Hangimizin daha güzel amel işleyip işlemediğinin şahitliği olan ömürden bir yılı daha geride bıraktık.
Kimimiz, hayatımızdan ömür eksilten yıla haram ve eğlence içinde, günahla kamburlaşmış, hak ihlalleriyle kabarmış bir kayıpla ‘Elveda!' dedi.
Kimimiz, ömrümüzden bir yılı alıp götüren bir zamana hüzün, burukluk, pişmanlık ve mazlumların arşa yükselen feryatları karşısında acizliğimizi hissederek Rabbimize divan durarak ‘güle güle!' dedi.
Birey olarak ömürden geçen günlerin muhasebesini yapmak gerektiği gibi ‘toplum ve camialar' olarak da amel defterimize kaydedilen söz, davranış, kazanım ve kayıpların hesabını iyi yapmak lazımdır.
İlahi rızayı kazanma niyetiyle girişilen bir amel, bazen şeytanın istediği sonuçları veren bir noktaya kayabilir. Hiç kimse işlediğinden beri olacak bir statüde olmadığı gibi hiç kimse de amellerinden dolayı kayırılacak bir makamda da değildir.
Dünya hayatında bu düsturun hak ve adaletle ikame edilmesi gerekirken maalesef hırs, zaaf, asabiyet duygusu, nifak dürtüsü ve vahşileşen kalpler yüzünden ihmali ve ihlali çok çoktur. Adem(a.s)'dan başlayıp milenyum dediğimiz günümüzde zirve yapan hak batıl mücadelesinde zaman ve zeminler açısından önümüze çıkan milyonlarca kare bu ihmal ve ihmali göstermektedir.
Ahiret hayatında ise hassas mizanların tartısında; göz, el ve ayakların lehte ve aleyhte şahitlik edecek. Mahşer alanı, kimimiz için ya razı olunan ebedi bir yaşam ya da kucağında cayır cayır yanacağı bir cehennemi sonuç verecektir.
Bu dünya hayatında ‘zulmü, kan dökücülüğü, vahşeti, küresel emperyalizmi, fitneyi ve nifakı' kendine azık yapmış bilumum ‘kâfir, zalim, facir, müşrik' devlet, toplum ve kişilerin geçen 2016 yılında yaptıkları zaten mızrak çuvala sığmaz cinsindendir.
Kendini Müslüman olarak tanımlayan ve İslam'ı kendine bir yaşam addeden bizler, acaba 2016'da kendimizi bir hesaba tabii tuttuğumuzda geride kalan yıldan dolayı ne kadar haklı ve rahatız veya ne kadar suçlu, mahcup ve muzdaribiz?
Kendi coğrafyamızda ve dünyanın tamamında özelde gençlerimiz ve evlatlarımız şehvet, ahlaksızlık, uyuşturucu, fasit ideolojilerin ağına düşmüşken onları oradan alabilmek adına sahada, medyada, siyasette bir endişemiz, girişimimiz, etkimiz oldu mu?
Suriye, Irak, Arakan ve diğer ülkelerde katledilen, organ ve fuhuş mafyasının elinde canları ve namusları yitirilen, hicret yolculuğunda Aylan Kurdi gibi cesetleri kıyılara vuranlardan dolayı kendimizi vebal altında hissettik mi, insani ve İslami sorumluluk bilinciyle hareket ettik mi?
ABD, Rusya, İngiltere, israil gibi küfrün ve emperyalizmin ağababaları ve tetikçi unsurlarının algılara ‘radikal, aşırı, hazımsız, kıtır kıtır kesen, bombalayan' bir Müslüman/İslamcı figürü yerleştirmek için çabaladığı kadar bizler ‘İslam'ın kemal, hayat veren, huzura eriştiren, kardeşliği tesis eden, çaresiz ve dertlilerin çaresi, dermanı' olan vizyonunu göz önüne sermek ve misyonunu anlatmak için çabaladık mı?
Küresel emperyalist güçlerin İslam toprakları ve Müslümanlar üzerindeki hesapları ve tuzakları; amaçlarına ulaşmak için her yolu meşru gördükleri bilinirken onların tuzaklarına düşmemek, oyunlarına gelmemek, Şii Suni/Kürt Türk ayrışmasında taraf olmamak için doğruluğu, istikameti, kardeşliği esas almamız gerektiğini düşündük mü?
Tüm bunlara cevabımız ‘Evet!' ise o zaman yarınlara dair umudumuzu yitirmeyelim ve cehdimizi eksiltmeyelim. Cevabımız ‘Hayır!' ise bilelim ki başımıza gelecek felaketlerden dolayı dizimizi dövecek fırsatı bulamayacağımız gibi bu ağır fatura da bize kesilecektir.