Peşinen Şunu Söyleyelim Ki; “Bizler Ne Resmi Türk Tarihçilerinin Dediği Gibi 1915'Te Sadece Ermeniler Tehcir Edildi, Başka Bir Şey Olmadı Görüşündeyiz, Ne De Diğer Tarafın İddia Ettiği; Ermeniler Soykırıma Tabi Tutuldu Demekteyiz. Bu Yazının Ana Konusu Ermenilerin 1915'Te Yaşadıkları Veya Yaşamadıkları Değil, Ermeniler Üzerinden Kürdlerin Günah Keçisi İlan Edilmesi Oyunudur.
Kürdler arasında çok meşhur bir deyim var: “Fıllah keys.” Kürdçede Hristiyanlara “Fıllah” deniliyor. “Keys” ise fırsat anlamına geliyor. Yani “Hristiyanlar fırsatını buldukları anda Müslümanlara darbe vururlar.” anlamına gelen bir deyim. Bilindiği üzere bu tür deyimler kendiliklerinden ortaya çıkmazlar. Tarih ve toplumun süzgecinden geçip, yılların tecrübeleriyle şekillenirler. Şimdi isterseniz bu şekillenmenin hangi acı tecrübelerden geçtiğini halkın hafızasından aktaralım.
İBO BEGÊ OLAYI:
İbo Begê, Kürdlerin “Dengbêj” dedikleri halk ozanlarınca, ağıt türünde okunan bir olayıdır. İsteyen herkes Kürd Dengbêjlerine müracaat edip, edebi bir şekilde ve güzel bir makamla okunan “İbo Begê” ağıtını dinleyebilir. Denilebilir ki, Denbêjlerin söyledikleri ile bilimsel sonuçlara varılamaz. Tekraren belirtelim ki; toplumsal süzgeç ve tarihi acılardan sonra bu tür ağıt veya deyimler ortaya çıkar. Konumuz ile ilgili toplumsal, tarihsel alt yapının mevcut olduğuna inanıyorum. Zaten konuyu sadece ağıtlarla değil, bilimsel delillerle de detaylandırmaya çalışacağım. Şimdi halkın hafızasına müracaat etmek istiyorum. İsterseniz söylediklerimizi temellendirmek için İbo Begê meselesini Kürdçe eski bir kasetten özetleyelim. Benim özet olarak yazdığım olay bir kasetin iki yüzünü dolduracak kadar uzundur.
Ruslar, Serhat bölgesi dediğimiz, Kürd illerini işgale başlayıp, Ermenilerin de desteği ile katliamlar yapmaktadırlar. Müslüman ahali çoluk çocuğunu alıp, zorlu kış şartlarında göç ediyor. Herkesin bir yerlere gitmesi gerekiyor. Aksi halde namus, ırz, can ve mal emniyeti kalmamıştır.
Kürd aşiret ağlarından İbrahim Beg de kaldığı köyden göç etme hazırlıkları yapar. Yıllardır evinde kalan ve evin hizmetlerini gören Haçik diye bir Ermeni vardır. Kendisi, ağası olan İbo Beg'e; “Gel gitme. Yerini yurdunu terk etme. Ben sana yardımcı olurum. Gelen Rus ve Ermenilerden seni korurum.” diyor. İbrahim Beg'i gitmemeye ikna ediyor.
Bir süre sonra Ermenilerin de yardımlarıyla ilerleyen Ruslar, İbrahim Beg'in kasrının olduğu köye gelip konuşlanıyorlar. Haçik sözde İbo Beg ve ailesini kurtarmak için aracı olmaya gidiyor. Çünkü kendisi de yıllardan beridir bu ailenin ekmeğini yiyor ve artık aileden bir fert gibidir.
Dindaşları olan Rus komutan ve yardımcı Ermenilerle görüşüp, şöyle diyor: “Bu İbo Beg denilen kişi çok cesur bir adamdır. Bu nedenle buralardan gitmedi. Fakat bir karısı var ki çok güzel. Komutanımıza layıktır. Bir de gelini var. O da komutanın yaverine münasiptir. Ancak ben yıllardır Adle Hatun denilen kızına aşığım. Komutanımız onu da bana alırsa, İbo Beg'i öldürmeyelim.
İşte tam bir Fıllah Keys'lik. Bütün heyet toplanır, tekliflerini İbrahim Beg'e ilettiler. İbrahim Beg; hanımı, gelini ve kızı ile görüşüp, onların “Katlimizden sen sorumlu değilsin, kıyamet günü senden davacı değiliz” şeklinde onaylarını aldıktan sonra, üçünü kendi elleriyle öldürüyor. Hatta kızı Adle Hatun'a tetiği bir türlü çekemiyor. Kızı babasının elinde silahı alıp, namusunu kurtarmak için kendi canına kıyıyor. Olay edebi olarak şöyle seslendiriliyor.
“Derdê kezebê derdeki pêlümeye (Evlat derdi/acısı çok zor bir derttir)
Tılaye wi tetikê na gırê u na şuğlinê” (Parmağı tetiğe varıp, çekemiyor)
İbrahim Beg, ev halkının hepsinin canına kıydıktan, yani namusunu kendisince garantiye aldıktan sonra Rus komutan, yaver ve Haçik başta olmak üzere tüm heyeti öldürüyor. Bu arada kendisi de öldürülüyor.
Tabi bu halkın hafızasında yer edinmiş olaylardan sadece birisi. Kürdler arasında konu ile ilgili, yani Ermenilerin ihanetini anlatan birçok kültürel öğe bulunmaktadır.
MESELENİN ÖZÜ:
İşin özünde, Osmanlı'da pek çok ayrıcalığa sahip olan ve yıllarca ülkenin imkânlarından yararlanan Ermenilerin, İmparatorluğun en zor döneminde, karşı tarafla yaptığı anlaşma ve ittifak sonucu, Müslümanları arkadan vurmak suretiyle bir ihanetin içine girmesi vardır. Böylece içte ve dışta teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri, özellikle Rusların desteği ile Kürd aşiretlerinden müteşekkil çevre köylerde katliamlar yapmaya başladılar.
Osmanlı çok nazik bir dönemden geçiyordu. Bırakın Kürd aşiretlerini, kendi sınırlarını bile muhafaza edemiyordu. Konu ile ilgili Yılmaz Karadeniz, BA.DH.ŞFR 102/302 nolu (Bitlis'te Ermenilerin Müslüman Halka Yaptıkları Katliamlar ve Batılı Devletlerin Katliamlardaki Rolü) arşiv kaydıyla verdiği bilgilerde, Şırnak Aşiret Reisi Abdurrahman imzasıyla, Zaho'da toplanan bir Ermeni çetesinin İngilizlerle birlikte hududu geçerek köyleri, camileri uçaklarla tahrip ve masum bir takım kadın ve çocuğu öldürme şeklindeki şikayetlere yer verildikten sonra endişeleri şu şekilde sıralanmıştır: “Halkın işe karıştırılmasının müdahale-i ecnebiyyeye sebep olacağından ahaliden olan Müslümanlar ile Ermeniler arasında çarpışmayı meydana getirmeye çalışan çetenin kuvve-i askeriyye ile defedilmesi istenmiştir. XV. Kolordu Kumandanlığına da Harbiye Nezaretinden bu yolda tebligat yapılmıştır. Halkın kesinlikle işe karıştırılmadan askerler vasıtasıyla Ermeni çetelerin etkisiz hale getirilmesi istenmiştir.” Yani Kürdler de yapılan Ermeni taşkınlıkları karşısında, aşiretlerin kendilerini savunma pozisyonuna geçmelerinden endişe duymaktadırlar.
Kısacası Rus saldırıları Ermenileri cesaretlendirmişti. Yine aynı makalede geçen şu olay bir hayli dikkat çekicidir. 1915 Temmuz'unda Bitlis önlerine gelen Rus General Abasiyef, Bitlis boğazını aşıp şehre giremeyince bir hileye başvurur. Beyaz elbiseler giymiş Ermeni ve Rus askerleri Dideban Dağı'na çıkmış ve orada gözetleme kulesinden, Rusların hareketlerini şehirdekilere ateş yakarak duyurmakta olan 16 Müslüman askeri şehit ederler. Şehre haber verecek kimse kalmadığından, 3 Mart 1916'da sabah saat 05.30'da şehir kolayca işgal edildi. Bu işgal üzerine 40 bin nüfuslu Bitlis halkı, 6 metreye yakın kar kalınlığına rağmen güneye doğru göçe başlamış. Mart 1916'da gerçekleşen bu göç sırasında büyük bir kısmı ölmüş. Halk yanlarında götürdüğü körpe çocukları taşıyamayınca 1-5 yaş arasındaki bütün çocukları köprü altlarına bırakarak kaçmış. Sadece Dikilitaş'tan Duhan Deresine kadar bırakılan çocuk sayısı 1000'i geçmiş.
İşin özeti şudur. Ruslar ve diğer Batılı işgal güçleri ile girdikleri ittifaktan sonra Ruslara yardım ve yataklık yaparak, yer ve coğrafyayı bilme avantajlarını Rusların hizmetine koyan ve aynı dinden olmaları hasebiyle onlarla birlikte hareket edip, Müslüman ahaliyi kıyımdan geçiren, çocukları süngülere takıp, sokaklarda naralar atan Ermenilere karşı, Kürd aşiretlerini Osmanlı Devleti koruyamıyordu.
Örneğin Başbakanlık Arşivi kayıtları BA:HR.SYS.2782/2.s.117-123 (a.g.m) numarada, Mardin Mutasarrıflığının tahkikatına göre; Bitlis'ten kaçıp kurtulanların ifadelerine göre Ermeni ve Rusların, Müslüman ahaliyi ve çocukları kesip parçaladıkları, halkın ekmek yapmak için tandır diye tabir ettikleri fırınlarda yaktıkları kayıt altına alınmıştır.
Bu şekilde mezalime uğrayan Kürd Aşiretleri kendilerini korumak zorundaydılar. Bu arada zıvanadan çıkan aşiretler de olmuştur. Ancak bundan, Kürtler katliama ortaktırlar anlamı çıkmaz. Bazen resmi tarihçilerin, Ermeni iddiaları karşısında terledikleri zaman; “Türkler yapmadı, Kürd aşiretleri katliam yaptı” anlamına gelebilecek sözler sarf edip, Kürtleri günah keçisi olarak lanse etmeye çalıştıkları da gözden kaçmıyor.
Tam da bu noktada HDP yetkililerinin, Batı'ya şirin görünmek için bütün Kürtler adına Ermenilerden özür dileme kuyruğuna girmeleri, Kürtleri sanık sandalyesine oturtmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Ortada yaşanmışlıklar elbette mevcuttur. Varsa bir günah, ilk etapta Ermeniler ve Osmanlı'nın o zamanki idarecileri olan İttihat ve Terakki yetkilileri ortadayken, HDP yöneticilerinin bu şekilde özür dilemeleri, resmi Türk tarihçilerinin yarın; “Biz yapmadık, kontrol dışı olan Kürtler yaptı” demelerine kapı aralamaktadır. Hem Ermenilerin iddiasına göre Cemilé Çeto, Kürd Hacı Musa gibi birkaç aşiret reisinin yaptığı eylemleri kabul edilse dahi, tüm Kürtleri tarihin önünde mahkûm edecek özürler beyan etmek, yıllardır katliamlardan çeken bir halk olan Kürtleri mazlum iken, zalim konumuna getirir ki, bu da Kürtlüğe ihanettir.
Fillerin tepişmesi sonucu ezilen çimenler oluyor.