Sorgulanacak yönlerine rağmen İran İslam İnkılabı'nı (1979) hariç tutarsak, iki dünyanın kurtuluş reçetesini sunmuş olan İslam'a rağmen, İslami hareketlerin devletleşme sürecine bir türlü geçemediği bir vakıa. En azında, son yüzyıldaki durumumuz budur.
Yerli/milli her şeye ceza kesen, küresellerden talimat alan Hicaz şeyhliklerini; sözlü olarak İslami, yazılı olarak da seküler/laik yasalara uyan -İslamileşmekte olan- devletler, tezimizin dışında.
Amacımız bir devleti, topluluğu ya da cemaati sorgulamak değil aksine bu yapılardaki tökezlenmeleri, ayrıca öze dönüşü engelleyen sebepleri belirlemektir.
Bunun elbette "harici ve dahili" çok sebepleri var. Bunları inceleyelim.
A- Harici sebepler:
Baskın aktör, zındıka diyebileceğimiz küresel-seküler zihniyettir. Kapitalizmi, o da emperyalizmi besler. Tek rakibi, "öz yurdunda garip kalan İslam" dinidir.
Kapitalizm; manevi alanda müflisi oynasa da maddi alanlardaki imkan ve kaynakları orantısızdır. Halihazırda görünen durum budur. Gerçeği veya perde arkasında bıraktığı "gözyaşı ve ahları" ise bu gün için layıkıyla teşhir edebilecek "İslami veya insani" bir güç veya kabiliyet şimdilik mevcut değildir.
Kapitalizmin kendisi zaten "gasp ettiği emek ve haklardan" besleniyor. İnsanda oluşturduğu ihtiyaç ve tüketim araçlarıyla insanoğlunun kılcal damarlarına, beyin hücrelerine girip direncini kırmıştır. Kişide; "hep kazanma ve tüketim hırsı" oluşturduğu için İlahi Tedbirlerden olan "israf etmeme, şükür ve kanaat" kültürünü komaya sokmuştur.
Emperyalistler, genel anlamda, eğitim süreçlerini geçmiş yüzyılda tamamlamışlar. Bu vesileyle de bizdeki iktidarların yük olarak gördüğü eğitim; onlar için külfet olmaktan çıkmış; deneme-yanılma aşaması yüzyıl geride kalmış; geri dönüşü gecikmeyen bir kazanca dönüşmüştür.
Batılı uluslar; "Otuz Yıl, Yüz Yıl Savaşları, akabinde yaşadıkları 1. ve 2. Dünya Savaşlarının yıkım ve dramlarından -dünya halkları adına olmasa da- kendileri adına gerekli dersi çıkarabilmişler. Suriye, Afganistan, Afrika ülkelerinde sürdürdükleri savaşlarda kendi hedefleri adına vekil veya vasi devlet veya örgütleri savaştırmaları; alana sadece "oyunu belirleyici aktör" olarak "havada veya Cenevre Görüşme Masalarında" inmeleri, aldıkları derslerin göstergesidir.
Batılılar; dahilde kendi halkları ve inançlarıyla uğraşmadıkları halde dünya halklarının düzen ve istikrarlarını bozacak her faaliyetin arkasında dururlar. Başka bir deyişle; hedef ülkelerde, halk ve devlet çatışmalarını; halkının değerleriyle savaşan, yapay korkular üreterek masum halklarıyla savaşan devlet anlayışlarını besler, teşvik eder hatta uluslararası alanda da aklarlar. Mursi'nin meşru yönetimini darbeyle, idamlarla mahkum eden Sisi'yi kutsadıkları gibi.
Her milletin kültürünü, inanç ve zaaflarını, mazideki misyonerlik faaliyetleriyle çözdükleri için bunlardan kolayca nemalanabilirler.
Örneğin herhangi bir Müslüman ülkenin savaşması veya bir komşusuyla barışması kendi elinde değildir.
Afganistan'ın 40 yıllık iç savaşı, Mısır'ın Gazze Açık Hapishanesi'ne ambargo uygulaması, İran'ın körfez sorunu, Suud'un komşularıyla uyuşamaması, Pakistan'ın Keşmir ve Hindistan krizi veya Pakistan'ın Hindistan'dan ayrılması, Türkiye'nin Kıbrıs, Ege ve neticelenemeyen Kürt sorunu... gibi meseleler hep Emperyalist Batı'nın çizdiği kaderler ve makus talihlerdir.
150 yılı aşan bir sanayi ve buna dayanan teknolojileri; okyanuslar ve denizaşırı ülkelerde uçak gemileri var.
Kıt kaynakları yetmese de bu kaynakları kullandırmadığı ülkelerden veya gereğince kullanamayan ülkelerden zorla veya tek taraflı anlaşmalarla temin edebiliyor.
İtiraz edebilen kimi ülkeleri ise "stratejik ortak/müttefik.." kavramlarıyla bağlayarak bende yapabiliyorlar. İtirazın dozunu abartan olursa onları da komşularındaki sorunlarla, terörle uğraştırıp durumdan vazife çıkarabiliyorlar.
Gerekirse kendi yasalarını da çiğneyerek her çeşit küresel kanunsuzluk ve hukuksuzluğu yapabilirler. Kaba kuvvet, işgaller; ülkelerde izinsiz hava, kara, deniz operasyonları; insan avcılığı ise gelenektendir.
Yaptıkları; başta kendi yasaları olmak üzere yeryüzünde geçerli tüm yasalara göre suç sayılsa da bu suçu "sorgulayacak bir güç, yargılayacak bir mahkeme" yok. Daha da kötüsü, kendilerinde, bu korsanlıklarına karşı "yeter" diyecek bir vicdan da yok
Şerde kolayca uzlaşabilir; koordineli, örgütlü ve teçhizatlıdırlar.
Geçmişlerine düşman ettiği halk ve devletler, köksüz hem de ithal malı bir tecrübe kullanırlarken; kendileri her alanda geçmiş ve geleceğin tüm tecrübelerini kullanıyor. Hal böyle olunca da "sanayi, ekonomik, askeri, siyasi, istihbari.." tüm alanlarda orantısız imkanlarla savaşabiliyorlar.
Küresel kurumları kontrol ediyor; bu kurumları ifsad edip işlevsiz kılabiliyorlar. BM, İMF, Adalet Divanı... gibi. Böylece küresel sermayeyi de kontrol edebiliyorlar.
Yerlilerin ülkesinde; "gönlü atasından yana, kılıcı kendilerinden yana olan bir mankurt/paralel nesil" türettiler.
Bu nesil, Müslüman ülkelerde fiili batılılaşmanın başladığı Tanzimat'tan beri artarak yetişmektedir.
Hülasat'ül kelam; Emperyalist/Kapitalist harici dünya; bütün bu imkanlarını; haram tüm yol ve yöntemleri kullanarak elde etmiş. Bu zenginliğe dayalı sefih bir saltanat da kurmuştur.
Aynı Batı; dünyadaki tüm acıları ve kanunsuzlukları da aynen bizim gibi hatta daha mükemmelce bilir ve görüyor amma deccala dönüştüğü için bu "talanını" sürdürmesi gerektiğini de fazlasıyla bilir ve inanır!
"Rabbimiz ise Mustaz'aflara lütfetmeyi; onları (zamane) firavunlarının varisi kılmayı diliyor" ama ya kulluk bilincimiz?
Not: Gelecek yazımızda, hep "şaşan mızrağımızın Dahili Sebeplerini" inceleyeceğiz.
Dua ile.