Şehid Hani’li Salih Bey
Şu ahvâl bizi Mevla’ya götürecek gibi. O’na yakınlaştıracak gibi. O’na olan hasretimizi, O’na olan özlemimizi dindirecek gibi.
BİR ŞİİR SOHBETİ
Gerçi enzar-ı ehibbadan dahi dûr olmuşuz,
Rahmeti mevlaya yaklaşmakla mesrur olmuşuz.
Hak yolunda müflis u hane-harab olduksa da,
Bu harabiyetle biz manada ma’mur olmuşuz.
Ehli hakkız, korkmayız idamdan berdardan,
Çünkü te’yidi ilahi ile mensur olmuşuz.
Hakimi Mübtil yedinden madrubin olduksa da,
Emri Hakla şarrı gara hakkını ifaya memur olmuşuz.
Kul bize zulmen mucazat etse de perva etmeyiz,
Şüphemiz yoktur ki, indillahta me’cur olmuşuz.
Salih’im, ehl-i salahım. Dine can kıldım feda,
Lütfü hakla taşnegan-ı ab-ı Kevser olmuşuz.
1) Gerçi enzar-ı ehibbadan dahi dûr olmuşuz, Rahmeti mevlaya yaklaşmakla mesrur olmuşuz. Şair dedi ki: Her ne kadar dostların, sevgililerin, akraba u iyalin, çoluk çocukların.. bakışlarından uzak olmuşsak ta, onların sıcak ilgilerine bigane, muhabbetlerine hasret kalmışsak da, her ne kadar bu uzaklık bize dokunuyor, bizi yaralıyor, bizi içinden çıkılması zor durumlar girdabına koyuyorsa da ve her ne kadar içinde bulunduğumuz şu karanlık zindanın, şu karanlık gecesinin sabahı yaklaşıyor ve acımtırak bir firak kendini gösteriyorsa da ğam değil çünkü biz, bedeli ne kadar ağır olursa olsun mevla’nın rızasını, O’nun hoşnutluğunu ve ruz-i mahşerde Habibi’nin şefaatını ve komşuluğunu arzuladık. O’nun için dostların bakışlarıyla aramıza şu karanlık zindanlar, şu berdarlar girmişse de…
Devam ederek dedi ki: Şu ahvâl bizi Mevla’ya götürecek gibi. O’na yakınlaştıracak gibi. O’na olan hasretimizi, O’na olan özlemimizi dindirecek gibi.On yıllarca dostundan ayrı kalmış bir aşık’ın bu dostuyla artık görüşme zamanının geldiği, göründüğü gibi. Aşkının yakıp kavurduğu, kül edip savurduğu maşukun cemaline wuslatın artık göründüğü gibi. Çılgın bir dengizin içinde çılgınca dalgalar arasında bocalayan kişinin halinde olduğu gibi bizim şu dar-ı dünyada, şu bizi elemden eleme, kederden kedere sokup sıkan, perişan eden fani hayattan çok daha mes’ud bir hayata, ölümün hiç olmayacağı bir makama götürecek gibi.. İşte bu hal, işte bu düşünce Mevla’nın namütenahi rahmetinin bir tecellisidir. Budur bizi mesrur eden, sevince gark eden… Bu sevincin tarifini, şu makamda hissedilen duyguları tarif etmek zor hatta mümkün değil. Burada, bu makamda, bu iklimde olmak gerektir bunu idrak etmek için.
2) Hak yolunda müflis u hane-harab olduksa da, Bu harabiyetle biz manada ma’mur olmuşuz. Şair dedi ki: Doğru. Bu mübarek yolda acılar çektik. Perişan olmuş bir halkı cemaat haline getirmeye çalıştık. Bu mazlum Müslüman halkla el ele verip zulme başkaldırmak, Allah için bunu kabul etmemek için kıyam ettik. Kavga, zahiren aleyhimize döndü. İflas ettik. Evlerimiz-barklarımız, köylerimizkasabalarımız, şehirlerimiz ve daha bir bütün olarak memleketimiz harap oldu. Çoluk-çocuklar, akraba u iyal hepsi top ve tüfenklerden geçirildiler. Taze gelinlerin kucağındaki bebeler süngülerin ucuna takılarak uzaklara fırlatıldılar. Kadınlarımızın iffetlerine kirli eller uzandı. Taş, taş üstünde kalmadı. İşte, yakalanıp düşmana esir düştük. Böyle. Dünya gözüyle per u perişan olduk. Düşmana göre ve zahiri bakan gözlerce yenildik. Ha! İşte binanın önündeki meydanda darağaçlarını kurmuşlar. Berduş, cahil cühelayı toplamışlar ki nasıl asılacağımızı temaşa etsinler. Şafağın atmasını istemiyorlar, karanlıklar içinde, kabahatlerini gizleyerek bu cürümü icra etmek istiyorlar.Yani manzara bu. Doğru. Dünya ehline göre biz iflas eden tüccar gibi olduk. Yani biz böyle müflis olduksa da aslında mesele görünen gibi değil. Zaten dünya hayatı fanidir. O’na tutunan, peşine verip ardından koşan müflistir..Onun için hane-harap ve müflis olduksa da aslında mesele hiçte böyle değildir…
Devam ederek dedi ki: Şu kısacık ömrümüzde gördük. Dünya ehlinin gözü aç. Şu dünya metaı için birbirlerini kırıp geçirirler. Yazık, şu zavallı dünya ehli, şu saltanata göz dikenler bunun için vahşi katliamlar yaparlar. İktidarı ele geçirmeye göz dikenler masumların kanlarını akıtma pahasına, katliamlar, soykırımlar pahasına bunu yapmakta bir beis görmezler. Tahtlarına oturmak için tüm bunları mubah ederler. Dünya’ya ait bu kendilerinin olamayacak iktidarlarına kavuştuklarında bunu artık kendilerinin zannederler. Zannediyorlar ki devran hep onlardan yana olacak. Zannediyorlar ki bu saltanat ebeden onların olacak… Ama öyle olmuyor. Bir müddet sonra o ihtişamlı saltanatı terk etmek zorunda kalıyorlar. Değer mi yani? Ölüm onları korkunç bir halde yakalıyor. Ahirete dair hazırlıkları olmadığı halde, cezaya müstehak oldukları bir halde ölüm onları yakalıyor. Ve onlar yaradan’ın huzuruna elleri boş gidiyorlar. Bu kimseler için Mevlamız cehennemin çılgın alevlerini hazırlamıştır. Zebaniler onları sabırsızlıkla bekliyorlar. Onların harabiyetleri kaçınılmazdır.
Fakat Mevla için kıyama kalkan şu bahadırların hali hiç de böyle değildir. Çünkü bunlar bilerek, hesap ederek bunu dava etmişlerdir. Kıyama kalktıkları zaman bunun ağır bedeline de kendilerini hazırlamışlardır. Yani onlar çok kârlı bir alış-veriş yapmışlardır. Her hal u karda onlar kazançlı çıkmışlardır. Metâı aldatıcı şu dar-ı dünya yerine, ahiretin ‘selam’ yurdunu, oradaki daimi nimetleri ve firdevsleri tercih etmişlerdir. Yani biz şu elleri ve bedenleri esaret bağı ile bağlanmış olanlar, ayaklarına pranga ile, kurulmuş darağaçlarına götürülmekte olanlar diğer taife gibi değiliz. Mevlâ’mız bizim için beşerin tarifte aciz kaldığı nimet makamlarını hazırlamıştır. Rabbimizin hidayeti ve inayeti ile bizler zillete, O’nun kerih göreceği amellere, basit hayat tarzlarına iltifat etmedik. Hasılı.. Rabbimizin yardımı bu dünya hayatında bizimle olduğu gibi Ahiret yurdunun güzel nimetleri de bizim içindir. Selam yurdu bizim içindir. "Sakın onlara ölüler demeyiniz." Buyruğu bizim içindir. "En güzel rızklarla rızıklanmaktadırlar." Haberi bizim içindir.Ve daha sayamayacağımız nice ma’muriyet halleri…İşte bu nedenlerden dolayı şu dar-ı dünyadaki harabiyet vaziyeti, dar-ı uhra’da necatımızın, halaslığımızın vesikasının ta kendisidir. Bi iznillah.
3) Ehli hakkız, korkmayız idamdan berdardan, Çünkü te’yidi ilahi ile mensur olmuşuz.
Şair dedi ki: Kaldı ki biz batıl değil, hak ve hakikat ehliyiz. Bu bile, bu konumumuz bile tek başına bir galibiyettir. Manasıyla, sıfatlarıyla biz ehl-i hakkız. O’nun için bu bile kendi başına bir üstünlük, bir zaferdir. Bakınız tarihe. Göreceksiniz hep böyle olmuştur. Hak-Batıl mücadelesinde asıl manasıyla batılın üstünlüğünden bahsetmek mümkün değildir. Hiç kimse batıl bir dava uğruna mazlum kardeşinin katline giren Kabil’den iyi bahsetmiyor. Kimse onun kazandığını iddia etmiyor. Ama Habil için böyle mi? O her zaman gönüllerin muhabbet deryasında köşk ve kasırlarda olmuştur. Öyle ki o beşeriyet nezdinde hakkın görünen, tutulan, dokunan.. nurani bir çehresi olmuştur. Ama Kabil’in içine girdiği acınacak hâl hiç bir zaman taltif edilmemiştir. Batıl ve onun batıl ehli manası ve sıfatıyla batıl, yani boştur, hiçtir, yoktur.. Berrak suların üzerindeki köpük gibi. Var/yoktur. Var zannedersin, ellerini attığın zaman bakıyorsun ki yoktur. Göze kaba görünebilir, şa’şaalı görünebilir.. Bunun gibi göze kuvvetli de görünebilir. Ama asıl ve berrak suyun üzerindeki köpüğün manası ne olabilir ki?
Batıl ehli; zevk u sefa ehli, nefs-u şehvet ehlidir. Bunlar, bu karakterde olanlar ise, insanların en korkaklarıdır. Bunu muhakkak alimler delilleriyle tespit etmişlerdir. Kitab-ı azim-uş’şan onların bu vasıflarını saymıştır. Nebi (as)-i Zişan onların bu özelliklerini bir bir ümmetine göstermiştir. Böyle… Garip ama, şu hak-batıl kavgasında batıl ehli daima sayısal çoğunluğu oluşturmuştur. Fakat bu sayısal çoğunluk onların haklılıklarına kanıt olmamıştır. Bu hâl kendi başına hiçbir zaman onların zahiri galibiyetlerinin nedeni, sebebi olmamıştır. Tarihte "Nice az olan topluluklar sayıca çok olan topluluklara galip gelmiştir." Durum böyle iken, ve durum "Gevşemeyiniz, üzülmeyiniz, eğer inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz" fermanındaki gibi iken, ehl-i hak olan bizler nerde! Şu zavallı mahluklardan korkmak nerde! Bir başımıza kalsak bile inancımızı muhafaza ettiğimiz sürece kesinlikle ğalip olan biziz. Onlar çok olsalar dahi mağlubdurlar. Her şeyde olduğu gibi yüce İslam’ın galibiyet-mağlubiyete dair getirdiği tarifte özgündür. Ehl-î hak’ı batıl ehline oranla daima morâllı kılan ümitvar eden de bu olsa gerek. Ne olursa olsun, korkmayız. Ölümlerden, esaret ve sürgünlerden, darağaçlarından, çoluk-çocuklardan ayrı kalmaktan, dünyanın sair nimetlerinden mahrum kalmaktan…korkmayız. Çünkî biz inanıyoruz ki bunların tümü ve her biri birer imtihan vesilesidir. Kimse bunlarla bu fani dünyada ebedî kalmamıştır. Yakinen inanıyoruz ki bunların tümü sınama gerekçeleridir. Eğer imtihanı iman-İslam üzeri kazanırsak bunlardan daha çok nimetlerin bizleri beklediğini yakinen inanıyoruz. Hal bu iken biz neden ve kimden korkacağız. Biz korkmayız idamdan, zindandan, sürgünden…
Devam ederek dedi ki : Yani niye korkalım ki! Niye zalimleri sevindirecek davranışlar içerisine girelim ki! Yani biz izzetli mevkide iken zillete niye razı olalım ki! Böyle yapmayız. Böyle yapmak bize yakışmaz. Hâmdolsun ki öyle yapmadık. Yine hamd O’na ki bizi sınırsız kuvvetiyle desteklemiş, O’nun kuvvetiyle yardım olunmuşuz. Çünkî biz, bize düşen şer’i vazifemizi yerine getirdik. Oturup neme lazım demedik. Zulme, tuğyana ve üzerimize deli seller gibi gelen şirkin ahkamını kabul etmedik. Sineye çekmedik. Mazlum halkımızla bir olup ayağa kalktık. Allah için kıyam ettik. Biz dünyaya onda yaşayan dost-düşmana, herkese müslüman olarak var olduğumuzu gösterdik. Biz varız dedik. Şu yol geçmez mahrum beldelerde, şu sarp ve yalçın kayalıklar yurdunda, aha şu aç-perişan bırakılmış imanlı halkımızla beraber insanlara ve de zalimlere, sizin getirmeye çalıştığınız garbın ahkamı bize lazım değil, biz onu almayız. Bu ölümümüz ve kırılmamız pahasına da olsa. İşte, bunu yapmaya çalıştık. Hamdolsun… Mevla bize va’dini gösterdi. O’nun nurlu şeriatı hakim olsun diye seferber olurken O’da va’di gereği yardımını gönderdi. Mesajımızın dost-düşmana ulaşmasını sağladı. O, içinde bulunduğumuz şu şehidlik nimetiyle bize en güzel yardımını gönderdiği gibi, mazlumca akıtılan kanımızla da çocuklarımıza, torunlarımıza davamızın mesajını ulaştırdı. Bu, O’nun bize dünyadaki en güzel yardımıdır. Hiç olmazsa, başımız dik yürüyoruz. Hiç olmazsa, çocuklarımız bizden dolayı utanmayacaklar. Hiç, hiç olmazsa, torunlarımız bizimle iftihar edecekler. Ve daha önemlisi, hiç olmazsa, biz onlara kötü bir örnek olmadık. Ve sayamayacağım sayıdaki daha nice nimetlerle mensur olmuşuz.
4) Hakimi Mübtil yedinden madrubin olduksa da, Emri Hakla şarrı gara hakkını ifaya memur olmuşuz. Şair dedi ki: Hakim-i mübtil; yani hükmü geçersiz şu hakimin elinde vurulmuş olsak ta, yani şu adaletten nasibi hiç olmamış, bi-insaf u bi-vicdan, paranın, makamın esiri, köle ruhlu ama zalimin tâ kendisi ha şu kendini hakim kabul etmiş serseri zorbanın elinden darağacına gitmemize bir karar çıkmışsa da, idamımıza ferman çıkmışsa da, bunun şu miskal-ı zerre kadar kiymet-i harbiyesi yok yanımızda. Hem zalim, hem gasıb şu "ben hakim’im" diyen zavallı mahlukun verdiği karar indillah’ta o’na azap gömleği olur bi-iznillah. Allah katında makbul ve adil olmadığı gibi ehl-i vicdan ve insaf’ın yanında da batıldır. Onun ‘karar’ dediği karar. Selim insanlık tarihi ise O’nun hakkımızda verdiği bu idam fermanını ateşten bir mintana çevirip yanıyor haldeyken ona giydirecek, boynuna geçirecek ve nesl-i ati onu adalet ile yargılayacaktır. Dolayısıyla böyle bir cahilin elinden madrubin olduksa da, bu zalimliği gereği onun vazifesi olup o, bunu yapar. Yapmaktan geri durmaz.
Devam ederek dedi ki: Biz de kendi vazifemizi yaparız. Biz de kendi vazifemizi yaptık, yapıyoruz. Hakkın emri ile parlak ve nurlu şeriatın ahkamını hakkıyla yerine getirmek, yerine getirilmesi içün vazifemizi yaptık. Asla bundan pişman değiliz. O zalimin görevi o ise bizim memuriyetimiz de hakkın hizmetinde bulunmak, hakkın, hak dawanın memur dawetçileri, mücahidleri olmaktır. El-ân biz bunu yaptık. Kalben rahat, vicdanen müsterihiz. Amacımız İslam şeriatının canlanması, halkımız arasında nevş-u nema bulması, çocuklarımızın buna göre ahlaklanmasıdır… Yoksa birilerini ezmek, birilerine üstün gelmek, birilerini mağdur etmek bizim vazifemiz değildir. Pâk şeriatımız buna cevaz vermez. Sadece bu amaçla, geçmişteki İslam davetçileri gibi İslam-ın ahkamına sarıldık. Dinimiz bunu vacib kılmıştır. Ayrıca bu kıyama kalkarken amacımız bir mevki, bir makam, bir pâye almak değildir. Bu hiç olmadı. Karşılığında dünyevi başka bir lütuf’ta istemedik. Biz ecrimizi rabbimizden bekleriz. İşte biz bu vazife ile memurduk. Dünyevi uhrevi mükafatını vermek bizi bununla mevzuf kılan mewlaya aittir. İnancımız o ki rabbimiz bizi böyle bırakmaz. Dünyada da ahiritte de her birimize amellerimizin karşılığını tastamam verir. O, haşa kimseye zerre kadar haksızlık etmez. Kaldı ki O, pek merhametli olandır. Rahmetini müminlere has kılmıştır. Hamd olsun biz buna ümidliyiz. Güzel akibet muttakilerindir…
5) Kul bize zulmen mucazat etse de perva etmeyiz, Şüphemiz yoktur ki, indillahta me’cur olmuşuz. Şair dedi ki : Şu zavallı, şu sarhoş, ne yaptığını bilmeyen kulların bizi cezalandırmaya kalkışmalarından asla ve kat’a perva etmeyiz, korkmayız, çekinmeyiz. Davamız hakkında vehm-vesveselere düşmeyiz. Propağandalarının tesirinde kalmaz, böylece yılgınlık, gevşeklik denilen hastalığa müptela olmayız. Onların şu cezalandırmaları sadece fani dünyanın yalancı yüzüne bakar. Asıl ceza değildir. Sadece dünyaya ait, bunun ömrüyle sınırlı bir şeydir. Oysa hayat sadece bu dünya hayatından ibaret değildir ki! Öleceğiz. Top yekun. Hiçbir canlı yoktur ki ölümün acımtırak şerbetini içmesin.. Öleceğiz ve bundan başka bir hayata, yepyeni bir hayata yeniden merhaba diyeceğiz. Hepimiz misafiriz buralarda. Yol üzerinde bulunan seferilerin birbirlerine düşmelerine hayf olsun. Biz insanlara yazık.
Zulmen bize verilen bu cezanın hiçbir ehemmiyeti yoktur. Zira kul’un ameli de kendi gibi fanidir. Asıl ceza; bu mahkemede değil, mahkeme-i kübra’da, bütün amellerin ortaya döküldüğü, uzuvların birer birer dile gelip konuştuğu gündeki cezadır. Orada mevlâ’nın merhamet ettiği hariç, müjdelediği salih kulları hariç gerisi züntiqam olan rabbin şedid-ül iqab kamçısıyla cezalandırılacaklardır. İşte asıl ceza odur. Şu önümüzde dikilmiş darağaçları bizi firdevslere götürecek birer Burak, birer Refref benzerindedir. O nedenle kulun bize zulmen ceza vermesinin ne qıymeti kalır? Bu inanç ve imanla yoğrulmuş İslam mücahidleri zavallı mahlukların zülüm ile verdikleri cezalardan korkmaları,perva etmeleri akıl kârı mı?
Devam ederek dedi ki: O hâlde bu dünya hayatını ebedi kılıp bize ceza verenlerin vay haline! Allah’ın nereden gönderecegi beli olmayan azabından eminmiş gibi davrananların vay haline! Veyl onlara ki, onlar Allah dostlarına Allah’tan kokmayarak ceza veriyorlar! Veyl onlara ki, onlar bunu kendileri için iyilik zannediyorlar! Veyl onlara ki buna karşılık onları cehennemin korkunç vadileri bekliyorlar! Ya bizleri. Ya bu mübarek yolun mazlum davetçilerini! Ya bu mazlumiyetleri ile beraber, aç-sefil olmaları ile beraber şeriat-ı gara için gayrete gelip kıyam sancağını yükselten bu masum halkı ve bu halkın alim mücahid önderlerini!? Bizleri de mevlâ’nın güzel mükafatları, pek muhteşem ecirleri, çok lezzetli nimetleri, cennet-i âlâ, peygamber
(Aleyhissalat u vesselam)’ın komşuluğu, şehidlerle beraber olma, arşı âlâ’nın gölgesi… bunlar ve ancak rabbimin bildiği muhteşem bir hayat bekliyor. Dünyanız başınızı yesin ey zalimler!
6) Salih’im, ehl-i salahım. Dine can kıldım feda, Lütfü hakla taşnegan-ı ab-ı Kevser olmuşuz.
Şair dedi ki : Heeyy! Ben Salih’im Salih!! Salâh ehliyim. Islah ehliyim. Düzeltip yola koyma ehliyim. Sulh ve sılm ehliyim. Şeriat-ı Muhammedi’yenin yılmaz davetçisi, fedakar neferiyim. Güzel ahlaka davet eden, kötü ahlaktan men eden davamın bir mücahidiyim. Heyy! Ben buyum işte! Buyum. Dine canımı feda ettim. Ona kurban oldum. Ona her şeyim feda, her şeyim kurban olsun. Ben buyum işte! Ya siz kimlersiniz ey zavallı güruh! Siz kimlersiniz ey biçareler?! Sizler, evet sözleri fesad ve yıkma, darmadağın etme, katliamlar yapma, masum insanların kanlarını haksız yere dökme ehlinin birer maşası, birer robotusunuz.. Nesl-i ati hayfımızı sizden alacak. Sizin yüzünüze tükürecekler bi-iznillah! Devamla dedi ki: Hak teâlanın büyük lütuf ve keremiyle zaten bizler Onun cemalinin aşık’ı elçilerinin aşık’ı davasının aşıklarıyız. Kevser suyunu ne de çok özler olmuşuz. Onun susayanları olmuşuz. Ondan iştiyakla içme yarışında olanları olmuşuz.
Kevser suyu ve onun ehli bizleri bekler durur…
İşte yağlı urganı boynuma geçirmek üzereler. Durup bir an gözlerimi ileriye, istikbale diktim. Çok güzel kokular geliyor bana. Reyhanların kokusu, lalelerin kokusu, Selahaddin ve Hüseyin’lerin kokusu geliyor bana.. Selam size…
(Muhammed ŞAKİR İnzar Dergisi)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.