Şeriati, İmam Humeyni ve ulema
Şeriati, Humeyni ve ulema arasındaki ilişki bizim için önemlidir. Hiç şüphesiz ki yakın tarihin en büyük üç devriminden biri olan İran İslam Devrimi’nin tartışmasız lideri Ayetullah İmam Humeyni’dir (Allah rahmet etsin).
Şeriati, Humeyni ve ulema arasındaki ilişki bizim için önemlidir. Hiç şüphesiz ki yakın tarihin en büyük üç devriminden biri olan İran İslam Devrimi’nin tartışmasız lideri Ayetullah İmam Humeyni’dir (Allah rahmet etsin). Devrimin arkasında Şia’nın devletten kopuk mezhep geleneği, Safavilerden sonra ulemanın özerkleşmesi, 19. yüzyılda Ahbarîlere karşı Usulîlerin kazandığı entelektüel ve kelamî zafer, haricî düşmana karşı mübariz (mücahid ve mücadeleci) ulema geleneği, mali özerkliğin kaynağı Humus’un 1938’de Ayetullah Burucerdi tarafından merkezileştirilmesi ve anti Amerikancı ve anti Siyonist Muhammed Musaddık hareketinin politik bilinci vardır. 15 Hordad 1964’de ayaklanma başladığında -ki 15 bin insan hayatını kaybetmişti- İmam Humeyni yeni bir değerlendirme yaptı. Anladı ki yerleşik zihniyet ve geleneksel (aslında gelenekçi) din algısıyla toplumu, halkı ayağa kaldırmak mümkün olmayacaktı.
Bu çereçevede İmam Humeyni Şia tarihinde aslında Sünnîlerin de ana inanç esasları arasında yer tutmuş bulunan Mehdi inancıyla ilgili son derece önemli bir içtihat yaptı. İmam Humeyni’nin içtihadına göre zulmün, baskının, yoksulluğun gelişmesi Mehdi’yi getirmez. Aksine Mehdi hazretleri bir gül bahçesine gelmeli, İslam adaletinin tesis edildiği bir toprakta zuhur etmelidir. Adalet ise ancak İslam cumhuriyetini kurmakla mümkündür. Aksi halde süren zulüm, baskı, yoksulluk ve cehalet daha uzun süre bizi Mehdi’den uzak tutacaktır.
Söz konusu vetirede Ali Şeriati’nin oynadığı önemli bir rol var. Ali Şeriati Aydınlanma’nın ve İslam’ın bilgi ve tefekkür kaynaklarına göndermelerde bulunarak İran’ın laik-liberal, solcu ve İran-Fars milliyetçisi aydınlarını susturdu. Yani İslam’ın entelektüel, düşünce ve irfan gücünü çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. Maalesef Türkiye İslamcıları benzer bir performansı gösteremediler. Gösteremedikleri gibi kendileri liberalleşip sekülerleşti, önlerine siyasi iktidar çerçevesinde konan libelarl iktisat ve sosyal politikaların, feminist projelerin teknisyenleri rolünü üstlendiler. İslamiyet’i de bireysel haklar ve liberal bir çerçeveden okumaya başladılar. Ali Şeriati laik ve liberal aydınlara karşı İslam’ın üstünlüğünü ortaya çıkardı.
Kolayca milli çıkar ve devlet endeksli politikalara sahip çıkan Türkiye İslamcılarının İran’a kızgınlıkları, İran’ın hala bir İslam cumhuriyeti vasfını muhafaza etmesi, küresel sisteme meydan okuması, İsrail’in bölgedeki tekelini kırmak istemesi ve küresel ekonomiyle entegre olmamak için direnmesidir. Bu apaçık hakikat, küresel sistemin alt sistemi olmayı benimseyen dünün İslamcılarını utandırıyor, ama İran’ın herkesçe açık hatalı ve yanlış politikalarını, yönetimdeki bazı mezhepçilerin tutumunu öne çıkarıp, kendilerinin de rejiminin esası laiklik olan sisteme dört elle sarılmalarına birtür cevaz bulabiliyorlar. İran’ın milliyetçileri veya mezhepçileri varsa –ki elbette vardır-, bizim de millici-milliyetçi veya mezhepçi olmamızı gerektirmez. Ali Şeriati bunu hep eleştiri konusu yapmıştır. Türkiye’nin eski dindarları-bugünün muhafazakarları zımnen İran ve Suudi Arabistan’a Batı’dan gelen aşağılayıcı eleştirileri memnuniyetle karşılamakta, bu arada kendi müslümanlıklarının bu iki ülke İslamından farklı olduğunu özellikle belirtmek istemektedirler. Oysa bütün hatalarına ve yanlışlarına rağmen İran’I ve Suudi Arabistan’ı Batı’nın aşağılamasının yegane sebebi İslam hukukunu uygulama konusunda gösterdikleri ısrar ve kararlılıktır. Zinanın suç olmaktan çıkarıldığı, ölüm cezasının kaldırıldığı, toplumun çıpaklıkla erotize edildiği, ailenin dağıldığı, yoksulluk ve adaletsizliğin toplumu derinden sarstığı, ABD ve NATO’nun işgali altında olan bir ülkenin genel gidişini en başta tevhid ve adalet adına eleştirmeye tabi tutması gereken İslamcılar olmalıdır.
Ali Şeriati atalet halindeki mollaları utandıracak şekilde harekete geçti. Onları o kadar ağır eleştirdi ki Yunus Emre’nin de dediği gibi mollalar Şeriati’nin ismini her duyduklarında içlerinden “Bir Molla Kasım gelir” demeye başladılar. Ali Şeriati mollaların Molla Kasım’ı oldu, onlar da Şeriati’ye bakıp kendilerini gözden geçirmeye başladılar. Hareketlendiler, ataletten kurtulmaya çalıştılar. Ali Şeriati Türkiye İslamcıları gibi paradigma değiştirmedi, gelenekçi mollaları eleştirirken onların akidelerini yeniden dile getirdi, onlara özlerini hatırlattı, liberallerin ve feministlerin arkasına takılıp küresel hakimiyet ve hegemonyanın bir alt sistemi olmak gibi küçük düşürücü rollere soyunmadı.
Tabii ki Ali Şeriati’nin yanında Celal Ahmed, Mehdi Bazergan ve başkalarının da bu sürece katkıları oldu. Bu, devrime sağlanabilecek en önemli lojistik destekti. Ali Şeriati’nin mollalarla arasının iyi olmadığını biliyoruz. Hatta benim çok sevdiğim Murtaza Mutahhari’yle de arası iyi değildi. Ayetullah Misbah Yazdi onun amansız muhalifidir. İran halkını ataletten kurtardı, İran aydınlarının dikkatini İslam’a çekti Ali Şeriati. Devrime bu sayede çok zengin entelektüel bir lojistik destek sağladı ve mollaları kendi sabit konumları üzerinde düşünmeye, kendilerini kritik etmeye zorladı. Devrime özgürlük, adalet gibi ruhun katılmasında Şeriati’nin katkıları inkar edilemez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.