Daha önce söylemiştim, ama bir daha söyleyeyim; Türkiye’de siyaset hiçbir zaman bugünkü kadar ilkesiz, ikiyüzlü, takiyeci olmadı, bildiğim kadarıyla.
Önümüzde İstanbul’un tekrarlanan seçimi var. Taraflar bir yandan oylarına oy katmaya çalışırken, bir yandan da daha önce aldıkları oyları korumaya özen gösteriyorlar. Dikkat ettikleri bir diğer konu da, onur kırıcı söylem ve eylemlerden özenle kaçınıyorlar.
Ancak benim dikkatimi Karadenizliler ile Kürtlerin durumu ve bunlar üzerine yapılan hesaplar çekti. Önce Kürtlerden başlayacağım, ama ondan da önce yukarıda değindiğim ırkçılık konusuna bir açıklık getirmeliyim. Şöyle ki:
Malumunuz, bizde ırkçılık denildiğinde, akla hemen bir zamanların Güney Afrika’daki beyazların siyahlara, bir zamanların Bulgaristan rejiminin Türklere ve Avrupa ülkelerinin de yabancılara yönelik ayrımcı, ötekileştirici, yasaklayıcı ve bazı temel haklarından mahrum edici uygulamaları getirilir.
Oysa bu konuda maalesef Türkiye de o ülkelerden geri değildir. Hele hele yakın zamanlara kadar uyguladığı bir İnkâr Politikası var idi ki, belki dünya tarihinde ve dünyanın başka bir yerinde böylesi hiç olmamıştır! Gerçi Ak Parti hükümetleri ile birlikte devletin inkâr politikaları resmiyette son buldu, ama ikrarın gerekleri yerine getirilmediği içindir ki, asimilasyon politikaları önceki dönemlerden daha yoğun bir şekilde uygulanmaktadır. Kürtler inkâr politikalarına direndiler, ama rejimin de katkılarıyla başta PKK olmak üzere bazı örgütler üzerinden bu meşru direnişi meşru sınırlarının dışına itmeyi başardılar. Başlangıçta kendisini antiemperyalist olarak tanımlayan ve bugün itibariyle artık Emperyalist ve işgalci Amerika’nın hizmetine giren PKK eğer hala Kürtlerden destek alabiliyorsa, bunun önemli nedenlerinden birinin devletin bazı temel hakları gasptaki ısrarı olduğu şüphesizdir. Çünkü yurtdışındaki birkaç milyon Türk kardeşimiz dillerini yaşasınlar-yaşatsınlar diye kendilerine binlerce öğretmen gönderen devlet, eğer sayıları en az 20 milyon olan kendi Kürtlerine dillerini yaşamaları-yaşatmaları için 3-5 öğretmeni dahi çok görüyorsa, samimiyetine kimseyi inandıramaz!
İşte Kürtler ister yerel olsun veya ister genel, her seçime bu haleti ruhiye ile girerler. Seçime girmesine girerler, ama sonuç kendileri için hep hüsrandır. Çünkü gerçek anlamda Kürtlerin TBMM’de ne bir partileri var ve ne de vekilleri… Evet, Kürtler tarafından seçilmişlerdir, ama öncelikleri Kürtlerin sorunlarının çözümü değil, içinde bulundukları partinin çıkarlarıdır. Bunun içindir ki, örneğin, Ak Parti, CHP ve MHP’deki bir Kürt vekil anadilde eğitim gibi temel bir hakkı dile getirmez, getiremez. Hakeza HDP’deki bir Kürt vekil de emperyalist Amerika’nın hizmetine giren bir PKK’yı desteklemenin Kürtlere nasıl bir yararının olduğunu sormaz, soramaz!
İşte Kürtler 23 Haziran seçimlerine de bu haletiruhiye ile giriyorlar. CHP’nin Kürtlere bakışı 1925’lerde nasıl idiyse, bugün de aynıdır, milim değişmiş değil. Ama CHP buna rağmen geçen 31 Mart seçimlerinde dönüştürdüğü Kürtler (HDP) sayesinde Kürtlerin bir kısmının desteğini alabildi. 23 Haziran’da da bu desteğin aynı mı kalıp kalmayacağı, Ak Parti’nin söylem ve eylemlerine de bağlıdır. Aslında Ak Parti devletin gasp ettiği haklardan bir kısmını iade etmekle bir devrim gerçekleştirdi Cumhuriyet tarihinde. Fakat bunu gasp edilen bir hakkın iadesi şeklinde değil de adeta bir lütuf olarak başa kakması, Kürtler nezdinde doğal olarak onur kırıcı bulundu. Buna son zamanlardaki ötekileştirici dil de eklenince, Kürtlerin bir kısmı duygusal davrandı. Öte yandan Parti olarak HDP ile partinin dünya görüşünü paylaşan Kürtlerin CHP ile artık laiklik gibi ortak bir paydalarının olduğunu da görmek gerekir.
Geriye kalan Kürtler eğer bütün tahrik ve telkinlere rağmen kendi maslahatlarını gözetebilirlerse, CHP’yi ve dolayısıyla adayını seçmezler. Geriye iki seçenek kalıyor; sandığa gitmemek veya Binali Yıldırım’ı seçmek! Ama Yıldırım’ı seçeceklerin sayısı artacaktır…
Ve Karadenizliler…
Şu bir gerçektir ki, İstanbul’da Ak parti demek, Karadenizliler demektir. Milletvekillerinden belediye başkanlarına, daire başkanlarına ve müdürlere kadar ezici çoğunluk Karadenizlilerden oluşmaktadır. Ki bu da 81 ilden insanların yaşadığı İstanbulluları rahatsız etmektedir. Ak Parti kendince bu tasarrufun ehliyet ve liyakat çerçevesinde bir hak ediş olduğunu iddia edebilir. Ama kaç kişiyi buna inandırabilir ki? Teşbihte hata olmasın da, Ak Parti’nin Karadenizlileri kayırması, bir zamanlar kayrılan FETÖ’yü akıllara getirmektedir.
Oysa eğer Ak Partililer, FETÖ’nün talepleri ile onların Ak Parti tarafından yerine getiriliş yöntemlerini hak ve adalet ölçülerine göre değerlendirmiş olsalardı, daha sonra, “ne istediniz de vermedik?” gibi bir pişmanlık ve sitem de yaşamayacaklardı. Karadenizlileri kayırmanın faturası da böyle olacağa benziyor. Çünkü duyumlara göre, Ak Parti’nin kayırdığı Karadenizlilerden bir kısmı, “bizim uşağumuz” dedikleri İmamoğlu’na doğru dümen kırmışlardır. Haliyle insanın sorası geliyor; Başkan Erdoğan bu hemşerilerinin hangi taleplerini reddetti ki, bazı Ak Partili Karadenizliler İmamoğlu’na yöneldiler? Bir de CHP-İmamoğlu’nun hangi vaatleri Ak Parti-Erdoğan’ınkinden daha cazip gelmiş olabilir?
Sizleri bilmem, ama ben partilerde ve adaylarında insani erdemleri esas alırım. Örneğin, tarihleri ve isimleri inkârcılık, asimilasyon ve katliamlarla özdeşleşen partilerden de, şiddet ve kandan beslenen partilerden de beriyim. Bu duruşum onların adayları için de geçerlidir.