Şu ana kadar devletin gücünü arkasına alarak rakiplerini alt etme başarısı gösteren(görece da olsa) paralel yapının, aynı başarıyı devlete-hükümete karşı da gösterip gösteremeyeceği merak ediliyor.
Gelinen aşamada darbeye tevessül etmiş, ancak başarılı olamamış bir cuntanın darbe sonrası tecziyesine ve tasfiyesine yönelik bir süreç yaşanıyor.
Yüzlerce polis ve yargı mensubunun yeri değiştiriliyor, kimilerine ise görevden el çektiriliyor.
Bütün bu yaşananları sadece iç dinamiklerle izah etmek, resmin büyüğünü görememek olur.
Bilenler bilir, Türkiye de dahil olmak üzere, Ortadoğu denilen İslam coğrafyasında meydana gelen her gelişmenin, Atlantik’e-Pentagon’a uzanan bir yönü vardır.
Son tahlildeki olayları da bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
2016’da ABD’de başkanlık seçimleri var. ABD’yi iki dönemdir Anglo-Sakson kriterlere uymayan Afro-Amerikalı biri yönetiyor.
Neocon’larla bağlantıları yüksek düzeyde olan Cumhuriyetçilerin bu durumdan memnun olmadıkları ise sır değil.
Suriye politikasında El-Kaide’ye karşı İran’la yakınlaşan iktidardaki demokratların bu tavrı, ABD içinde ve dışında birçok kesimi rahatsız etti. Başta İsrail ve Suudi Arabistan olmak üzere, “Neocon-Cumhuriyetçi ittifakı” bu durumu tersine çevirmek için ellerindeki bütün kozları masaya sürdü, sürüyor.
Mısır’daki Sisi cuntasını Suud üzerinden finanse eden bu şeytani konsept, jeopolitik konumundan ötürü vazgeçilmez gördüğü Türkiye’de de rahatça çalışabileceği Sisi-misal, uşak karakterli yöneticiler arıyor.
İki dönemdir Amerika’daki başkanlık seçimlerini Demokratlara kaptıran Cumhuriyetçiler, bu türden gelişmeleri iç politik malzeme olarak kullanıp eski güçlerine kavuşarak üstünlük elde etmek istiyorlar.
Hatırlanacağı üzere, 2011 G-20 zirvesi sonrası Sarkozy, açık unutulan mikrofonda, “Netenyahu’ya tahammül edemiyorum. O tam bir yalancı.” derken, Obama da “Sen bıktın, ben ne yapayım? Onunla her gün yaşamak zorundayım.” diyerek siyonistlerden, dolayısıyla da Neocon’lara olan bıkkınlığını izhar etmişti.
Siyasi suikastlar tarihi zengin olan ABD’de, dört başkanın uğradıkları saldırı sonucu öldürüldüklerini de bu meyanda hatırlatmakta fayda görüyorum.
Yanlış anlaşılmasın, Obama’nın başkanlığını yaptığı Demokratların İslam Âlemi için daha hayırlı olduğunu falan savunmuyorum. Bir durum tespiti yapmaya çalışıyorum.
Soğuk savaş sonrası, İslam âlemine yönelen Batı(ABD, Avrupa, İsrail), bu coğrafya ile ilgili olarak esasta değil, şimdiki gibi usulde birbirlerinden ayrılabiliyorlar.
Yani kuzuyu yeme konusunda hemfikirler ama haşlayarak mı yoksa pişirerek mi yeme konusunda birbirlerinden ayrılıyorlar.
George W. Bush, karakteristik bir cumhuriyetçiydi. Zaman zaman İslam Âlemi’ne olan hıncının önüne geçemeyip sinsi İngiliz planlarını alt üst edecek sözler sarf etmekten kendisini alamıyordu. İslam dünyasına karşı topyekûn bir Haçlı Savaşı’ndan bahsedebiliyordu. Yani, beyaz olmasına rağmen pirincin içindeki siyah taş olabiliyordu.
Bu durumu âli menfaatleri için tehlikeli gören “oyun kurucu akıl”, Demokratların liderliğine biraz Hıristiyan, biraz Yahudi ve biraz da Müslüman(!) olan Barack Hüseyin Obama’yı getirdi.
Obama, kendisine verilen rolü gayet iyi oynuyor, Mısır ve Türkiye meclislerinde barış dolu mesaj içerikli konuşmalar yapıyor, Müslüman mabetlerde dualar ediyordu. Yani siyah olmasına rağmen pirincin içindeki beyaz taş olabiliyordu.
Gazze’de ve Mısır’da iktidara gelen İhvan’ı dönüştürebileceğini zanneden ve başını Demokratların çektiği, Obama’yı iktidara getiren ekol, Mursi tecrübesi ile adeta duvara tosladı. Bu politikaları başından beri hiç tasvip etmeyen ve tetikte bekleyen Neocon’lara böylelikle gün doğmuş oldu. İsrail’in sınırsız desteği, Suudi Amerika’nın finansmanı, Cumhuriyetçilerin politik hırsları birleşince, evleviyetle Sisi cuntası eliyle hem Mısır’da hem de Gazze’de Hamas’ın yok edilmesine karar verildi.
Sırada ise Mısır’a ve Gazze’ye destek veren Türkiye ve Ak Parti Hükümeti var.
Nasıl olacak? Doğrudan müdahale elbette düşünülmüyor.
Sayın Başbakan’ın “İçerideki maşalarına bunu yaptıracaklar.” sözü sanırım her şeyi izah ediyor.
Selam ve dua ile...