M. Zülküf YEL

M. Zülküf YEL

Savaşanlar ve el çırpanlar

Suriye'de savaş ve kaosun zirveye çıktığı bir dönemde, inisiyatif bölge ülkelerinin elinden çıkıp küresel güçlerin eline geçmiştir. Suriye'nin geleceği; Müslüman halklara, hareketlere ve ülkelere sorulmadan, Amerika ve Rusya arasında yapılacak pazarlıklara göre belirlenecektir. Yani Müslüman bir ülkenin geleceği, şu an uluslararası şer güçlerin planları doğrultusundaki bir mecrada şekillendirilmek istenmektedir.

Savaşı bu günlere getirenler ise, sahadaki ve masadaki kontrolü tamamen kaybetmek üzere. Yani bunca ödenen bedeller, yitirilen maddi ve manevi kayıplar, ABD ve Rusya'nın siyasi işret sofrasının mezesi olmak üzere...

Suriye'deki dengesizlik ve belirsizlik, bilinçli olarak oluşturulmaktadır. Kimsenin, bir diğerine üstünlük sağlayamadığı, herkesin rakiplerini alt etmek için emperyalistlerin himmetine muhtaç olduğu bir tablo bilinçli olarak oluşturulmaktadır.

Böylesi bir siyasi ve askeri tablo, her türlü tehlike ve tehdide açıktır. Bu tablodaki en önemli tehlike ise, İslam ümmetinin önemli aktörlerinin Suriye sahasında karşı karşıya gelmesi ve daha da önemlisi çatışmalarıdır. Suriye krizinin, 3. Dünya savaşına yola açabileceği söyleniyor. Belki 3. dünya savaşına değil; ama ümmet savaşına yol açma potansiyeline sahip olduğu gerçeği aşikârdır. Çünkü Suriye'de, İslam ümmeti kutuplaşmaktadır. Herkes, neredeyse bir tarafta yer almaktadır. Daha önce Suriye meselesinde yerel ve bölgesel aktörler, ya Amerika'nın veya Rusya'nın yanında yer almaya kendilerini mecbur hissediyorlardı. Bu gün gelinen nokta itibariyle, temel konularda Amerika ve Rusya neredeyse aynı noktaya gelmiş bulunmaktadır. Küresel şer güçleri aynı noktaya gelmişken, İslam ümmeti ise hala aynı noktada bulunmaktadır. Süreci baştan beri kontrol altına almaya çalışan İran ve Türkiye, süreç üzerinde kontrolü kaybetmek üzereler.

Amerika ve Rusya'nın ittifakı, ateşkes bahanesiyle, sahadaki İslami direnişçileri ve şer ittifakının planları için potansiyel tehdit oluşturan yapıları tasfiye etmek istemektedir.

Bu garip ateşkes sürecinde, tasfiye edilmek istenenler, süreç dışında tutulmaktadır. Emperyalistler, kendi yandaşlarını ise bu vesile ile sahada güvenlik şemsiyesi altına almak istemektedirler. Birinci derecede tehdit unsuru niteliğine sahip hareketler tasfiye edildikten sonra, diğerleri de hizaya sokulacak ve Suriye'nin geleceğine dair belirlenen karara razı olacaklardır. Elbette bu karar, israil'in güvenliğini öncelediğini defalarca açıkça deklere eden Amerika'nın istediği tarzda olacaktır. Yani isral'in güvenliğini tehdit etmeyecek, dahası yalnızlığını kıracak bir adımın atılacağı kuşkusuzdur. O aşamada, itiraz edebilecek kimse de olmayacaktır. Suriye'nin parçalara ayrılması ve bu parçalarda emperyalistlerin birer ileri karakolu görevini görecek olan devletçiklerin kurulması da ihtimaller arasındadır. ABD Dışişleri Bakanı Kerry, BM'nin Suriye için siyasi geçişi öngören sürecinin de başarısızlıkla sonuçlanması halinde, Suriye'nin parçalara bölünmesini de içeren daha agresif bir tutum takınabileceklerini söyledi. Aslında Kerry'nin bu açıklaması, her şeyi ifade ediyor.

Oysa Türkiye ve İran, kendi aralarında anlaşıp siyasi çözüm masasında tarafları bir araya getirebilseydi ve süreç  şer güçlerin kontrolüne geçmeseydi, daha iyi olmaz mıydı?

Amerika'nın onayıyla veya göz yumması ile Rusya Türkiye'ye yakın üslere ve karakollara yerleşmekte, Esed güçleri ve PYD ile ortaklaşa askeri faaliyetlerde bulunmaktadır.

Bu durumu fırsata çevirme isteyen PYD, Türkiye'yi Rusya ile karşı karşıya getirerek bir savaşa sürüklemek istemektedir. Diğer taraftan PYD, Esed yönetiminin bir parçası haline gelmiştir. Yarın PYD'ye verilecek olan karşılıklar, Suriye'ye saldırı olarak BM'ye getirilebilir. Bütün bu tehlikeler, Türkiye'nin önünde durmaktadır. Bu tehlikeler, her geçen gün daha da artmaktadır. Süreci kontrol altında tutmak için büyük bedeller ödeyen İran da kontrolü kaybetmektedir.

Bedelini farklı kesimden Müslümanların ödediği bir savaşta, masanın aktörleri ise, emperyalistlerdir. Bize ait bir meseleyi kendi aramızda halledemediğimizden dolayı, bu meselenin ABD, Rusya ve diğer şer güçlerin oyuncağı haline gelmesi, ümmetin utancı olarak bize yeter ve artar.

Ama görünen o ki, bu utanç, İslam ülkelerine az gelmiş olacak ki, yeni ittifaklardan bahsediliyor. İran, Yemen'de Rusya ile ittifak yapacağını söylüyor ve İranlı bir yetkili, tarihin hiçbir devrinde İran-Rusya ilişkilerinin bu denli ileri bir seviyeye ulaşmadığını söylüyor. Eğer bu sorunun tarafı olanlar, bir parça fedakârlıkla, siyasal çözümü çıkar yol olarak görmüş olsalardı, bu kadar bedel ödenmeyeceği gibi, her taraf kendisince bazı mevziler kazanacaktı. Şimdi bulunduğumuz bu günden 2011'e bakalım. O zaman bazı fedakârlıklarla razı olacağımız çözüm mü daha iyi idi, yoksa bu gün kontrolün emperyalistlerin eline geçtiği bir süreçte, başkalarını vereceği kararlara razı olmak mı daha karlıdır? Tamamen harap olmuş ve belki de 50 yılda ayağa kalkamayacak olan bir ülke ve yitirilen 450 binden fazla insan...

Dahası, kutuplaşan ve birlikte yaşama iradesinin ortadan kalktığı siyasal ve sosyal bir tablo içerisinde kendisini bulan bir ümmet...

Bu aşamadan sonra kim, hangi zaferden bahsedebilir?

Ve her türlü riske gebe karanlık bir süreç önümüzde durmaktadır. Bu karanlık sürecin, ümmeti yutan bir kara deliğe dönüşmemesini temenni ediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.