15 Temmuz direnişi kanaatimce Şeyh Said kıyamından bu yana ilk defa Müslüman Türkiye halkının şehadeti göze alarak zalimlere, emperyalizm uşaklarına, dikta yanlılarına karşı sokakları, meydanları doldurarak başlattığı bir kahramanlık destanıdır.
15 Temmuz Müslüman bir halkın özgürlüğü, insanca yaşama arzusu için, iman ve değerlerini koruma refleksiyle her şeyi göze alarak İslam ve memleket düşmanlarına dur demesidir. 15 Temmuz, halkın, seçtiği hükümeti, seçilmiş yönetimi darbecilere, emperyalist güçlere, dikta yanlılarına yem etmemesidir.
15 Temmuz direnişini hiç kimse, hiçbir hükümet kendinemal etmemeli. 15 Temmuz bir halk destanıdır, bir halk kıyamıdır ve bu destanın, kıyamın referansı, motor ve moral kaynağı İslam’dır. İslami değer ve öğretilerdir. Müslüman Türkiye halkı tekbirlerin, salavatların, salaların, duaların eşliğinde tankların üzerine yürüdü, şehadete koştu.
Bu mukaddes direnişi rejime payanda yapmak, içi boş Demokrasi söylemlerine kurban etmek bu direnişin bu ülkeye sağladığı hayati kazanımları yok
etmek anlamına gelmektedir. Başta mevcut hükümet olmak üzere herkes bu direnişin verdiği mesajları doğru okumalı ve ülkenin geleceği adına bu direnişin ruhuyla uyum içinde hareket etmelidir.
Bu destansı direniş bize gösterdi ki eğer bir devlet, bir hükümet sırtını halkına dayarsa, halkına güvenirse, halkıyla birlikte ve uyum içinde hareket ederse ve halkı tarafından desteklenirse hiçbir dış ve iç düşman onun bileğini bükemez. Halkıyla, halkının inanç ve değerleriyle barışık bir hükümet yedi düvele direnebilir.
Ama halk desteğine sahip olmayan, halkına, halkının dinine, değerlerine düşman, halkıyla kavgalı bir devlet, bir rejim, bir hükümet, sırtını kime dayarsa dayasın yenilgiye, sömürülmeye, güçsüzlüğe mahkûm olur.
Bir asra yakın, halkının dinine, ahlakına, değerlerine düşman, halkıyla kavgalı, halkını katleden bir rejimin egemenliği altında kaldı bu ülke. Bu topraklarda yaşayan Müslüman halk kendi öz yurdunda yetim kaldı, parya hayatı yaşadı, katliam ve cinayetlere maruz kaldı. Canını, malını, neslini, dinini güvende hissedemedi. Hep korkuyla yaşadı. Rejime yabancılaştı. Rejimi kendinden görmedi.
Bu karanlık dönemde bu halka yönelik gerçekleştirilen korkunç cinayet ve katliamlardan biri de Zilan katliamıydı. 13 Temmuz 1930 yılında gerçekleştirilen Zilan katliamında çoğu kadın ve çocukon binlerce Müslüman Kürt vahşice şehit edildi. Ağrı Dağının etekleri, dereler, yamaçlar binlerce kadın ve çocuğun cesediyle
dolduruldu. Bu mazlumların tek suçları Şeyh Said kıyamından sonra Müslüman Kürt halkına yönelik yapılan toplu sürgün kararına uymak istememeleri,
yurtlarını terk etmemeleriydi.
Rejim kendi halkına düşman olduğu için hiç huzur yüzü görmedi, Batılı güçler karşısında hep eli kolu bağlı kaldı, zayıf kaldı. Batılıların bir piyonu gibi hareket etti. Ülkenin zenginlikleri hep Batılılara peşkeş çekildi. Türkiye toprakları Batılı güçlerin askeri karargâhlarıyla, ticari firmalarıyla dolup taştı. Halk yoksulluk içinde yaşarken Batılılar buranın gerçek sahipleri gibi yiyip, içip, semirdiler.
Bugün gelinen aşamada 15 Temmuz ruhuna uygun hareket etmeyip halkını küstürmeye, mağdur etmeye başlayan, halkının değer ve inançlarından çok yabancı güçlerin telkinleri doğrultusunda politika belirleyen mevcut hükümet eğer bu yanlışında ısrar ederse yeni Zilan’lara kapı aralamış olacaktır. İstanbul seçimleri de gösterdi ki hükümet halkından başkasına sırtını dayarsa kaybetmeye ve gitmeye mahkûm olacak, güç ve iktidar tekrar Zilan katliamının faillerinin eline geçecektir.
Böyle bir musibetin vebali hem dünyada hem de ahirette çok ağır olacak, bu mazlum halkın bir asır sonra yakaladığı
insanca yaşama fırsatı da yok olup gidecektir.