Sapmalara karşı Sünnet-i Seniyye
“…(Resulüm!) şüphesiz sen doğru yola, göklerde ve yerde bulunanların sahibi olan Allah’ın yoluna götürüyorsun.” (Şûrâ: 52-53)
“…(Resulüm!) şüphesiz sen doğru yola, göklerde ve yerde bulunanların sahibi olan Allah’ın yoluna götürüyorsun.” (Şûrâ: 52-53)
Ebu Necih İrbad bin Sariye’den (radiyallahu anh) rivayet edilmiştir. Dedi ki: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize çok tesirli bir öğüt verdi. Bu öğütten dolayı kalpler ürperdi, gözler yaşardı. Bizler:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bu öğüt, sanki ayrılmak üzere olan birinin öğüdüne benziyor, bari bize bir tavsiyede bulun, dedik. Bunun üzerine:
– “Size, Allah’tan korkmanızı, başınıza bir Habeşli köle bile emir olsa, onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra sağ kalıp uzunca bir hayat sürenler pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan ortaya çıkarılmış bid’atlarden şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid’at dalâlettir, sapıklıktır” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Tirmizi)
Hadis-i şerifte Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisinden sonra birçok ihtilafın olacağını haber vermiş ve bununla birlikte ortaya çıkacak bid’atlerden de mutlaka sakınılması gerektiğini hatırlatmıştır. Çünkü sünnete uygun olmayan davranışlar bid’attır. Kur’an ve Sünnet’te yeri bulunmadığı ve bu iki asla aykırı olduğu için, her bid’at dalâlet (sapıklık) diye nitelendirilmiştir.
Zira Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, kıyamete kadar hükmü devam edecek olan İslâm dini’nin aydınlık yolunu, Kur’an’ı her planda hayata uygulayarak çizdi. Peygamberimiz’in sınırlarını çizdiği bu ferdî ve ictimâî hayat tarzı, sözleri, davranışları, başkalarının davranışlarını tasvibi ya da tasvip etmeyişi sünnet olarak adlandırıldı. Bunun karşısında olup dindenmiş gibi gösterilmeye çalışılan ibadet ve inançlara da bid’at adı verildi.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem hadis-i şerifte dalaletten kurtuluş için birincisine ittiba, ikincisinden de imtina etmeyi şart koşmuştur.
Ebû Hureyre radiyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı cennete girer” buyurdu. Bunun üzerine:
– Ey Allah’ın elçisi, cennete girmeyi kim istemez ki? denildi. Peygamber Efendimiz:
– “Bana itaat edenler cennete girer, bana karşı gelenler cenneti istememiş demektir” buyurdu. (Buhârî)
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı gelmek, çizdiği yolun dışına çıkmaktır. Sünnetine ittiba etmemektir.
Ümmetin içinde fitneler, ihtilâflar ve bid’atler çoğalınca, görüş ayrılıkları da artar. O zaman insanlar hangi fikrin yanında olacaklar, nasıl hareket edeceklerdir? İşte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunun hal çaresini göstermiş, “Sizin üzerinize gerekli olan benim sünnetime, yoluma ve doğru yola ulaştırılmış Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetine sımsıkı sarılmanızdır” buyurarak, ortak hareket noktasını göstermiştir.
Başka bir hadis-i şerifte ise: “Size iki şey bıraktım. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece sapıklığa düşmezsiniz. Allah’ın Kitabı Kur’an ve Resûlü’nün sünneti” (Muvatta’, Kader 3) buyurarak ihtilaf, fitne ve sapıklıktan kurtulmada sünneti Kur’an ile beraber zikretmiştir. Böylece hidayeti bulmada sünnetin Kur’an’dan ayrılmayacağını, birini alıp diğerini terk etmenin doğru ve geçerli bir üslup olmadığını beyan buyurmuştur. Çünkü Kur’an olmadan sünnetin bir mana ifade edemediği gibi sünnet olmadan da Kur’an’ın anlaşılamayacağı açıktır. Bu nedenle birini terk etmek diğerini de terk etmek manasına gelir.
“Kim Resûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ: 80)
“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden Allah’a isyan etmiştir. (Buhari, Müslim)
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah’a ve Resûlüne götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisâ: 59)
Ortak hareket noktası olan sünnete muhalefet sebebiyle başgösteren ciddi boyuttaki ihtilâflar, ümmeti fitnelere, büyük günahlara sevk eder. Hatta insan, farkında olmaksızın kendini dinin hudutları dışında bulabilir. Nitekim, Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre sonra Hz. Osman ve Hz. Ali zamanında ortaya çıkan ihtilaflar, daha sonra fitneye dönüştü. Halifelerden sonraki dönemde ihtilâflar ve fitne artarak devam etti. Bu fitneler ve zararlı ihtilâflar, İslâm ümmetinin güçlenip kuvvetlenmesini önlemiş, bölünüp parçalanmalarına sebep olmuştur.
İslâm ümmeti içindeki ihtilâfların, bölünme ve parçalanmanın, grupçuluk ve hizipçiliğin, itaatsizlik ve baş tanımazlığın Müslüman toplumları ne hale getirdiğini, günümüzde de gözlerimizle görüyor ve bunun ızdırabını hep birlikte çekiyoruz. Ümmet olma vasfına sahip bulunmadığımız gibi, ayrı milletlere ve pek çok ülkelere bölünmüş, birlik, beraberlik ve kardeşliğimizi de yitirmiş bulunuyoruz.
İslâm toplumlarının bu fitnelerden kurtulabilmesi, zararlı ihtilâflara düşmemesi için müşterek bir düşünce ve hareket tarzına sahip olmaları gerekir. (Riyadu-s Salihin terceme ve şerhi)
İşte günümüzde ümmet arasında zirve yapmış bu ciddi ihtilaf ve fitnelerin karanlıklarından kurtulmanın yegâne çaresi sünnet-i seniyeye sımsıkı sarılmaktır. Sünnetin nuruna tabi olmaktır. Doğruya ulaşmak ve kurtuluşa ermek, ancak bu şekilde mümkün olur.
“(Resûlullah,) nefsinin arzû ve istekleri doğrultusunda konuşmaz. Onun söyledikleri kendisine vahyedilenlerden başka bir şey değildir.” (Necm: 3-4)
“Allah Resûlü’nün emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belânın çarpmasından yahut acı bir azabın uğramasından sakınsınlar.” (Nûr: 63)
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki herhangi biriniz hevası benim getirdiğim dine tabi olmadıkça iman etmiş olamaz. (Beğavi, İbn-u Batta)
Netice itibariyle, Kur’an – Sünnet çizgisi ve hudutları dışına çıkmak, Peygamber’in yolundan ve izinden ayrılmak insanı ya isyankâr olarak veya iman dairesinin dışına çıkmak suretiyle kâfir olarak Allah’ın huzuruna götürür. Her iki halde de sonuç pişmanlıktan ibaret olur.
Allah’ın dinini değiştiren ve ona itikâdî, amelî bid’atlar sokanlar, cehennem azabıyla cezalandırılacaklardır. Bunlardan küfre düşenler ebediyyen cehennemde kalacak, günahkâr âsîler ise, suçları miktarınca ceza görüp sonra cehennemden çıkarılacaklardır.
Sünnetiyle amel edip ona sımsıkı sarılmadıkça, bir kimsenin sadece Peygamber’in ümmetinden olduğunu söylemesi veya ümmetin içinde yaşaması onun kurtuluşunu sağlamaz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı bir fiilin, işlediği bir işin sebebi ve hikmetini anlayamamış olsak bile, ona uymak, dinin temel kâidelerinden biridir. Bu konudaki sünnetin kavlî, fiilî veya takrîrî olması arasında bir fark yoktur.
“Evet Sünnet-i Seniyeye ittiba, mutlaka gayet kıymetdardır. Hususan bid’aların istilâsı zamanında sünnet-i seniyeye ittiba etmek daha ziyade kıymetdardır. Hususan fesad-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyenin küçük bir âdâbına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor.”
“Sünnet-i Seniyeye ittibaı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.”
“Sünnet-i Seniyeyi esas tutan, Habibullah’ın gölgesi altında makam-ı mahbubiyete mazhardır.”
“Bu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmarenin gururundan gayet müdhiş ve manevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh süreyyadan seraya, kâh seradan süreyyaya kadar bir düşüş ve yükseliş içerisinde çalkanıyorlardı.
İşte o zaman müşahede ettim ki: Sünnet-i Seniyenin mes’eleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenameli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyahat-ı ruhiyede çok tazyikat altında gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyenin o vaziyete temas eden mes’elelerine ittiba ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hıffet buluyordum. Bir teslimiyetle tereddüdlerden ve vesveselerden, yani “Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum: Tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı… Ne vakit Sünnete yapışsam; yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir halet hissediyordum”. (Lem’alar: 49-51)
Rabbim sünnet-i seniye’nin nuruyla nurlanıp dalalet ve fitnelerin karanlıklarından halas olanlardan eylesin!.. Âmîn!..
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.