11 Eylül 2001 İkiz Kule saldırılarını hatırlarsınız. O saldırılarla ilgili “esrarengiz” anlatımları, saldırıların hala bile aydınlatılmayan detaylarını da bilirsiniz. İkiz Kule saldırılarıyla birlikte yürütülen savaş kampanyalarını, start alan işgal politikalarını, peşinden gelen doğrudan işgalleri, o işgaller sonucunda yaşanan devasa katliamları da bilirsiniz.
Hepsinden önemlisi, İkiz Kule saldırıları üzerinden sürdürülen savaşçı politikalara kamuoyu desteği sağlamak için medya, siyaset, sermaye ve silah baronlarının halkı paranoyak hale getirecek derecede yürüttükleri “tehlike” kampanyalarını da hatırlarsınız.
Amerika'dan Avrupa'ya, Asya'dan Afrika'ya milyarlarca halk toplulukları yürütülen kampanyalarla korku fırtınalarına esir edildi, resmen paranoyak toplumlara dönüştürüldü. Tek bir amaç vardı; yürütülecek savaş ve doğrudan işgal konseptine halk desteğini olabilecek en maksimum seviyeye çıkarmaktı. Nitekim başardılar. Her an “ölüm riski” taşımaya hazır milyarlarca insandan oluşan devasa bir “Halkların kardeşliği” tablosu inşa etmeyi başardılar.
Ve 13 Kasım Paris saldırıları…
İkiz Kule ile Paris saldırılarını birbirinden ayıran temel özellik, failleriydi. İkiz Kule saldırılarında olay her ne kadar El Kaide'ye isnat edildiyse de bugüne kadar bu saldırıyı açıkça üstlenen hiç kimse olmadı.
Paris saldırısında ise failler belliydi. Nitekim IŞİD saldırıyı tez elden üstlendi.
2001'de Amerika, doğrudan savaş ve işgal planları hazırlamıştı. Sadece bunu pratize etmeyi meşru gösterecek bir kıvılcıma ihtiyacı vardı. İkiz Kule saldırıları, bu ihtiyaca ilaç olmuştu.
Paris saldırısı ise, Amerika ve Avrupalı müttefiklerinin Suriye ve Irak'ta “yeni bir aşamaya geçmesi” için iyi bir bahane, itici bir kıvılcım oldu.
Biraz açarsak;
Yapılan müdahaleler, süregiden iç çatışmalar, Irak ve Suriye'yi darmadağın ettiği gibi, Batılı ülkelerin buralara dönük politikalarını da içinden çıkılmaz bir hale sokmuştu. Yaklaşık bir yıldır “durumu düzeltmek” adına başvurulan hava bombardımanları beklenen etkiyi oluşturmaya yetmedi. Irak ve Suriye enkaza dönüşürken aynı zamanda Batı politikaları da enkaza dönüşmüştü. Batı için bu çaresizlik sürerken Rusların bölgeye ani müdahalesi, Batı politikalarını bozduğu gibi, hava bombardımanlarında insiyatifin özellikle Suriye'de büyük oranda Ruslara geçmesi, Batı için hem başarısızlık, hem de büyük bir prestij kaybına yol açmıştı. Batı'nın zaten çöküntü haline gelmiş politikası, Rusların ani girişimiyle daha da beter hale geldi. Hatta Amerika, artık Suriye'de istediği zaman istediği hedefleri bile vuramaz duruma düşmüştü.
Elbette Amerika ve Avrupalı müttefikleri, “kendi arka bahçeleri” gibi gördüğü Ortadoğu'yu, Irak'ı ve Suriye'yi, tüm başarısız politikalarına rağmen bir çırpıda Ruslara terk edip kaçacak değillerdi. Mutlaka yeni planlar geliştirmiş olmalıydılar. Mutlaka farklı bir gerekçeyle, daha farklı tonlarda sahaya dönüş planları olmalıydı. Bu açıdan Paris saldırılarına bakıldığında, tıpkı İkiz Kule saldırıları gibi “çok değerli” bir gerekçenin peydahlandığını söylemek artık zor olmasa gerek.
Şöyle düşünebilirsiniz; Altı üstü sadece bir saldırıydı. Nitekim aynı saldırı türleri neredeyse her gün çok farklı yerlerde zaten tekrarlanıyor. Bunu bu denli abartmak da neyin nesi?
Haklı olabilirsiniz. Ama saldırı, nitelik veya oluşturduğu bilanço açısından irdelenmiyor, saldırı üzerinden yürütülen paranoyak kampanyalar, aslında bundan sonrası için oluşabilecek çok şeyler hakkında önemli ipuçları vermektedir.
Fransa'dan tüm Avrupa'ya yayılan korku paranoyası, bizdeki darbe dönemlerini aratmayan askeri uygulamalar, asılsız ihbarlar, iptal edilen toplu etkinlikler, uygulamaya konulan Olağanüstü haller ve tüm bunlar üzerinden medya mecraları üzerinden pompalanan korku dalgalarının mutlaka büyük bir hedefi olmalıdır.
Toplumun paranoyaklaştırılması, her an her yerde “terör saldırısı” tehdidiyle karşılaşacağına inandırılması, evinde bile artık güvende olmadığı hissinin aşılanması gerekiyordu. Nitekim saldırıdan ziyade saldırı üzerinden yürütülen kampanya tam da bunu hedefliyor ve bu hedef büyük oranda tutturulmuş durumdadır.
Artık herkes nefesini tutmuş, Fransa'nın ve diğer müttefiklerinin IŞİD bahanesiyle atacağı adımları, yürütülecek savaş ve saldırı politikalarını ne zaman alkışlayacağını düşünüyor. Açıkçası artık ne Avrupa, ne de Amerikan kamuoyunun Irak deneyiminden bu yana sıcak bakmadığı savaş, saldırı ve belki de işgal politikaları, yürütülen bu kampanya ile sıfırlanmış, oluşturulan paranoya ile kamuoyu hassasiyeti tamamen tersyüz edilmiştir.
Düşünebiliyor musunuz, patlayan bir ampuldan korkarak izdiham oluşturabilen bir toplum inşa etmek büyük bir maharettir ve saldırı sonrası yürütülen kampanyalar bu mahareti ortaya koymaya yetmiştir.
11 Eylül'ün paranoyak Amerikan toplum modelinin aynısı bugün Fransa'da ve tüm Avrupa'da oluşturulmuştur. Korku kültü olarak 11 Eylül'de inşa edilen Usame portresi, Avrupa için IŞİD portresine dönüştürülmüştür.
Paris saldırısı gerçektir; Ama saldırı üzerine inşa edilen kurgu tamamen sahtedir ve şeytani atılımlara gerekçe türetmeye matuftur. Hatta bu yönüyle İkiz Kule saldırılarını profesyonel “Savaş-Kurgu” filmlerine benzetirseniz, Paris saldırılarını bunun yanında Cem Yılmaz'ın çakma kurgularıyla denkleştirebilirsiniz. Vaziyet tam da bunu gösteriyor.
Ortadoğu'da, hasseten Irak ve Suriye'de yeni “atılımlar” için tüm psikolojik bariyerler yıkılmıştır. Bundan sonrası Avrupa ve Amerika için yeni yıkım hamlelerine girişmek artık kaçınılmaz olmuştur.
Bu hamle, aynı zamanda Rus bariyerini aşmak için de kendileri için “çok kıymetli” bir gerekçe sunmuştur. Ruslar da artık Paris öncesi gibi kendilerine karşı direnç gösteremeyecektir.
Şunu sorabilirsiniz;
İkiz Kule saldırılarının faili hep meçhul kaldı, oysa Paris saldırılarının faili neden böyle bir çılgınlığın kapısını kendi eliyle açsın ki?!
Belki de cevaplanması “sorun” teşkil edecek en büyük soru da budur.
“Onların kanları bizim kanımızdan çok mu daha tatlıdır” da diyebilirsiniz;
“Küresel üst akıl, yeni atılımlar için elindeki kozlardan birini sahaya sürmüştür” de diyebilirsiniz.
Tercih sizin!