28 Şubat Post Modern Darbesi, üzerinden geçen 22 seneye rağmen Müslümanlar üzerinde derin izler bırakmaya devam ediyor.
28 Şubat süreci, dönemin başbakanı Necmettin Erbakan döneminde, 28 Şubat 1997'de olağanüstü toplanan Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan ve inançlı insanlara yönelik baskı ve zulme dönüşen süreci ifade ediyor.
Türkiye siyasi tarihine kara bir leke olarak geçen, ülkede siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda değişimlere neden olan bu süreçte yaşananlar, post-modern darbe olarak da adlandırıldı.
Müslümanlar; sırf namaz kıldıkları, sakal bıraktıkları, örtündükleri hatta ve hatta gümüş yüzük taktıkları için Batı Çalışma Grubu (BÇG) denen karanlık yapı tarafından fişlenmiş, çeşitli kumpaslarla yıllarca sürecek büyük mağduriyetler yaşamışlardı.
28 Şubat sürecinde Şanlıurfa'da avukatlık yapan Emin Güneş, o dönem yaşadıklarını anlattı.
28 Şubat sürecinin sanıldığı gibi 28 Şubat ile başlamadığına değinen Güneş, "28 Şubat öyle zannedildiği gibi 28 Şubat'la başlayan bir süreç değildir. Türkiye ne 28 Şubatlar geçirmiştir. Bunun evveliyatına gidersen bu gider Habil ve Kabil meselesine kadar dayanır. 28 Şubat zulmün, tahakkümün, zorbalığın ve insanları tek tipleştirmenin simgesidir. O nedenle 28 Şubatçıların bin yıl sürecek lafı aslında boş bir laf değildir. Bin yıl değil; belki kıyamete kadar sürecektir. Çünkü hak batıl mücadelesi 28 Şubat'la başlamadı ki, 28 Şubat'la bitsin." ifadelerini kullandı.
"İnsanlar neredeyse diplomalarındaki imam hatibi sildirmek için çaba içine girdiler"
28 Şubat sürecinde Müslümanlara yönelik baskı ve fişlemelerin hızlandığına vurgu yapan Güneş, "Müslümanlar belli bir güce erişince bir yerlerden düğmeye basıldı. Müslümanların önünün kesilmesi için kendilerini koymuş olduğu hiçbir değeri tanımadılar. Özgürlükler, siyasal partilere karşı müsamahalı davranma, insanların fikirlerini özgürce ifade edebilmesi, bunların hepsi bir kalemle çizildi. Seçimle gelmiş olan bir hükümet adeta kumpaslarla tepelendi, yıkıldı ve onunla yetinilmedi, belli bir kesim hain ve düşman olarak nitelendirildi. Çok yoğun bir biçimde fişlemeler yapıldı. Öyle bir duruma dönüştürüldü ki cadı avına dönüştürüldü. İnsanlar neredeyse diplomalarındaki imam hatibi sildirmek için çaba içine girdiler. İmam Hatipler bir bakıma lanetli bir konuma düşürüldü. Her yerden uzaklaştırıldı, her alanda fişlemeler oldu." dedi.
"Müslümanlar o dönemde üzerindeki baskılar nedeniyle, hiç olmadığı kadar birbirlerine yakın oldular"
28 Şubat süreci ile birlikte Müslümanların kendi aralarındaki ihtilafları bir tarafa bırakarak birlik olduklarına dikkat çeken Güneş, "28 Şubat'ın hep böyle olumsuz tarafları gündemimizdedir; fakat olumlu tarafına da söyleyeyim. Müslümanlar o dönemde üzerindeki baskılar nedeniyle hiç olmadığı kadar birbirlerine yakın oldular. Aralarındaki farklılıkları göz ardı ederek, hepsi tek vücut oldu. Hiç unutmam Dergâhtan Abide'ye kadar 5 ile 6 kilometre boyunca el ele zincirlerimiz oldu. O gün ki o baskılarda polis memurlarını görüyorduk, inançlı insanlardı. Üstlerinin emirleri ile baskı altında kardeşlerimizi topluyorlardı. İçlerinde kendi eşleri ve bacıları da vardı. Yani kerhen yürütülen bir süreçti, tabanda bir karşılığı yoktu. Devlet kademelerinin önemli bir kısmı da buna muhalifti; ama bir yerden bir emir alınmıştı. Şiddet ve baskı uygulanıyordu. İnsanların işlerini kaybetmemek için zalimlerin, diktatörlerin barbarca uygulamalarına alet oluyorlardı. Çok dindar insan, dindar insanlara zulüm etmek zorunda kaldı." diye konuştu.
"İnsanlar o süreç içerisinde yıpranıyor, fişleniyor ve eziyet görüyorlardı"
28 Şubat sürecinde Şanlıurfa'da yaşananlara değinen Güneş, "O dönemde bizim en çok, en yoğun yaşadığımız; hemen hemen her cuma, cuma namazdan sonra, bir el ele zinciri, bir protesto eylemi oluyordu. O gün biz bilirdik yani gece biz eve gidemeyeceğiz. Eyleme katılanları polis akşama kadar toplardı, otobüslerle götürürlerdi. Bunlar adliyeye getirildi. Bizim gibi avukat arkadaşlarla beraber onların savunmaları, müdafaaları ve tahliyeleri için mücadeleye girişirdik. Gece 02.00'ye kadar uğraşırdık. Çünkü sayı çok fazlaydı. İlgili ilgisiz herkesi topluyorlardı. Mesela diyelim ki, kalabalığın içinde alkolik bir adam var, onu da tutup getiriyorlardı. Otobüslere doldurup adliyelere getiriyorlardı. Ondan sonra bırakılıyordu o insanlar. İnsanlar o süreç içerisinde yıpranıyor, fişleniyor ve eziyet görüyorlardı. Aileleri peşine düşüyordu: 'Bu nerededir? Acaba başına ne gelecek?' böyle endişeler yaşanıyordu." dedi.
"28 Şubat hiç bitmedi ve bitmez"
28 Şubat sürecinde bazı Müslümanların çeşitli nedenlerle değiştiğini ifade eden Güneş, "28 Şubat sürecinde en çok hayretime, zoruma giden şey; süreç içerisinde dindar insanların duruşlarını bozmaları, makamlarını koruma adına hiçbir tavır göstermemeleri oldu. Tamamen 28 Şubatçıların ağzıyla konuşmaları, onlar gibi davranmaları oldu. Biz onları tanıyorduk, geçmişte böyle değillerdi; ama sırf bilmiyorum artık ne kadar haklı olabilirler, makamlarını kaybetmemek adına, hani işini kaybedecek olsa bir dereceye kadar anlarsın. Adam müdürlüğünü, müdür muavinliğini, baştabipliğini, ilahiyatçı ise hocalığını kaybetmemek adına zulme alet oluyordu. Bu durum bize çok ağır geliyordu. 28 Şubat hiç bitmedi ve bitmez. Mevzi olarak bazı bölgelerde, bazı yerlerde şiddetini azaltmış olabilir. Şair Arif Nihat Asya'nın bir sözü var: 'Ebu Leheb öldü diyorlar Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed; Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!' Bu anlamda bizim coğrafyamız hala Ebu Cehillerin kontrolü altındadır. Daha dün Mısır'da 9 kardeşimiz hunharca şehit edildi." diye konuştu.
"Bazıları için 28 Şubat bütün şiddetiyle, vahametiyle, ağırlığıyla ve zorbalığı ile sürüyor"
Türkiye'de sisteme tabi olmayan bazı kesimler için 28 Şubat sürecinin tüm sıcaklığı ile devam ettiğini aktaran Güneş, "Türkiye'de bir kesim ve insanlara yönelik 28 Şubat'ın etkisi azalmış olabilir. Bazıları için bu başka şekle, ranta da dönüşmüş olabilir; ama bazıları için 28 Şubat bütün şiddetiyle, vahametiyle, ağırlığıyla ve zorbalığı ile sürüyor. O gün fisebilillah için mücadele veren, taviz vermeyen insanlar halen zulüm ve zorbalık altında eziliyorlar. O dönem unutamadığımız ve bu ay içinde 40. şehadet yıldönümüne andığımız Şehit Metin'in katilleri bir uzlaşma sonucu ve Ebu Cehille uzlaşmış gibi iktidarın bir parçası haline gelmiştir. Yani bu bunu gördüğümüz zaman gerçekten üzülmemek, kahır olmamak elde değildir. Yani inanıyorum ki, Metin yaşasaydı belki bir şekilde FETÖ operasyonları ile kumpaslarıyla şimdi 20 ile 25 yıldır içerde yatan Yusufilerimizden biri olacaktı. Onu katledenler ve o gün kumpaslar kuranlar, 28 Şubatçılarla iş birliği yapan FETÖ'cüler, halen önemli ölçüde varlıklarını, etkilerini sürdürüyorlar." ifadelerini kullandı.
"28 Şubat öncesi ve sonrası hep FETÖ'cülerin takibine uğradım"
28 Şubat sürecinde yaşadıkları mağduriyetlere dikkat çeken Güneş, "28 Şubat bitti diyoruz; ama daha dün siyer sınavımız iptal edilmek istendi. Yani kapıdan döndü neredeyse tamamen yasaklayacaklardı. Kısmi bir yasaklama yaptılar. Hani 28 Şubat bitmişti? Bitmeseydi ne olacaktı? Bitmemiş olsaydı biz siyer sınavını yapamayacaktık. Demek ki, biz buna 28 Şubat süreci bitti diyemeyiz. Mevzi, kısmı ve bölgesel olarak, şiddetini bazıları üzerinde azaltmış olabilir; bazıları yönünden de olduğu gibi devam ediyor. 28 Şubat öncesi ve sonrası gerek takip ve baskı yönünden fiziki olmamakla beraber hep FETÖ'cülerin takibine uğradım. En son benim açımdan çok yüz kızartıcı, asla kabul edilmeyecek bir şekilde bana kumpas kurdular. Güya ben dağ kadrosuna adam gönderiyorum diye dinleme izni istemişler. Başkasının ismi ile benim telefonumu dinlemişler. Eğer 17-25 Aralık olayı olmasaydı, o mağlubiyet yaşanmasaydı, ilgisiz bir suçlamadan dolayı muhtemelen mesleğimden olacaktım, terörist olarak yargılanacaktım. Bu kumpas diğer bütün kumpasların açığa çıkması vesilesiyle ortaya çıktı. Anladım ki, adamlar beni 8 buçuk ay telefonla dinlemişler artık ne kadar fiziki takip yaptılar onu bilemiyorum." dedi.
İLKHA