İslam ülkelerindeki savaş ve kaos, sonu belirsiz bir süreç olarak önümüze konulmaktadır. Bu savaşlar ve fitne ortamları, küresel şer güçler tarafından oluşturulmaktadır. Bilinçli olarak tutuşturulan fitne ateşi durmadan harlanıyor. Sorunlar kördüğüme dönüştürülerek, tarafların önüne tek seçenek olarak savaş konulmaktadır. Savaştan başka bir çözümün olmadığı algısı bilinçli olarak yerleştiriliyor. Böyle bir atmosferde can havliyle savaşan taraflar ve onlara destek verenler, büyük fotoğrafı göremiyorlar. Bu ümmetim evlatları kin, nefret ve siyasi ihtiras ile biri birlerini kıyımdan geçirirlerken, aslında büyük fotoğrafın kimler tarafından hazırlandığını bir türlü göremiyorlar.
Böyle bir tablo, İslam ümmetinin bütün gücünü öğüten bir değirmene, evlatlarını yutan kara bir deliğe dönüşüyor. Her şeyden daha kötüsü de, İslam halklarının birlikte yaşama iradesi ortadan kalkıyor. Üretilen suni ayrılık gerekçeleri, süreç uzadıkça, birer sabiteye dönüşüyor. Zihinlerdeki ve coğrafyalardaki hendekler gittikçe derinleşiyor. Maddi ve manevi tükenmişlik içerisindeki bir İslam ümmeti, küresel şer güçlerin 21. Yüzyıl için uygun gördükleri küresel strateji ve dünya düzenine uymak zorunda kalıyorlar. Böyle bir dünya düzeninde kendileri için hangi rol uygun görülmüş ise, o rolü benimsemek zorunda kalır. Çünkü maddi ve manevi güç kaynaklarını heba eden bir ümmetin, artık itiraz etmeye mecali kalmıyor.
Çeşitli bahanelerle birçok parçaya bölünmüş olan İslam ümmeti, kudretten yoksun devletçiklere dönüştürülmek isteniyor. Savunma refleksi ortadan kalkmış, askeri güçten yoksun ve küresel efendilerin himmetine muhtaç devletler inşa edilmek isteniyor. 21. Yüzyılın sömürgecilik anlayışı içerisinde, bu devletler küresel sistemi besleyen birer sömürge adacığına dönüştürülmek isteniyor. İlan edilmemiş bir işgalle, her devlet, küresel şer güçlerin birer eyaletine dönüştürülmek isteniyor. “Küreselleşme” sihirli sözcüğü ile küresel imparatorluğa entegre edilen bu devletlerde yaşayan Müslümanlara biçilen rol ise çağdaş köleliktir. Benliklerini yitirmiş ve emperyalizmin teslim aldığı, kaynaklarımızın talan edildiği kölelere dönüştürülmek isteniyoruz. ABD'de yaşanan büyük ekonomik bunalım esnasında, aktarılan büyük miktardaki Körfez fonları ile ABD ekonomisinin rahat bir nefes aldığını ve krizi atlatabildiğini hatırlayalım. İşte ABD'nin İslam dünyası için öngördüğü siyasal sistem, Körfez emirlikleri sitemidir. Sadece halklarına karşı kullanılmak üzere kolluk kuvveti bulunan, siyonistlerle iyi geçinen, emperyalistlerin emir ve müsaadeleri ile varlıklarını sürdüren ve zor zamanlarda sadakatlerini ispat eden köleler... İşte Emperyalistlerin 21. Yüzyıl projesinin ana ekseni budur.
Bu noktaya gelebilmek için de İslam ümmetini tüketmek lazımdır. “Savaş ne kadar uzarsa o kadar kolay köleleştirilirler”, mantığıyla topraklarımızdaki savaş eksik olmuyor. İşte öncelikle, bu hakikati görmek lazımdır. Ondan sonra, lokal siyasal ve askeri sorunları bu konsept çerçevesinde analiz etmek lazımdır.
Şu an Irak'ta, Suriye'de, Afganistan'da, Libya'da ve Yemen'de yaşanan kargaşanın asıl nedeni işte bu konsepti uygulama gayretidir. Adeta kördüğüm haline getirilen bir sorunlar yumağı, Müslümanların ortasına atılmıştır. Savaşarak değil, belki bu kör düğümleri sabır ile çözmek lazımdır. Kabul etmek gerekir ki, bu zor bir süreçtir. Ama önümüzdeki makul tek seçenek budur. Sorunlarımızı savaş yolu ile halletmemizi bize dayatanlar ve bunun için bize silah satanların, kendi aralarındaki en ağır sorunları halletmek için bile müzakere yolunu seçtiğini görmeliyiz.
İstemeyerek de olsa İslam düşmanlarının konseptinin bir parçası olmamak için, tüm Müslümanların bir an önce siyasal müzakere masasına dönmesi lazımdır. Böyle bir sürecin inşası için, herkesin fedakârlık yapması gerekir. Kan döküldükçe, silahlar konuştukça, sorunlar daha da derinleşiyor; toplumsal ve siyasal kırılmalar daha vahim hale geliyor. O halde gönlü İslam, ümmet ve insanlıktan yana olanların, böyle bir endişe taşıyanların, bir an evvel siyasal çözüm yolunu tek seçenek olarak görüp, böyle bir süreci inşa etmesi lazımdır. Siyasal süreçlerde ısrar etmeyip silahı tek çözüm yolu olarak görmek, topyekûn İslam ümmetine kölelik getirir. 21. Yüzyıl için bize uygun görülen topyekûn kölelik yerine, topyekûn özgürlük konseptine yoğunlaşılmalıdır. Bunda ısrarcı olmamız lazımdır. Aksi halde kölelik sadece Müslümanları değil, bütün insanlığı bekliyor. Sorunları ile boğuşmaktan kurtulan bir ümmet, insanlığın ümidi ve dünya siyasetinde ağırlığı olan bir aktöre dönüşür. Ufkumuzu geniş tutalım. Bize gösterileni değil, görmemiz gerekenleri görelim.