Geçen yazımızda; son yüzyılda, devletleşme sürecine bir türlü geçemeyen İslam âleminin yaşadığı hezimetlerin “Harici(dış) Sebeplerini” yazmıştık.
Bu yazımızda, “dâhili sebeplerini” inceleyeceğiz inşallah.
B- Dâhili Sebepler: Hezimetlerin iki sebebi var:
a-Devlet/zihniyetten kaynaklananlar, b-Cemaat ve camialardan kaynaklananlar. Yüzyıldır hedefe varamayan oklarımızdan ikisi de sorumludur. Birincisini inceleyelim.
a-Devlet/zihniyet: Osmanlı sonrası kurulan veya kurdurulan halkı Müslüman tüm devletler, halka rağmen kuruldular. Baskın olan Haçlı /Batı'nın dayatmalarına karşı ayakta kalabilmek ve şarta bağlı olan Batı desteğini alabilmek için halklarının inançlarıyla savaşmak gibi bir zaruret hissettiler.
Yerlilerin en ciddi sorunu; bu gün için “milli kahraman” raddesine kavuşturulmuş mazideki bu zevatın miraslarıdır.
Müslüman devletlerin tamamında, bu mirasların sancıları mevcut. “Tehdit” algısı, iç ve dış diye ayrılsa da en büyüğü “iç tehdit” yani halktır. Halka karşı kendini tüm imkânlarıyla koruyan devlet, imkânlarının önemli bir kısmını net tanımlayamadığı “terör ve terörizme” ayırmakta.
Terör tanımı karmaşıktır, değişkendir. Zaman ve zemine, görülen lüzumlara göre her hangi bir “ırk, mezhep veya düşünce” terör listesine girebilir.
Müslüman(!) devletler; emperyalist küresel kurumların dünya halklarına yaptıklarını kendi halklarına rahatlıkla uygulayabilmektedirler. Hal böyle olunca da devlet aklı, daha çok çatışmaya, teyakkuzda olmaya odaklanıyor ve başka alanlara yoğunlaşamıyor, özgün çareler üretemiyor; üretemeyince de tüm alanlarda dışa bağımlı kalıyor.
Müslüman ülkelerin ekserine göre terörün kaynağı sadece dış ülkeler veya sudan bahanelerdir. Küresel güçler ebette masum değil ama asıl sebep, bunlara alan açan; sine-i millete direnen statükoların ret ve inkârlarıdır.
Bizdeki sorunların daha beterini yaşayan Batının; sorunlarını “korkularıyla yüzleşerek, karşı fikirlerin itiraz bahanelerini asgariye indirerek” işin içinden çıkabildiğini, çözümler ürettiğini söyleyebiliriz. Halkın değerleriyle kavga eden; bunlara “iç tehdit” diyen bir Batı görmemekteyiz.
Hal böyle olunca da ataların dediği gibi; “Galat-ı meşhur, lügat-ı fasihten evladır” kavlince; emperyalistlerin meşhur yalanları, edebi sözlerimizden daha muteber oluyor.
AB'deki İşçi ve sosyalist partiler bile iktidar olabilmenin, kiliseyle barışmaktan geçtiğini öğrendi; Rusya'daki komünist/sosyalist devrim bile bunları görüp kendisini feshedebildi ama bizdeki yan sanayi ürünleri, değerlerle cedelleşmeye, akıntıya kürek çekmeye devam etmektedirler. Bunun da devlet ve millet için zaman ve enerji kabı anlamına geldiği açıktır.
Yerel, bölgesel belki de küresel anlamda yarınlarımızı kurtarabilecek nesiller; her defasında makul olmayan sebeplerle hedef alınmakta, telef olmaktadır.
Nesilleri itlaf işlemi profesyonel işlemektedir. Gençlerin “sicillerini bozma, fanatize edip savaş/kavga alanlarına süre, birbirlerine kırdırma, huzur ve yaşam alanlarını daraltarak göçe zorlama veya bunları tehdit algılarına dahil ettikleri farklı kategorilere alıp hal çareleri geliştirme” şeklindedir.
Bunun bariz örneklerini tüm İslam coğrafyasında görmekteyiz. “40 yıldır neticelenemeyen Afgan cihadı veya savaşı, Körfez (İran-ırak) savaşı, ırak ve Suriye iç savaşı, Mısır'ın idamcı ve müebbetçi yargısı, Fransız işgalinden daha fazla Müslüman katleden Cezayir statükosu, Türkiye'deki darbe ve yargı sistemlerinin kıyımları, israil'in sistematik işgal ve terör operasyonları, Bosna ve Çeçenya işgal ve soykırımları, Türki Cumhuriyetlerdeki faşizme evrilen komünist artığı statükolar…
Bunlar; “Müslüman milletleri kendilerine, kendilerini de hamileri olan emperyalist üst akıllara göre dizayn etmektedirler. Nesillere ve zihinlere, küresel sekülerizm adına ve hesabına operasyon çekmektedirler.
Halkı Müslüman ülkeler incelendiğinde, halka karşı yapılanların “sistematik, rutin ve belirlenen eş zamanlarda ve görülen lüzum üzere yapıldığı” kusursuz görülecektir.
Eğitim sistemlerimiz de yerliye karşı yapılandırılmıştır. Batı'nın 100 Yıl, 30 Yıl ve iki dünya savaşı sonucundaki deneme ve yanılmalarla kendine uyarladığı bir eğitim sistemi, hiçbir yerli işlem ve test aşamasından geçirilmeden, “bir gece ansızın” geldirildi.
“Az zamanda yapılan çok ve büyük işlerden” sayılan bu intihal veya tıpkıbasım kopya eğitim, yerli dokuyu bozdu. Bunun sonucu olarak, ilahiyat fakültelerimizde dahi Pagan-Deist kültürü geliştirmekte.
Otoritelerin, profesyonelce yürüttükleri bu operasyonlara karşı direnmeye, varlık savaşı sürmeye çalışan yerlilerin amatör ama yıkılmayan, yılmayan halkın yaşam mücadelesini de gelecek yazımızda yazacağız vesselam.