Yusuf AZAD
Sehpadan semaya yükselen adam
Gidiyormuşsun. Duydum. Doğrusunu söylemek gerekirse; biraz hayatın koşuşturmasından biraz da alışmışlığımızdan, kanıksamışlığımızdan olsa gerek pek yoğunlaşamamıştım gidişine.
Bilmem ta kaç bin kilometre uzaklıkta bir memlekettenmişsin. Dilini bilmediğim, hikâyelerini pek duymadığım(okumadığım) bir memleketten.
Oldukça meşgulüm bu ara... Çocuklarım, işim, arkadaşlarım… Koşuşturmalar, gezmeler, dinlenmeler…
Zaman su gibi akmakta... Zaman zaman beni sevindiren ve öfkelendiren “uzak” olaylar oluyorsa da hayatı rutine döndürmek çok zor olmuyor.
Bu güne kadar giden çok kişi duydum veya gördüm. Çok acı dolu hikâyelerini dinledim. Her birinden, gitmeden önce çok sitem duydum. Zalimleri anlatan, ölüme perva etmeyen, şehadet dileyen, son isteği çok duygu yüklü olan sehpada çok adam gördüm, çok adam duydum. Hepsi buraya, bu tarafa ait bir mesaj bıraktı. Hepsi nasihat etti, duygularımızı kabarttı, öfkemizi patlattı.
Söyledik, söylendik; dövdük, dövüldük artlarından. Sonra durulduk. Sonra bir yenisi oldu. Sonra biz bir daha sokaklara aktık. Biriken enerjimizle ısıttık asfaltları, kaldırımları. Sonra yine işimizin başına döndük bütün sakinliğimizle. Adamlar bizi gömmüş biz rolümüzü ezberlemiştik.
Bu defa başka bir şey oldu. Ezberlerimi bozan. Yine zalim, yine mazlum, yine sehpa ve yine sehpadan bana seslenen bir adam. Ama bu defa çok başka bir şey söylüyor adam.
Çok keyifli ve konforlu bir seyahatte radyodan duydum bu sehpadan bana haykıran adamı. Beni öyle korkuttu ki bu adam; iliklerime kadar hissettim korkuyu. Gammazlık yapacakmış gittiği yerde Rabbine. Şikâyet edecekmiş.
Her yaptığımı, her yapmadığımı; her söylediğimi, her sustuğumu; her gördüğümü her gözümü kapadığımı; her oturuşumu, her kalkmayışımı bir bir not almış. Hepsini anlatacakmış. Eyvah ki nasıl eyvah!
Evet, ilk defa biri gittiği yerde bize dair neler yapacağını anlatıyor. Hem de tehdit ederek. Kafaya koymuş bir kere tek tek anlatacakmış bizi Rabbimize. Her şey delilli ispatlı üstelik kendi şahit...
Söyle be ihtiyar, eline ne geçecek ki bizi şikâyet etmenden… Hani kardeştik! Hani et ile tırnak idik. Hiç mi cezalandırılmamıza üzülmeyeceksin. Ne güzel gidiyordu her şey. Hem Müslüman hem de “mutmain”dik. Ne de güzel gerekçelerimiz vardı payımıza düşen kıyama kalkmamaya. Ne de güzel gölgeliklerde bağdaş kurmuş Rabbini anlatıyorduk hurmalı üzümlü sofralarda. Ne vardı bu kadar derinden vuracak… Ne vardı huzurumuzu bu kadar kaçıracak.
Bir inat uğruna gittin de geride kalan bizlere bıraktığın mirasa bak. Hem sen değil miydin öğretmenine bile şikâyet edilmekten korktuğumuzu söyleyen. Hem kusurları örtmeli değil mi insan. Hoşgörüde derya olmamalı mı? Gel vazgeç bizi şikâyetten. Gel son bir kararla bizleri sevindir.
Bak söz olsun senin için koca gösteriler yapacağız. Günyüzü görmemiş sloganlar atacağız. Zalime en özlü sözlerle söveceğiz. Onları cehenneme mâhkum edeceğiz. En güzel şiirlerimizi senin için yazacağız. En edebi metinleri senin için düzeceğiz. En can alıcı slogan olan “zalimler için yaşasın cehennem” sloganını en akordiyonik sesimizle ve yeryüzünün en kalabalık korosuyla senin için terennüm edeceğiz.
Ama yeter ki bizden bu sloganın sahibi gibi yaşamamızı isteme. Yeter ki ipler adedince baş isteme. Ya da saçın kadar başı bedel isteme bir sarık için.
Hem zindanlarda çürüyüp ne olacağız ki; meydanlarda vurulup ne kazanacağız ki; sehpalarda asılıp kimi inandıracağız ki…
Bak Rabbimize deki “bunlar ibadetlerini pek aksatmıyorlar. Çoluk çocuğun iaşesine koşturmaktan asla geri durmuyorlar. Hayır hasenatta da pek iyiler. Ahkâm kesmede üzerlerine yoktur. Copsuz, silahsız, gazsız meydanları da doldurmada pek cesurlar. Mazlum kardeşlerini yâd etmekte kasırga gibidirler.” Bunları de rabbine.
Ama ne olursun bizden darağaçlarıyla istihza etmemizi isteme. Zalimin “af” teklifini geri çevirmeyi; celladına nasihat etmeyi de…
Biliyorum çırpınışım boşuna. Sen inadından geri adım atmayacaksın. Urgan sahiplerinin “özür” veya “pişmanlık” teklifine de direndin ya sonuna kadar. Bana mı acıyacaksın? Biliyorum Rabbimize şikâyet edeceksin hepimizi. Ama hiç değilse benim için hafifletici sebep olacak bir iki şey söyle. İyi kalpli olduğumu ve zalime buğz ettiğimi söyle. “Çoluk çocuğu çok ve çok meşgul” de. Üstelik fazla sıkıntıya takatimin yetmediğini de çok iyi bilirsin.
Rahman'a sunacağın Nizami son bir keder olsun.
Bu da senden bana son bir hediyen olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.