Geçmiş, geleceğin tasarlanmasında her dönem önemini korumuştur.
1991 seçimlerinin üzerinden 27 yıl geçti. Çeyrek asrı aşan bir süreyi atlayarak geri dönüş yapmak, muhtemel görünmeyebilir.
Oysa bir tarihin bir noktası, birbirleriyle mücadele eden iki kesimden biri için zafer, diğeri için musibet ise zaferi kazandığına inanan, karşıtına o musibeti bir daha yaşatmak için o noktayı taklit etmeye, yeniden yaşatmaya çalışacaktır.
Kaldı ki seküler (laik) kesimlerin aslında geçmişten başka bir yol göstericisi yoktur. Onlar mukaddes bir yol göstericiden yoksun olduklarından geçmişe bakarak yollarını bulmaya çalışırlar.
1991'de ne olmuştu?
1983'te genel seçimleri kazanarak iktidara gelen Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Turgut Özal, liberal kimliğine rağmen Türkiye'ye çok şey kazandırmıştı.
Daha önce itilip kakılan dindar şahsiyetler onun döneminde bürokraside etkin konumlara gelmiş, Türkiye, kapitalist ekonominin bütün problemlerine rağmen büyük bir kalkınma hamlesi yaşamıştı.
Onun çalışmaları ile asfalt yol, elektrik, telefon köylere kadar ulaşmış; onun yolunu açtığı birkaç bürokrat sayesinde halk kütüphaneleri Türkiye tarihinde ilk kez İslamî eserlerle dolmuş, İslam medeniyetinin büyük eserleri Türkçeye çevrilmiş, İmam Hatip Liselerinin sayısı artmaya başlamış, İmam Hatip mezunları askeriye dışında bütün kurumlarda öne çıkmaya başlamıştı.
Özal, bütün itirazlara rağmen 1989'da kendisini Meclis'te cumhurbaşkanı seçtirdi, Çankaya köşküne çıktı. Onun ardından partisi bir süre kendisiyle aynı kimliğe sahip ama kendisinin liderlik kabiliyetinden yoksun Yıldırım Akbulut tarafından emaneten yönetildi. Emanetle yönetim, genelde olduğu gibi ANAP'ta da tepkilere yol açtı, Mason gruplar bunu fırsat bilerek yaşam tarzıyla sonuna kadar Türkiye'ye yabancılaşmış Mesut Yılmaz'ı ANAP'ın başına getirdi.
Özal'ın cumhurbaşkanı olması, laik kesimler tarafından bir türlü hazmedilemedi, öyle ki dönemin Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) Çanakkale Belediye Başkanı İsmail Özay onun önünde ayağa dahi kalkmadı. Turgut Özal'ın devrilmesi “derin devlet” için bir hedef haline geldi, bunu gerçekleştirmek isteyenin ödüllendirileceğine dair güçlü bir kanaat oluştu.
1983'te Özal'ın iktidarını alkışlayan Batı da icraatlarının ardından onu terk etmiş, Özal'ı himaye edecek bir güç kalmamıştı. Özal, bu sıkışmışlık içinde yüzünü doğuya dönmüş, İran'la ve genç Orta Asya Cumhuriyetleri ile ayakta kalmaya çalışıyordu.
Diğer yandan Mesut Yılmaz'la birlikte dindar kesimler ANAP'tan uzaklaşmış; ANAP, kendisini tabansız hissetmeye başlamıştı. Nihayetinde seçilmiş bir başbakan çıkarmak hedefiyle 1991'de erken seçime gidildi.
Seçimde Özal'ı devirme ihalesi Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel'e verilmişti. Demirel, 12 Eylül 1980 darbesinden önce daima kendilerinin en önemli hedefi haline geldiği sosyal demokrat, Kemalist ve hatta yer yer sosyalist basının dahi desteğini kazanmıştı. Buna karşılık kendisi de 12 Eylül'den önce sertçe muhalefet ettiği CHP'nin bakiyesi SHP ile uyumlu çalışmaya başlamıştı. SHP, PKK'nin siyasi kanadı Halkın Emek Partisi (HEP)'nin adaylarını, baraja takılmamaları için kendi listesinde aday göstermiş, böylece DYP-SHP ittifakı hem aşırı Sol'a hem de Kürtlük adına Kürtler ihdas edilmiş Sol gruba uzanmıştı.
Önceki seçimlerde baraj problemi yaşayan Refah Partisi (RP), aslında bu seçimde barajı kolaylıkla aşması beklenirken kaynağı bilinmeyen ani bir kararla Milli Hareket Partisi (MHP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) ile ittifak yapmıştı. O günlerde bugünkü ittifak yasası bulunmadığından parti başkanları Alpaslan Türkeş ve Aykut Edibali RP listesinden aday olmuşlardı.
SHP ve RP'nin ittifaklarında o günlerde İslamî siyasete ilgileri ağır basan Kürtlerin oylarını Seküler siyasete yönlendirme “derin amacı” başlı başına bir analiz konusudur. Bu analizde bu seçimdeki diğer neticeler üzerinde duracağız.
DYP ve SHP, o günlerde bugünkü sosyal medyadan bile güçlü olan medyanın desteği altına girmişlerdi. Büyük gazeteler gibi bilinen “büyük” yazarlar da iki partiyi öne çıkarıyorlardı. Manşetler ve köşe yazıları, Turgut Özal döneminin alenileşen rüşvet, yolsuzluk ve toplumun canına tak eden zamlarından şikayet eden toplumu bu iki partiye yönlendiriyordu. Esasen ANAP da Özal'ın elinden çıktığından ve adaylarının ezici çoğunluğu Seküler-Liberallerden seçildiğinden Özal adına verilecek oylar da DYP-SHP seküler ittifakına gitmiş sayılırdı.
Özal'ın çeşitli icraatlarından şikayetçi olan başta, Risale-i Nur cephesinin o günlerde önemli bir ağırlığı olan Yeni Asya grubu olmak üzere çeşitli cemaatler de DYP'yi destekliyorlardı.
Özal karşıtı cephe Özal'ın yenilmesini kaçınılmaz bir sonuca getirmişti. Seçimler 20 Ekim'de yapıldığında o son resmileşmişti:
DYP yüzde 26,2, ANAP yüzde 23,3, SHP yüzde 20,1, RP 16,4 ve DSP (Demokratik Sol Parti) yüzde 10,4 oy alabilmişti.
ANAP'ın tek parti iktidarı son bulmuş, Özal, Cumhurbaşkanı olarak “Çankaya'daki yalnız adam” oluvermişti.
Seçim süreci kurulacak koalisyonu da kendiliğinden hazırlamıştı. DYP ve SHP çok geçmeden hükümeti kurmuşlardı. Buna karşılık HEP, MHP ve IDP kökenli milletvekilleri kendi partilerine dönmüş; ANAP ve RP ile birlikte muhalefeti oluşturmuşlardı. Ancak HEP'in sonradan CHP olarak adını değiştiren SHP ile yakınlığı devam etti. MHP ise Muhsin Yazıcoğlu'nun liderliğinde Büyük Birlik Partisi (BBP) ayrışması yaşadı. Ayrışmadan sonra MHP, DYP-SHP koalisyonunun gizli bir ortağı haline gelirken BBP muhalefete yakın durdu.
DYP-SHP koalisyonu, iş başına geçer geçmez, 28 Şubat'ın ilk adımlarını attı. Daha önce Türkiye-israil yakınlaşmasından bir şikayet söz konusu iken yeni dönemde israil, adeta Türkiye'ye taşındı. 1989'da kurulan 500. Yıl Vakfı, Türkiye'nin en etkili vakfına dönüştü. Türkeş gibi RP listesinden seçilen bir lider dahi vakfın faaliyetlerinde nutuklar attı.
Bürokraside dindar şahsiyetler görevden alındı. Emniyette tasfiyelerle yeni bir süreç başlarken Adliye resmen Alevi kesimin eline geçti.
Özal dönemindeki düzenlemeler yasal değil, fiili olduğundan İslamî kesime karşı operasyonlar yasal bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmadan başlatıldı.
PKK'nin siyasi kanadı HEP'in muhbirliği ve yalvarışları SHP'nin ortağı olduğu hükümette karşılık buldu. Güneydoğu'da İslamî kesime karşı akıl almaz operasyonlar başladı. Sonradan uluslar arası sistemin, özellikle Yahudilerin teşviki ile başladığı anlaşılan bu operasyonlarla PKK, başta siyasi kanadı ile olmak üzere büyütüldü, İslamî kesim ise zindanlara tıkandı.
Türkiye'nin İslamî kesimleri sürecin sadece Kürtlere yönelik olduğunu düşünüp sessiz kaldı ama 1997'de gelindiğinde RP'nin iktidarı bahane edilerek süreç tüm Türkiye'ye yayıldı. Özal döneminin henüz kök bulmayan bütün kazanımları bir anda elden çıktı.
O günden bugüne bakıldığında Millet İttifakı diye oluşturulan ittifakın Saadet Partisi (SP) istisnası dışında tam bir 1991 koalisyonu tekrarı olduğu açık.