Şehit Metin Yüksel kimdir?
Şehit Metin Yüksel, 17 Temmuz 1958'de Bitlis'in Ahlat kazasına bağlı, Qulingo denen yüksek tepelerdeki bir yaylada dünyaya geldi. Ablası Süreyya'dan 4, ağabeyi Edip'ten ise 2 yaş küçüktü.
Quling, Kürtçe'de "Turna Kuşu" demektir. Turna Kuşu, yaz aylarında her gün gün batımına yakın saatlerde gelip Kürtçe'de "Zinar" denilen yayladaki kayalıklar üzerinde ötmesi sebebiyle o yaylaya (Metin Yüksel'in doğduğu yer) Qulingo ismi verilmişti.
Norşinli Şeyh Abdurrahman Et-Tâhî'nin (vefat yılı 1888) torunu Şeyh Masum (vefat yılı 1971) ailesine ve çevresine ait bu yaylada son derece sade ve tabii bir hayat hüküm sürmekteydi. Yazın susuzluğun hüküm sürdüğü Norşin'de büyük sürülerin otlatılması için sazlıklarla dolu ve sulak olan Qulingo Yaylası'na gidilirdi.
Molla Sadrettin Yüksel ve kızı Süreyya
Ancak bu sadeliğin yanında kesintisiz bir İslam medeniyetinin iki temel müessesesi bu yaylada da hayatın merkezini teşkil ederdi. Rahmetli Molla Sadrettin Yüksel'in (Şehit Metin Yüksel'in babası) baş müderris olduğu Nakşibendi-Hâlidî Dergâhı ve Arapça-İslami ilimlerin tedris edildiği Norşin'de hem tekke hem de medrese bulunurdu. Medresede Ramazan ayı ve bayramlar dışında tatil olmadığından ilmi tedrisatı ve Nakşibendi tarikatı faaliyetleri yaylada da sürdürülürdü.
Şehit Metin Yüksel, kaderin cilvesi olarak doğum yerini adeta temsil edercesine, dünyaya geldiği yaylanın haşinliği, tabiliği tüm hayatına yansıyacak şekilde yiğit, sade, pazarlıksız bir insan oldu. İstanbul'a taşındıktan sonra ele avuca sığmayan enerjisi, insanları etrafına toplayıp sürükleyen karizmatik yapısıyla genç olmasına rağmen âkil liderliği, her şeyden önemlisi tabiliği ve samimiyeti ile ön plana çıkmıştı.
Elinden çok iş gelen bir özelliğinin yanı sıra aksiyon adamıydı. Yazı, resim, tasarımcılık, ciltçilik, marangozluk gibi birçok alanda ve tamirat-tadilat işlerinde becerisi yüksekti.
Fatih Zeyrek'te eski evlerinde rahmetli ablası Süreyya'nın yönlendirmesi ile gardırop, masa, yemek masası, sandalye gibi ev eşyalarını ağabeyi Edip ile birlikte baştan aşağı tamir etmişti.
Kardeşi Müfid Yüksel'in dilinden şehit Metin Yüksel
Çocukluğumuzda Fatih-Zeyrek'te ikâmet ettiğimiz evin yüklük olarak kullanılan odasını Metin ve Nedim ile birlikte minyatür bir mescide çevirmiştik. Fatih Camii bize yakın olduğu için oraya ve Çırçır'daki (Fatih devrinin ilk Zeynî Dergâhı) Şeyh Süleyman Mescidi'ne vakit namazlarına çok sık giderdik. Fatih Camii bizim çocukluğumuzun en büyük camii, Şeyh Süleyman mescidi ise Bizantik yapıdan çevrilmiş küçük kubbeli bir cami olarak bizim için küçük camiydi. Fatih Camii'nin dâimi cemaatinden ve merhum Silistireli Süleyman Hilmi Tunahan'ın ilk ve yaşayan en yaşlı talebesi olan Sivrihisarlı Hacı Ömer'in ilgi ve alakasının da üzerimizde etkisi olmuştu.
"Evde yaptığı minyatür mescitte mahalledeki çocuklara vaaz ederdi"
Bu minyatür mescidi oluştururken (kendi evlerinde yapılan mescid) tüm bunlardan Norşin'den gelen Nakşibendi-Hâlidî ve Medrese geleneği ile ailece bizzat Bediüzzaman hazretleri ile yakın temastan dolayı Risale-i Nur'dan, Fatih ve Şeyh Süleyman camilerinden esinlenmiştik. Metin, burada tek başına ahşaptan bir minber, vaaz kürsüsü ve müezzin mahfili yapmıştı. Mahalleden arkadaşlarımızı toplar, orada cemaatle namaz kılardık. Kendi aramızda vaaz verir, Süleyman Çelebi mevlidini okur, şekerciden aldığımız şekerleri külahlara koyarak, Fatih Camii'nde gördüğümüz şekilde dağıtırdık. Hatta bir ara Norşin'den İstanbul'a gelmiş olan Nakşibendi-Hâlidi Şeyhi merhum dayım Şeyh Muhammed Maşuk Efendi burada Hatm-i Hâcegân yapmıştı. Bazen de burada kendi aramızda Risâle-i Nur dersi de yapardık. Ayrıca evde kendimize dini kitaplardan oluşan bir çocuk kütüphanesi de oluşturmuştuk. Kütüphanenin dolabını bile Metin kendi elleriyle yapmıştı. Kendi aramızda bu dini-tarihi kitapları okur, hatta bazılarını aynen istinsah ederdik/yazardık. Nedim ve Metin yazarlığa özenerek kitap telif etmeye de çalışırdı. "Çeşitli Dini Bilgiler ve İslam Tarihi" diye çeşitli kitaplardaki bilgilerin bir araya gelmesinden oluşan bir kitapçık da yazmışlardı. Hatta Metin tek başına çocuk mecmuası bile hazırlamıştı. Metin ile Nedim'in yazdığı şiirlerin yer aldığı "Solan Yapraklar" adı verilen bir şiir defterleri bile vardı.
"1974-75'lerden itibaren MTTB'nin bazı faaliyetlerine de iştirak ediyordu"
Çocukluk devrelerindeki bu tarz dini faaliyetlerimizin bir devamı olarak Nedim'le birlikte mahalle ve mektepten topladığımız bazı arkadaşlarla "İslâm Cemiyeti" adını verdiğimiz, mührünü-kaşesini bile yaptırdığımız bir grup oluşturmuştuk. Çocuk yaşlarımızda toplantılar yapardık. Sonra, Metin bunu ele aldı kısa zamanda bir hayli genişletti. Mektep ve mahalledeki gençlerden teşkil edilen bu oluşum, Metin'in ileride kuracağı Fatih Akıncılarının temelini teşkil edecekti. Ayrıca, 1974-75'lerden itibaren MTTB'nin bazı faaliyetlerine de iştirak ediyordu."Çok kısıtlı imkânlarla Fatih Akıncıları'nı kurdu"
1976 yılı Kasım-Aralık ayında tek başına vakıflardan geçici olarak tahsis ettirdiği harabe haldeki Fatih-Haydar Caddesi'ndeki Vezir-i Sâni Haydar Paşa Medresesi'nin ayakta kalan dershanesi ve bahçesinde çok kısıtlı imkânlarla Fatih Akıncılar Derneği'ni kurmuştu. 6-7 ay gibi kısa bir zamanda bu dernek çığ gibi büyümüş, Türkiye'deki diğer Akıncılar Derneği şubeleri içinde, Metin'in karizması, şefkati, dirayeti, vizyonu, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi, toparlayıcılığı ve çalışkanlığı ile bir numaraya yükselmişti. Türkiye'nin birçok ilinde Milli Selamet Partisinin, Akıncıların miting ve toplantıları adeta Fatih Akıncıları tarafından organize edilip canlı tutuluyordu. Batman'dan, Konya'ya, Ankara'ya kadar böyleydi.
Ancak, dönemin siyasi kavgaları ve entrikaları, onun aramızda yaşamasına izin vermedi. Hedef seçilip ailemizden ve camiamızdan koparıldı, kalleşçe şehid edildi.
Şehadet günü (23 Şubat 1979)
Soğuk, hüzünlü ve karlı bir cuma günüydü, hiç unutmam. Rahmetli ağabeyim Metin Yüksel'in Ali Bilir ve arkadaşlarından oluşan ülkücü kâtillerce Fatih Camii avlusunda hunharca şehid edilişini. Bir takım olayların olacağı belliydi. Metin bir toplantı vesilesi ile İzmir'e gitmişti. Bir gece önce Fatih Mıhçılar Caddesi'nde ülkücü bir grup beni sopalarla dövmüştü. Cuma namazını başka bir camide eda etmiş olduğumdan uzaktan gelen silah seslerinin Metin'e sıkılan kurşunlar olduğunu bilemezdim. Zira Metin sabah İzmir'den döndüğünde eve uğramamış, döndüğünden haberimiz olmamıştı. İzmir'e gitmeden bir gün evvel onu son görüşüm olmuştu. Bu, rahmetli babamın da onu son görüşüydü.
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.