığmaz, kısa alıntılar yapmakla iktifa edelim, meraklısı yazının tümünü okuyabilir.
“PKK Zindan Direniş Konferansı Belgelerinden Özeleştiriler…
Konferansın açığa çıkardığı ve mahkum ettiği; olumsuz sürecin ve olayların başını çeken parti karşıtı pratikler ve öncelikle M. Şener haininde ifadesini bulan sahte, komplocu, tasfiyeci, provokatör önderliktir.
Bir süreden beri parti ve mücadele tarihimizin beyni ve kalbi konumundaki Akademi sahasındayım. Parti önderliğinin denetimi altındaki bu sahada hiç de affetmeyeceğim bir politik körlük, duygusal ve parti anlayışından uzak yöntemsizliğin sahibi oldum. Bu konumumla bütün bir yapıyı karşıma aldım. Niyetler bu değildiyse de ortaya çıkan objektif durum buydu, bu oldu. Özellikle Parti Önderliği’nin ilkeli-eğitici yaklaşımına karşı tutucu bir duygusallığı yoğun olarak yaşadım. Dönemi, alanın özelliklerini ve beklentileri hesaba katmadan hareket ettim. Bu ciddi bir yetmezliktir.
Son ortaya çıkan tasfiyeci-komplocu çıkışın da esas hedefi Parti Önderliği’dir. Bu da, düşman cephesinin vardığı bir sonuçtur. Tüm parti içi sapışlarda bu ortak özellik yatıyordu. Ama bu sonuncusu ortaya çıkış zeminini oldukça zorluyor, diretiyor!..
… çıkış kaynağı zindan pratiğimizin olumsuzluklarının bir bileşkesi olan tasfiyeci tip ve onda ifadesini bulan ihanet cephesini doğru tarzda incelemek de bu soruların gerçek yanıtını verecektir.
Büyük bir politik yetmezlik içinde Şener ihanetine sunmuş olmudğum katkıyı başka türlü nasıl izah edebilirim? Bu alçağın tüm insani ve siyasi duygularımı TC’ye, emperyalizme ve işbirlikçi hain güçlere peşkeş çekmesi durumunu da göz önüne getirdiğimde, partili konumdan ne denli geri olduğumu, parti ve devrim çıkarlarını kişiliğimde yeterince koruyamadığımı ve ölümüne bağlılığımın oldukça yavan kaldığını büyük bir öfke ve acı duyarak görüyorum.
… Sabırla olgunlukla ve politiklikle izlemedim. Oysa sürece benden daha iyi ve daha yanılgısız yaklaşanlar ve sahiplenenler vardı. Parti Önderliği başta olmak üzere sürece hakkını vererek yaklaşacak arkadaşlara aldırmaksızın hemen her konuda tartışmaya girdim.
Uzun bir süre tartışmanın, üzerinde yoğunlukla durmanın ana noktasını bu savunmacılık, sahiplenmecilik aldı. Bir süre sonra ise, dar bir çerçeveye oturtulan ve adeta herşeyin sorumlusu olarak görülen Şener-Sakine ilişkisi etrafında dolaşıldı. Bu yaklaşım bu defa bu noktada savunmacı konuma düşürdü.
… İşte tam da provokatörün istediği bir tarzda olguya yaklaşım göstererek kendimi parti ortamına dayatıp, ısrarla, “beni bu halimle kabul edin” diyordum. Ve tüm uyarılara rağmen bu gafletten uyanmak istemedim. “Sevgim” dedim, “emeğim” dedim ve her dedikçe de adeta Şener’i objektif olarak besledim.
… Bütün bu çatışmalı ortamlarda çıkardığım sonuç şu oluyordu: Şener kaçışla ihanete düştü.
…Bendeki diğer bir özellik ise, oldukça ideal bir bakış açısıyla olay ve olgulara yönelmemdir. Bu özellik Şener ihanetinin zindanda kendisini liderliğe hazırladığı ve benim göremediğim sonucunda da rol oynamıştır… Daha da ötesi, bunca hırsızlığı, uğruna yaşamımı adadığım partime ve her türlü değerin üstünde tuttuğum Parti Önderliği’ne, devrimimize karşı alçakça kullanmada silah edinmiştir.
… Lenin önderliğindeki Sovyet Komünist Partisi’nin bile bu denli hızlı ve bolca komplo, tasfiye ve provokasyonları yaşamadığı ve çıkanların da genellikle hizipleşme temelinde sınıf nitelikli tasfiye olduğu görülmüştür.
PKK’de hemen her yıl bir provokasyon, tasfiye ve komplo ya da üçünün bileşiminin bir arada çıktığı ve hepsinin de temelinde komploculuğun esası oluşturduğu yaşanan gerçekliktir. Şener tasfiyeciliğinin de esasını bu oluşturuyor.
… Bilindiği gibi parti tarihimizde peşpeşe komplo harekatları yaşanmıştır. Çok kısa parti tarihimiz içinde bunca komplonun çıkış ve hedefleri baştan sona Parti Önderliği’nin fiziki imhasına göre programlanmıştır.
(Şener) Bunu öylesine bir detayla yapmıştır ki, Parti Önderliği’ni hedeflerken parti karşısına zindan direnişini kullanarak sahte bir önderlikle çıkmış, Parti Önderliği’nin düşmanı vurmada kullandığı özgür kadın silahını, beni de içine alarak kullanmaya çalışmıştır.
Özeleştirimin bir bütün olarak özetini yaparsam; ihanet karşısında, partimizin devrimci geleneğini yansıtamamış ve parti hattını tutturamayan bir yapı sergiledim. Parti içinde geçen yıllarımın hangi zorluklarla karşılaştığını ve bende somutlaşan emeğin değerini karşılayamamış, zindan direniş şehitlerinin son sözlerinde dile getirdikleri Parti Önderliği’ne bağlılığı yaşatamamış, gerillanın özgürlük sanatına layık olamamış, Kürdistan kadınının özgürleşmesi olayını yetkince ve doğru tarzda temsil edememiş ve düşmana karşı intikam yeminimi gölgelemiş olarak süreci yaşadım.
Son söz olarak; Parti içi ihanete karşı mücadeleyi, açık düşmandan ayırmayacağıma, Önderliğe olan bağlılığın, Kürdistan Devrimi’ne ilkeli bağlılıktan geçtiğine inanarak düşmana olan intikam yeminimi tekrarlıyor ve parti militan hattını tutturacağıma ve bundan sonra her zaman partiyi iç ve dış düşmandan koruyacağıma, bunda siyasal uyanıklığı göstereceğime dair başta Parti Önderliği’ne, partiye, zindandaki yoldaşlarıma, gerillamıza, şehitlerimize, Kürdistan halkına, dünya insanlığına, tüm Akademi öğrencilerine ve siz delege yoldaşlara söz veriyorum.”
Bu arada PKK’nin dil’ine hakim olmayanlar için “Parti Önderliği” ifadesinden kastın Öcalan olduğunu hatırlatalım…
Öcalan, PKK’nin kuruluşundan itibaren türlü hile ve entrikalarla, kamuoyunda öne çıkan veya rakip olabilecek kişileri ya öldürtmüş ya intihara sürüklemiş, ya hiçleştirmiş, ya devletin kucağına itmiş ya da tövbe ettirmiştir.
Tövbe etmek zorunda bırakılanlardan biri olan Sakine Cansız izole edildiği dönemden sonra ise her cümlesi “önderlik” veya “başkan” kelimeleri içinde barındıran bir hal almıştır.
PKK içinde yer alanlara, özellikle de kadınlara bakınca hayıflanmamak elde değil. Bir nesil bu şekilde Öcalan diktatörlüğü kurma adına telef edildi. Oysa bu dirençli, kararlı ve haksızlığa tahammül edemeyen insanlar bu zulüm çarkı yerine daha doğru kanalize edilebilse, hele İslami bir ruh ile haklarını talep edebilse acaba sonuç ne olurdu?
Yeri gelmişken zulme rıza göstermemek adına isyan edip daha sonra zulmün alasını Öcalan ve taifesinden gördükten sonra öldürülen veya intihar eden birçok isimsiz garibanın yanı sıra Saime Aşkın’ı da zikretmemek haksızlık olur. Sakine Cansız boyun eğenlerden oldu ancak Saime Aşkın canı pahasına geri adım atmadı.
PKK’nin Merkez komite üyelerinden olan 12 Eylül darbesinden sonra Lübnan’a geçen Aşkın, Öcalan’ın diktatöryal tutumuna karşı çıkanlardan. Bundan dolayı uzunca bir süre Öcalan sisteminin elinde tutuklu kalmasına rağmen, tarifsiz işkence ve baskılara rağmen boyun eğmiyor. Sonuçta öldürülmeye götürülürken olayı izlemek istemeyen Ali Haydar Kaytan’a bakarak “Alçak kaçma! Sen de gel, izle! İzle de Anneler ne yiğitler doğurmuş, gözlerinle gör!” diyerek hayal kırıklığı içinde ama kararlılıkla idealleri uğruna son nefesini veriyor.
Belki kiminize garip gelebilir, belki de kiminiz kızacaksınız ama bu nesile hayıflanmamak elde değil...
(Hürseda Haber)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.