Şehr-i Dürr-i Yekta!
Zemheri soğuğa maruz bırakılmış bir bedenin güneşe özlemi nispetince, ruh da muhtaç elbet bir bahar iklimine…
Hayatı yaşamak kadar anlamak da zor aslında! Hele bir de menzil ‘O’ (c.c) olunca… Belki de her şey ‘olmak’ ya da ‘olmamak’ arasında gidip gelmekte; varlık ve yokluk arası mekik dokumakta… Yürekte barınan zerre miktarınca iman, hakkıyla yaşandığında öyle bir çatıya döner ki; yürek var olduğundan beri o denli korunamamıştır kardan, borandan!
Bir iç muhasebenin tam da ortasındayım işte yine! Bu kıpır kıpır duygular nerden buldu ki ‘ben’i! Hayatıma bir iç çekişle giren ve bir daha çıkmak bilmeyen bu his kimin eseri! Hangi deli rüzgâr savurur ‘ben’i gönül kapısına! Hangi adres buldurur ‘ben’i bana!
Rahmetin sıcaklığını en içli ne zaman hissederiz ki? En çok hangi hâlde sığınılır o efsunlu bağra… Rahmet bağında biten güllerin kokusunu en derin hangi demde duyar sineler?
Rahmet ki; kimisine sinesi yüklü kara bulutları hatırlatır, kimisine çorak toprağın bağrına nazlı nazlı düşen yağmur damlalarından dem vurdurur! Kimisi rahmeti ancak ölümde hatırlar, kimisi de ölümün henüz gelmeyişini bile bir rahmet sayar…
Hani gün kızınca bağrı yanar ya toprağın… Hani bir damla, umman oluverir ya sinesinde kızgın sahranın… Öylesi bir şey rahmeyleyişin ya Rab! Gönüllere bahar yaşatan merhametinden gayrısı boş ve anlamsız… Gayrı rahmeyle ya Rab!
“Bizim ayetlerimize iman edenler Sana geldiklerinde, onlara de ki: ‘Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir.’ ” (Enam /54)
Gecelerin en güzelini sinesinde barındıran bir mübarek aya eriştik hamdolsun… Gündüzlerin en nurlusunu müşahede edebileceğimiz bir vakte eriştik şükürler olsun… Afv-u ğufranın ayyuka çıktığı, saflarında meleklerin durduğu cemaatlerin oluştuğu bir lütf-u Hüda’ya mazhar olduk mübarek olsun…
Şehr-i Ramazan! Cehennem kapılarının kapandığı; cennet kapılarının ardına değin açıldığı bir Nur-u Dilara! Her an sinesinde barındırdığı bin bir güzellikleri; müştakların istifadesine sunan bir dürr-i yektâ! İftar demleri kurulan sofralarıyla birlik ve beraberlik duygusunun adeta yeniden dirildiği bir sultan ay… Yeryüzünü ölü toprağından arındıran yağmur misali, bu ay da; bizi içimize sinen manevi kirlerden arındıracak bir hüviyete sahip hakikatte…
Oruç! Geceyi gündüze bağlayan o ince çizginin belirginleşmesiyle başlayan tatlı bir mahrumiyet hâli! İştah kabartan yemek kokularına rağmen kararlı bir bekleyişle, nefsin heva ve heveslerinden sıyrılmaya niyetli bedenlerin; Rızayı İlahiye tâlibiyet dilekçesi! Boş söz ve anlamsız davranışlardan her zamankinden daha çok sakınan suretlerin; Hakk’a dönük sîret yolculuğu…
Ve iftar! Güneşin göz alıcı ışığının yeryüzüne veda ettiği o ilk demde sünneti Resul gereği bir hurma ile başlanan yemek faslı! Gün boyu ancak Rabbi Rahim’in rızasını gözeterek aç ve susuz kalan damakların bir tekbir sesiyle suya kanışı; nimetlerden her zamankinden farklı bir hâz ile nasipdâr oluşu! Muhammedi sevdaya susamış yüreklerin muhabbet deryasına bir damla mahiyetinde bir nevi dalışı…
Yüreğimin koca buzlarının eridiğini hissediyorum… Benliğimin soğuk havasını imanın güzide kokusuyla takasa hazırlığı var içimde! Ruhum, kalbim ve gözlerim öylesi yorgun zifiriliğinden; gönlümdeki buhranın… Bu anafordan beni çekip alacak kandiller yakıyor oysa sahur demleri… Yakmaya niyetli an be an!
Uykunun en kalın tabakasını bir çırpıda bölen davul sesleriyle coşmakta haneler! Gece henüz kara örtüsünden bile sıyrılmamışken; nûr’a hasret gönüllerin yakarışları yayılmakta semaya… O ıssız demde Rızayı İlahi uğruna kurulan her sofra; rahmet bağından kokuları da yaymakta aslında! Boyun eğip o hükmü Rahman’a; geceyi de ağaran gündüzü de gülşene çevirebilmeli bedenler…
Zemheri soğuğa maruz bırakılmış bir bedenin güneşe özlemi nispetince, ruh da muhtaç elbet bir bahar iklimine… Hem mademki aylardan Ramazan’dır, mademki Ramazan ümmetin ayıdır; şu halde inmeli ‘vuslat denizinin’ kıyılarına! Her bir kulaç atışta yarmalı sert dalgaları; oruçtan kalkanını kuşanarak bedenler… Bir nefes daha yakınlaşmalı menzile… Adres hanesi; ta ‘Kal-u Bela’da doldurulan mektubu, varıp elden teslim etmeli Yâr’e! Pulsuz dilekçeler yollamalı bir yandan da; duaların bilhassa kabul gördüğü bu ayda…
İnci misali bir vakitte, rahmete gark olabileceğimiz bu demde; her anı ‘kadir’ bilerek yaşamak gerek aslında! Yaşamın en zor yönlerini ve en onulmaz yâreleri vurup bir deli rüzgâr yeline; salmalıyız kalbimizi Kur’an iklimine… Hem mademki aylardan Ramazan’dır, mademki Ramazan Kur’an ayıdır; şu halde yarmalı gaflet perdelerini Davudi nağmelerle! Derinden yakarışlarla icabet etmeli Hakk’ın davetine… Gecenin asude enginliğinde, bir geda mahiyetinde seyre dalıp âfâkı; sunmalı hüzünleri Sultanı Âlâ’ya!
"Allâhumme leke sumtu ve bike âmentu ve aleyke tevekkeltu ve alâ rızkıke eftartu ve lisavmi ğadin neveytu fağfir limâ kaddemtu vemâ ahhertu."
اللهم لك صمت و بك أمنت و عليك توكلت و على رزقك أفطرت و لصوم غد نويت فاغفر لما قدمت وما اخرت
"Allah`ım! Senin için oruç tuttum, sana inandım, sana dayandım, Senin verdiğin rızıkla orucumu açtım. Yarının orucuna da niyet ettim, benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla."
Elif Yüksek / Nisanur Dergisi - Temmuz 2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.