İslâm Âlemi'nin Hicrî yılbaşısı olan tarih.
Âlem-i İslâm'a mübarek olsun inşaallah!
Bu münasebetle davet edildiğim birkaç programa katıldım.
Bu programların birinde büyük bir M. Kemal posteri asılıydı.
Acı acı tebessüm ettim.
Çünkü Hicrî takvimi kaldırıp yerine Miladi takvimi getiren M. Kemal'den başkası değildi.
90 yıllık laik ve Kemalist dayatmacılığının etkisi ile bize ait kavramlarımızın içinin ne kadar boşaltıldığını bir kez daha fark ettim.
Alevîliğin, Sünnîliğin ve derken aziz ve muazzez İslâm'ın içinin boşaltılarak kültürel bir forma dönüştürülme gayretlerinin son sür'at devam ettiğini…
Anlatmak isterdim oysa;
“Hicret” denen olgunun kirlenmiş bir asrın, insanî her türlü değerinden arındırılmış insanlığın özüne veya fabrika ayarlarına döndürülüşünün gerçekleştiği asıl milat olduğunu…
Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen barbar ve vahşi bir toplumdan dinin otoritesi haline gelen kadınların yetiştiği uygar ve medenî bir toplum modeli olduğunu…
Kabile, aşiret ve ilkel kavmiyet taassubu içerisindeki sapkın bir topluluktan Müslüman, Yahudi ve putperestlerin ortak bir mutabakat çerçevesinde birlikte yaşayabileceklerini mümkün kılan kutlu bir inkılâp olduğunu…
Bugünkü modern formlara taş çıkartırcasına farklı dinleri, farklı dilleri ve farklı kültürleri hürriyet ve adalet temelinde bir arada tutabilen, ortak yaşam alanlarını birlikte ve beraberce kullanabilen erdemli ve faziletli bir toplumun inşa edilmesi olduğunu…
Bugünün modern cahiliyesinde gerçeklerle yaşamıyoruz.
Gerçeğin veya gerçekliklerin tersyüz edildiği bir an ve devrana şahitlik ediyoruz.
Kendisi gibi düşünmeyen insanların kafasının koparılmasına fetva veren sapkın haricî anlayışlar, dinin gerçeği gibi yansıtılıyor.
Tekçi-tektipçi yapısını silah zoruyla halka dayatmak isteyen, şehirleri ve halkın gündelik yaşam alanlarını patlayıcı deposu haline getirerek bunları canı istediği zaman patlatan ve katliamlara imza atan zorba ve despot anlayışlar, “barış ve özgürlük yanlısı” gibi gösteriliyor.
Dünyanın terk ettiği çürük bir ideolojiyi hâkim kılma adına bir halkın kaderi üzerinde kumar oynamayı; ambulans şoförü, trafik polisi öldürmeyi; şehrin balicilerine, tinercilerine, hırsızlarına ve bilumum ayak takımına mahalleleri idare ettirmeyi devrimcilik zanneden sefihler, “devrimci” olarak adlandırılıyor.
Uyuşturucu baronlarının uyuşturucuyu yaygınlaştırıp kendi çocuklarını uyuşturucudan özenle uzak tuttukları gibi, kendi çocuklarını bal ile yağla besleyip bu devrimlerden(!) uzak tutup halkın çocuklarını ekmeğe muhtaç hale getiren politik baronlar-baroniçeler, “siyasetçi” olarak yansıtılıyor.
Ankara katliamı üzerine timsah gözyaşı döküp Kürdistan'ın şehirlerinde yüzlerce bomba patlatıp binlerce insanın ölümüne neden olan katilleri özgürlük savaşçısı gibi gösteren hokkabazlar, “Kürt dostuymuş gibi” gösteriliyor.
Kendilerine harem kurmayı revâ görüp eşcinsel evliliklerin dahi anayasal teminat altına alınmasını hararetle savunan, dağda hasbe'l kader birbirlerine gönül veren halkın çocuklarını ise yoz ilişki yaşadığı veya burjuva özentisi içinde oldukları gerekçesiyle katleden kart dinozorlar “kahraman gibi” gösteriliyor.
Sanal veya dijital dünyalarda “Hollywood beyin yıkamacılığı” seanslarından geçirilen milyonlarca genç kurbanın zihinlerine hükmedildiği, Fir'avun sihirbazlığına öykünülerek modern formlar içerisinde “bilinçten uzak, eşekleştirilmiş kullar”ın yetiştirildiği amansız bir zamana tanıklık ediyoruz.
1 Muharrem'e, çalınan hafızamıza, yağma edilen medeniyetimize, kendimizden koparılışımıza ve Hicret'imize bu gözle bakmalıyız.
Ve nihayet takvimler 10 Muharrem'i gösterdiğinde, “Kula kul olma” sefahetini devlet anlayışı haline getiren Yezidî düzenlere karşı, hür ve âdil olmayı “Allah'a kul olma” şuurunda gören Hüseynî anlayışın varisleri olmaya azmetmeli ve ahdetmeliyiz.
Her günü Âşura, her yeri Kerbela olan Ümmet coğrafyasında Hüseynî olmanın ağır bedelini bilerek ve isteyerek tabi…
Turan gibi, Aytaç gibi, Yasin ve arkadaşları gibi…
Selam ve dua ile…