27 Mayıs darbesinin üzerinden 60 yıl geçmişken yine darbe imalarının yapıldığı bir süreci yaşıyoruz. Üstelik daha kanlı 15 Temmuz kalkışmasının üzerinden çok fazla zaman geçmemişken…
Solcuların büyük bir kısmına göre ’12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleri 27 Mayıs'ın ilerici mirasını tasfiye etmek için’ gerçekleştirilmiştir.
Her ne kadar bir süre sonra tasfiye edilmişse de “İhtilal Beyannamesini” okuyan kişi Kurmay Albay Alpaslan Türkeş idi. 27 Mayıs aslında bir “Albaylar cuntası” idi; ama tepkilerden çekinen cuntacılar, darbenin başına, o gece İzmir'den apar topar Ankara'ya getirdikleri emekli Orgeneral Cemal Gürsel’i koymuşlardı. Gürsel "Devlet ve Hükümet Başkanı" ilan edilmişti.
Solun darbeye desteği ilginçti.
Menderes hükümetini eleştirirken “Amerika’ya olan bağlılığını” gündeme getiren sol aydınlar, nedense Türkeş’in ihtilal beyannamesini “NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız” sözleriyle bitirmesini hiç eleştirmediler. Hatta hiçbir solcu, Türkeş’in “örtülü ödenek” kasasını basması ve oradan para alması iddiaları hakkında bile bir şey söylemedi.
1961’de yapılan ihtilali Türkiye sosyalist hareketinin önemli isimlerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı da selamlamıştı. İhtilalin hemen ertesi günü, 28 Mayıs 1960’da, Milli Birlik Komitesi (MBK) Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet ve Hükümet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’e çektiği telgrafta şunları yazmıştı Kıvılcımlı:
“Tarihimizde daima kuvvetle çarpan kalbimizin; yiğit ordumuzun kötülüğe baş eğdirişini huşûla selamlarım.
İkinci Kuvvayı Milliye Gazanız kutlu olsun.
Gerçek demokraside Allah yanıltmasın.
Vatan Partisi Genel Başkanı
Hikmet Kıvılcımlı”
Sol aydınlar, DP iktidarının basına sansür getirdiğini, muhalefete sert davrandığını, sendikaları kapattığını iddia ediyorlar.
Niyet kötü olunca resmin tümüne bakmadan hükümler veriliyor ve elbette yanlış sonuçlara varılıyor.
DP, Türkiye’de “halk oyu” ile seçilmiş ilk hükümeti kurmuştur. Bir önceki seçimde (1946) dünya seçim tarihinin en trajikomik uygulamasına sahne olmuştu Türkiye: “Açık oy gizli tasnif”
Menderes dönemi sansürü eleştirenlerin hemen bir önceki dönemi de değerlendirmeye alması ve kıyaslamayı ona göre yapması gerekmektedir.
Sendikalar konusu da düşündürücü.
Grev ve eylem hakkının olmadığı 1946 sendikacılığının ne olduğu anlaşılmadan, 1952’de ilk açılan sendikaların durumu, sonraki süreçte darbedeki rolleri değerlendirilmeden hükümetin tutumunun eleştirilmesi ahlaki değildir.
İdamları, idamlara giden hukuk müsamerelerini, yargıçlardan Salim Başol’un itirazlara karşı “Sizi buraya tıkan güçler böyle istiyor” sözünü hiç değerlendirmeyen, görmezden gelen sol aydınlar, Menderes hükümetini eleştirirken aslında Kemalizmi eleştirdiklerinin bile farkında değildiler.
Hatta 61 anayasasının ne kadar özgürlükçü olduğunu iddia ederken DP’nin “baskıcı 1924 anayasasına” dayandığını söylediklerinde yine tam olarak nereyi hedef aldıklarının farkında değildiler.
DP’yi oluşturan kadroların büyük kısmı Kemalist CHP’den ayrılanlardı. “1924 Anayasası” ise “Saltanat ve Hilafet”in kaldırıldığı bir süreçte Kemalist kadrolar tarafından oluşturulmuş bir metin idi.
İşin aslı 27 Mayıs darbesi, 10 yıl kadar iktidarı elinden alınmış ceberrut “Tek parti” zihniyetinin sandıkta elde edemediği iktidarı silah zoru ile elde etmesinden başka bir şey değildi.
Menderes hükümetinin elbette yanlışları vardı; ama yaptığı kimi şeyler vardı ki, Müslüman halk ona sevgi beslemişti. Daha iktidarının ilk zamanlarında 16 Haziran 1950’de Türkçe ezan rezaletine son vermişti. Bu o kadar büyük bir coşkuyla karşılanmıştı ki, Bursa’da bir camide ikindi vakti tam 7 kere ezan okunduğu söylenir.
Solcular, son yıllarında Menderes’in baskıları artırdığını söyler; ama bu bir iftiradır. Son yılları kuşatma altında geçmiştir ve adım adım gelen darbeye engel olamamıştır.
Prof. Dr. Cevat Akşit, 1957’de Menderes ile yaptığı bir görüşmeyi anlatır:
“Demokrat Parti grup başkan vekili olan amcam aracılığı ile randevu aldık. Darbenin ayak sesleri yavaş yavaş geliyordu. Rahmetli Menderes hiçbir heyeti kabul etmiyordu. Çok sıkıntılı bir dönemden geçiliyordu. Amcama ‘İmam hatip okuluna hayır diyemem’ demiş. ‘Ama gece gelsinler. Toplu girmesinler, ayrı ayrı kapılardan girsinler. Ben tembih edeceğim. Kapıdan birer ikişer alacaklar.’ diyerek bizi gizlice kabul etti.”
Akşit, Başbakan’ın toplantı esnasında ağlayarak şu sözleri söylediğini aktarıyor: “Eğitim-öğretim sahasında din konusuna önem veremiyoruz. Bunu laikliğe aykırı sayıyorlar. Arkadaşlarım beni yalnız bırakıyorlar. Yalnızım, müsteşarım bile meşrıkı a’zam (masonların başkanı). Burnumun dibine bile böyle adamlar koydular.”
Menderes belki dindar bir adam değildi; ama dine düşman biri olmadığı da kesin. Ama 27 Mayısçıların ilk yaptıkları şeylerden biri Bediüzzaman’ın mezarını açıp naaşını bilinmeyen bir yere götürmek olmuştu.