28 Şubat “Post modern darbe” üzerinden 22 yıl geçti. Yapılan ihanetler, edilen zulümler ve yaşatılan mağduriyetler hepimizin malumudur. Bu hain darbenin aktörleri hak ettikleri cezaları bu dünyada almadıkları gibi o sürecin mağdurlarından bazılarının mağduriyetleri hala devam ediyor. Öyle anlaşılıyor ki, adaletin tecellisi Mahkeme-i Kübra’ya kalacak.
28 Şubat; İpleri Haçlı-Siyonist ittifakın elinde olan ve celladına aşık, çağdaş(!) zavallıların yaptıkları ihanetin adıdır.
28 Şubat; Emperyalistlerin içerdeki “azgın azınlığın” eliyle Müslüman halkımızı mankurtlaştırma hamlesiydi.
28 Şubat; Modernleşme safsatasıyla bazen tehdit bazen infaz bazen de ikna odaları ile toplumumuzu dönüştürme serencamıydı.
28 Şubat; Müslüman halkımızı inanç ve değerlerinden uzaklaştırma ve bu değerlerin izlerini silme projesiydi.
Ve 28 Şubat bin yıl sürecek denildi, lakin olmadı. O sürecin mimarları ve aktörleri on beş yıl sonra hayal kırıklığına uğradılar.
Evet, o zalimlerin tahayyül ettikleri gibi bin yıl sürmedi ve birkaç yıl sonra siyasi yapı büyük ölçüde değişti. Fakat sonraki süreci sağlıklı değerlendiremeyen siyasi iktidar, şeklen değiştirdiği birçok alanı fikren değiştiremedi. Dolayısıyla “Dışı kalaylı, içi alaylı” bir nesil, bir toplum oluşuverdi maalesef.
İtiraf etmeliyiz ki, hem siyasi iktidar, hem kanaat önderleri hem de İslami STK ve cemiyetler olarak fikren ve zihnen dönüştürülen toplumumuza karşı görevimizi yerine getiremedik.
Şöyle etrafımıza bir bakalım; o dönem mücadelenin merkezinde olanlar şimdi ne durumdadırlar?
Başörtünün serbest olması için meydan meydan basın açıklaması yapanlar, İHL’lerin katsayı zulmünün kaldırılması için koşuşturanlar ve yapılan bilumum zulümler için ses verenler bugün ne haldedirler?
Belki Kur’an Kursları ve İmam Hatip Liseleri tekrar açıldı ancak özlediğimiz nesli yetiştiremiyoruz.
Belki başörtü yasağı kaldırıldı, ancak hiçbir dönem başları örtülü olduğu halde bu derece tesettürsüzlüğe şahit olamadık.
Belki “Post Modern darbe” zulmüne uğrayanların mağduriyetleri kısmen giderildi ancak hiçbir dönem olmadığı kadar dünyevileştik. Mal, makam ve koltuk sevdası bizi mücadele ruhundan uzaklaştırdı. Hatta ortaokula giden başörtülü kız çocuklarımıza ve ailelerine “cahil” diyecek kadar aşağılık duruma düşenler oldu.
Bir an önce bu durumdan kurtulmak zorundayız ve herkes üzerine düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getirmelidir.
Siyasi iktidara düşen; toplumun aslına rücu etmesi için 17 yıldır ciddi bir mesafe kat edemediğini itiraf edip denedikleri yöntemlerden vazgeçmelidir. İpleri dış mihrakların elinde olanların oluşturduğu devlet hafızasını güncellemelidir. Ve bu toplumun dünya ve ahretini düşünen muvahhid çevrelere imkan vermelidir.
Kanaat önderleri, İslami STK ve cemiyetlere düşen; dünyevileşme hastalığını bir kenara bırakarak, ortak paydada bir araya gelip manevi bir seferberlik için topluma öncü olmalıdırlar.
Fertlere düşen ise; kendi nefsi başta olmak üzere aile ve çevresine karşı duyarlı olmalı ve cemiyetlerin manevi seferberliğine katkı sunmalıdır.
Şeklen değişen toplumumuzun fikren de değiştiği günleri görme temennisiyle…