22, 23, 24,… ve 28

M. Emin ÖZMEN

Yazının başlığına bakıp, benden matematiksel bir yazı bekleyenlere peşin peşin şunu söylemem lazım ki, sayılarla aram pek iyi değil.

Bilindiği üzere sayısal alanda 2x2=4'tür. Sözel alanda ise bu bazen 5, 6 ve hatta daha fazla olabiliyor. İşte sayısal olarak yukarıdaki son rakamlar 22'den, 28'e kadar sıralı sayılardır. Ama sözel alanda 28 Şubat darbesinin ayak seslerinin kulaklarımızda çınlamasıdır.

 Ayak sesleri dedik ya… Bu sesler, karlı günlerde, gecenin saat üçünde daha değişik gelir kulaklarımıza. Yağan kar daha tazedir. Ellerindeki M16 silahları ile ilerleyen timlerin, postalları ile yağan karı yara yara evlerimize gelişlerinin yıldönümü.

Sonra gecenin sessizliği sert darbelerle çalınan kapıların çıkardığı madeni seslerle bozuluyordu. Matematiksel insanların, sayısal üstünlükleri ile bir nazenin Kur'an tebliğcisinin evine gelinmiştir.

Sabah namazına daha var. Kar yarılmış, gecenin sessizliği bozulmuştur. “Kalk hanım, tesettürüne bürün. Beni almaya geldiler. Kalın kalın kazak ve çoraplar ver bana.”

Dışardakiler hala kapıyı çalmaktadırlar. Kapının sürgüleri açılır: “Yaaaat, yat, yat” diye sesler gelir. Ellerinde hiç silah olmayan bu insanlar, çoluk çocuk yerlere yatmışlardır. Sonra bütün suçu Allah'ın dinini topluma aktarmak olan kişinin eli arkadan kelepçelenir. Gözleri bir bandaj ile kapatılır.

Götürülen kişinin aklı sabah namazını nasıl eda edeceğindedir. Evin hanımı çocuklarını kollarının arasına almış, gözyaşları ile gidenleri seyretmektedir. “Onun hiçbir suçu yok. Allah'ın dinini anlatmaktan başka bir şey yapmadı. Lütfen götürmeyin” diye sadece kendisinin duyacağı şekilde söylenmektedir.

Evlerimize gelenler yasal kişilikler ise ölmeyeceğimizi biliyor, insan etinin işkence alet ve edevatları ile vahşi hislerle yetişmiş canavarlara karşı dayanıklılığını hesap etmeye çalışıyorduk. Ama ya gelenler, kirli savaşın gizli elemanları idiyseler. O zaman yapılan işkence hadsiz ve hesapsız olurdu. “Konuş, konuş” sesleri arasında ağızdan gelen siyahımsı bir kan ve şehadetin sıcaklığı…

O 28 Şubat'tan bu 28 Şubat'a aradan ne kadar zaman geçti. Herkes için bu değişir. 1997, 1998, 1999 ve özellikle 2000. Farklı yıllarda gözaltına alındık. Şimdi bazen yaşadığım bu beldede, 28 Şubat'ı teğet yaşayan bu ülkenin Batı'sında yaşayan kardeşleri dinliyorum da, gülümsüyorum.

Nasıl da psikolojik baskı yaşamışlar. Bunların derneklerine yapılan baskında, kendilerini gözaltına almakla tehdit etmişler. Bu tehdit günlerce onların psikolojilerini alt üst etmiş. Yaşananlar psikolojik, yani fiziksel hiçbir şey olmamasına rağmen ballandıra ballandıra anlatımlar, vesselam.

Kesinlikle küçümsemek için değil bu yazdıklarım. Ancak bu kardeşler herhalde uzayda yaşıyorlardı o zaman. Bu ülkenin Doğu ve Güneydoğu'sunda yaşayan kardeşlerini dinleselerdi, yaşanan fiziki durumlara karşılık psikolojik baskıdan bahsederken yüzleri kızarırdı.

Yaaa…! İşte böyle değerli üstadlar. Maalesef bu din öyle konferans salonları, televizyon kanalları veya internet adreslerinde bilmem ne nutukları atmaya benzemiyor. Öyle Hz. Bilal'i anlatıp, bir eli yağda bir eli balda yaşamaya ise hiç benzemiyor.

Hem size bir tavsiyede bulunayım mı? Geç de olsa kardeşlerinizi dinleyin.

Ha bir de gelecek Salı, yani tam da 28 Şubat'ta, inşallah yayımlayacağım yazımı okuyun.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.